Ayinin sonuna yaklaşılırken herkes gibi o da kiliseyi terk etmeye hazırlanıyordu. Kafasındaki yoğun ve karmaşık düşünceler papaz efendinin konuşmalarından hiçbir şey anlamamasına yol açmıştı. Ayinin sona ermesiyle sandalyeden kalkıp son bir kez kilisenin duvarlarını gözden geçirdi. Bütün ayrıntılarına kadar tanıdık olduğu duvardaki Meryem Ana’nın resmini son kez derinden derine inceledi. Çok sayıda insanın kullanımına kendilerini cömertçe adayan tahta sandalyelere bakınca gözlerinden teşekkür boşalıyordu. İçinden “Elveda sandalyeler, elveda Meryem ana, elveda Mesih, elveda papaz efendi, elveda kilise” diyerek ağır ve aksak adımlarla cemaatin arasında kilisenin çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladı. Ayağını kapıdan avluya atarken sonu olmayan bir deryaya adım atarcasına, kocaman bir belirsizliğe doğru yürüyor hissine kapıldı. Kilise bahçesinde birbirleriyle yarışırcasına tabiatın bütün güzelliklerini barındıran rengârenk çiçeklerin muştuladığı güzelim bahar mevsimi hiç de umurunda değildi. Bütün bu güzelliklere ne kadar da duyarsız olsa, hoş kokuların ve kuş cıvıltılarının oluşturduğu bitimsiz letafet atmosferinden kendini tamamen koparma pervasızlığını gösteremedi. Bir çırpıda ciğerlerine çarpan hoş koku, günlerin verdiği huzursuzluk ve sıkıntı duygularının yumuşamasına ve çehresinde tebessümün billurlaşmasına yol açıyordu. Ağır duyguların baskısı altında ezilen yüreğini herkes gibi güzelim baharın kolları arasına terk ederek, çıktığı belirsiz yolculukta hoş bir nefes çekmesine ve umutlarının bahar kokuları arasında yeniden yeşermesine sebep oluyordu. Bahar ümit, sevgi ve muhabbet kokuyordu. Adeta cennetin bir köşesinin küçük bir maketini andırıyordu. Kilisenin dış kapısının önüne yaklaştığında o güzelim çiçekleri derin bir bakışla gözden geçirip hoş bir tebessümle vedasını arz etti. Kocaman eski demir kapının arasından nice insanların ibadet için kiliseye geldiğiyle ilgili düşüncelerin arasında kendini caddeye attı. Kapıdan çıkmakla Mesihiliği boşamış duygusunu hissetmeye başladı. Artık dini yoktu. Ama Thomas dinsiz olmayı hiçbir zaman istememişti. Her şeye rağmen dinsizlik hissi hiçbir şekilde duygularına baskın gelmemişti. Ruhunu örten asırlık kalın bir gömleği sırtından çıkarır gibi ruhu oldukça hafiflemişti. Eve gitmek istemiyordu. Hedefinde gidecek hiçbir yeri yoktu. Şehrin kalabalık caddelerine dalmış, bilinçsiz bir şekilde yürüyordu. Ne yapacağını, nereye gideceğini bir türlü kestiremiyordu. Ülke gazetelerinin çılgın karalamaları üzerine bir kitapçıdan iki ay önce aldığı Kuran mealinden henüz dün akşam okuduğu Yusuf Peygamber kıssası bir film şeridi gibi gözünün önünde canlanıverdi. Olayın cezzabiyetine kapılan Thomas, bu kıssayı defalarca okumuştu. Ardından henüz iki gün önce okuduğu Eshab-ı Kehf, Zulkarneyn ve Musa peygamber kıssaları kara kare gözlerinin önünde canlanıverdi. Allah’ın kitabının harikalarla dolu olduğunu, içinde yıllardır tutuşmuş yangını söndürecek ab-ı hayata sahip olabileceği ümidini yüreğinin en derinliklerinde taşıyordu. Bu kitabın içeriği dertlerine derman olacak ruhla doluydu. Bu kitaba yapışarak, onu bütün hücrelerine aktarıp bir türlü doymak bilmeyen ruh boşluğunu tepesine kadar doyurmak istiyordu. Tek başına bunu becerebileceğine inanmıyordu. Kılavuza ihtiyacı vardı. Birinin bu hayat kitabını yorumlamasını ve yaşantısında göstermesini istiyordu. Merhametli bir kılavuzun dizleri dibinde bunu en ince noktasına kadar kavrayıp eme eme içmek istiyordu. Ama bütün bunlara nasıl ulaşacağını bir türlü bilemiyordu. Şehrin caddelerine acımasızca yüklenen trafik, güneşin tepede olduğu saatlerde daha bir vahşice ilerliyordu. Trafiğe yön verip vatandaşın hayatını kolaylaştırmak isteyen trafik polisleri sağa sola koşuşturuyordu. Hiçbir şeye aldırış etmeyen Thomas, hedefsizce yürüyordu. Duyguların ağır ve derin kolları arasında ilerlerken cep telefonunun sesiyle irkildi. Evden arandığını fark edince telefonu kapatıp cebine yerleştirdi. Eve söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Bu anlamsız duygu dalgaları arasında eve gitmeyi asla düşünmüyordu. Uzunca yürüyüşten sonra çok fazla yorulan ayakları gövdesini taşımaz hale gelmişti. Daha fazla yürümemek için isyan bayrağını kaldırmışlardı. Dizlerdeki dermanın tükenmesi üzerine ayakların isyanına kulak vermek zorunda kalan Thomas, kendisini en yakın parktaki bir banka attı. Bu dinlenme dakikalarında bahara bütün güzellikleriyle katılan rengârenk çiçeklerin cennetimsi kokuları bileşke halinde burnuna hücum etmeye başlamıştı. Nice zaman sonra ciğeri yeniden bayram etme fırsatına ermişti. Bu hoş ve doyumsuz güzelliklerin içindeki boşluğu dolduracak erdemi gösterememesi hicranını yeniden okşamıştı. Belirsizlik denizi içerisinde rotasını şaşıran gemi gibi yeniden derinlere daldı. Ne yapabilirdi ki? Ruhuna hitap eden ve içindeki sıkıntı ateşini söndüren bir dayanak arıyordu. Elinden tutacak sapasağlam bir el arıyordu. Bu el ne olabilirdi? Okudukça ruhunu okşayan Kuran olabilir miydi? Acaba yeryüzünde Kuran’ın şekillendirdiği insanlar var mıydı? Bunlara nasıl ulaşacaktı? Hiçbirinin yolunu bilmiyordu. Etrafında tutunacağı kimsesi yoktu. Zaman zaman Müslümanlarla karşılaşsa da hiç birini tanımıyordu. Daha önce nefret ve kinle baktığı Müslümanlara karşı yumuşayan duygularını nereye yönlendireceğini kestiremiyordu. Thomas, derin ve şaşkın düşünce deryasında ilerlerken iki sokak ötesinden kulağına çarpan ezan sesiyle irkildi. “Allahuekber, Allahuekber…” Sanki bu çağrı içindeki belirsizliğe sona erdiren ruhla doluydu. Bir ara Allah’ın bu çağrıyla kendisini davet ettiğini sandı. Kılavuzu kendisine davetiye çıkarıyordu. Birkaç saniye bekledikten sonra ezan sesinin kaynağına doğru ilerlemeye başladı. Ezan sona ermeden Thomas caminin kapısındaydı. Müminler camiye koşarken Thomas ne yapacağını bilmiyordu. Kapısının bir kenarında duvara yaslanıp beklemeye başladı. İçerde neler oluyordu? Camiye girmesi durumunda ne yapacaktı? İsteğini nasıl dile getirecekti? Bu soruların arasında dolaşırken şeytanla da yüzleşmeye başlamıştı. Müslüman olması halinde Müslümanlara yöneltilen nefret duygularından kendisi de nasibini alacaktı. Eşi ve 14 yaşındaki oğlu Martin’e ne diyecekti? Yaşıtlarına göre dindar sayılan ve kilisenin programlarına aksatmaksızın katılan anne ve babasının karşısına hangi yüzle çıkacaktı? “Oğlumuz kâfir olmuş!” demeyecekler miydi? İş arkadaşları, çevresi ve yakınlarının yüz çevirmeleri ve kendisini terk etmelerine karşın nasıl bir tutum içinde olacaktı? Terkedilmiş, yalnız bırakılmış, inzivaya mahkûm edilmiş bir kişilikle yaşamın ne kadar zor olduğunu derin derin düşünmeye başladı. Bu karmaşık soru denizinden sıyrılmak istiyordu. Oysa yıllardır içini kemiren sıkıntıları ve içindeki derin ve geniş boşluğu hiçbir şey dolduramıyordu. Herkesin hayatının kendisini bağlayacağını düşünerek, hayatta bir değişimin, bir yeniliğin ve bir inkılâbın gerekliliğine dair düşünceleri ağır basmaya başladı. “Cesur olmalıyım. Tanrım bana yardım et!” diyerek, karanlık kuyuda Yusuf’un (as) imdadına kavuşan Allah’ın kendisini de yalnız bırakmayacağını düşünmeye başladı. “Ne olursa olsun bu gün geleceğimi şekillendiren en önemli adımı atmalıyım” dedi kendi kendine. Thomas kendini sorgulamayı sürdürürken Müminler teker teker camiyi terk etmeye başladılar. Kalabalığın dağılmakta olduğunu gören Thomas, önüne kadar gelmiş fırsatı kaçırdığını zannetti. Bu zan altında kapıya yaklaşırken, camiden en son imamın çıkacağını, derdini ona açmanın en uygun yol olacağını düşünerek beklediği yere geri döndü. Camideki kalabalığın tamamen dağıldığına inanınca bütün cesaretini toplayıp heyecanlı ve bir o kadar da korku yüklü duygular altında kapıdan içeriye girdi. Bu ilk heyecanlı adımla beraber derin bir nefes aldı. Caminin avlusunda yüksek sesle konuşmakta olan Müminlere yöneldi. Bu arada caminin manevi havası Thomas’ın hücrelerini dolduran heyecan duygularını hafif hafif yumuşatmaya başlamıştı. Kalabalığa yaklaşan Thomas, Müminlerin iki ayrı grup halinde şiddetli bir tartışmaya tutuştuklarını fark etti. Cami imamı dâhil, sona kalan bütün cemaat oradaydı. Gürültü ve atışmalara kulak kabartan Thomas, Müminlerin daha önce hiç de duymadığı bazı şeyleri tartıştığını anladı. Keskin ve şiddetli tartışma Thomas’ın yumuşamaya başlayan heyecanını belirsizlikler içerisinde yeniden doruğa çıkarmıştı. Bu tartışmalar, farklı dinlerden düşman iki grubun birbirleriyle çekişmesine benziyordu. Bir taraf Muaviye taraftarı olarak suçlanırken, diğer taraf Rafızîlikle suçlanıyordu. Bir taraf Hz. Hüseyin’i şehit eden ordunun taraftarlığıyla suçlanırken, diğer taraf “Hz. Yezid’in faziletlerinden(!)”dem vurarak diğer taraftan intikam almaya çalışıyordu. Müminlere nasihat edip yatıştırması gereken cami imamı ter içinde kalmış, tartışmaların tarafı olup karşı tarafı lanetlemekle meşguldü. Tartışmalar gittikçe alevleniyordu. Bir müddet sonra taraflar birbirlerini Mümin olmamakla suçlamaya başladılar. Tartışmayı dindirecek kimsecikler yoktu. Fitne her tarafı kaplamış, manevi duyguları süpürüp götürmüştü. Bu anlamsız ve çirkin manzarayla şok üstüne şok yaşayan Thomas, Mümin cemaati kavgalı halde bırakıp caminin dışına yöneldi. Ümit beslediği en son kapının bütün acımasızlığıyla yüzüne kapanmasının verdiği acılar arasında kırık kalpli serçeler gibi caminin dışına çıktı. Duyguları, manevi haz yerine ümitsizlikle dolmuştu. Beklentileri kül olmuş, ümitleri körelmiş ve dünyası karanlıklara gömülmüş halde caddede yürüyen kalabalığa dalan Thomas “Lanet olsun! Lanet olsun! Lanet olsun!” diyerek, kendilerini hayat tünelinin boşluğuna terk eden insan denizine karışarak bilinmeyen geleceğe doğru anlamsızca ve ümitsizce yürümeye başladı. Yazan: Abdullah Şafak |