Leyl, yani gece, karanlığın yeryüzü sakinlerinin üstüne çöküşü… İçimizi, dışımızı ve her tarafımızı aydınlatan güneşin birkaç saatlik de olsa hayatımızdan çıkıp bizi karanlık dalgaların arasında yalnızlığa terk etmesi... Kalbinden merhameti atarak bir ömür düşman saydığı karanlıkların kucağını terk edip başka âlemlere yürüyüşe çıkması… Güneşin son ışıklarının bizi terk etmesiyle gecenin üstümüze kapanan yorganının altında yeni bir hayata adanan saniyelerimizi, dakikalarımızı ve saatlerimizi çaresizce geçirmeye başlarız. Kapkaranlık bir âlem, ilk başta içimizde büyüyen isyan dalgasını tetikleyerek gittikçe kabarmasına yol açar. Oysa gecenin yorganını üstümüze örtüp bizleri gözün gözü görmediği karanlıkların içine almasıyla teslim olmuyoruz. İçimizde, güneşten daha parlak ve daha aydınlık olan güneşimiz dört tarafımızı aydınlatıyor. Gece bizi karanlıkla boğmaya çalışırken, içimizdeki güneş geceye inat her köşemizi aydınlığa boğuyor. Gece mezarımız oluyor her akşam! Mezarımızın ortasında, yeryüzünün soluklarından uzakta, içimizden doğan güneşle nurlarla kuşanan her anımız bizi yeni bir var oluşa doğru sürüklüyor. Güneşin uzaklara göçüşüyle iliklerimize kadar işleyen gece karanlığı ölümün tatlı ve sıcak yüzünü suretimize çarpıyor. Ölümü bir dost gibi okşayarak kucaklıyoruz. Güneşin batmasıyla ümitsizlik dalgaları arasında hayata veda etmiyoruz. Sırtımızı dayandığımız rahmet dağlarından esen meltemle yeniden hayata yapışıyoruz. Gece bize ölümü getiriyor, oysa biz ölüme âşık oluyoruz… Ölümle hayat arasındaki dostluk köprüsünde menzillerimizi inşa ediyoruz. Kadr, onur, izzet, rahmet, nur, şeref, mevki… ve rahmet pınarlarından yükselen bütün güzelliklerin adıdır. Kadr, Leyl’le birleştiği zaman, bir güneş değil, seksen bin güneş doğuyor insanlığın üstüne. Leyle-i Kadr, aşkın, sevginin, muhabbetin ve rahmetin adı oluyor hayat coğrafyamızda. Bütün yaratılanları hayretlerde bırakan, aşk, rahmet ve mağfiret kitabının insanlığa gönderildiği zamanın adıdır Kadr. Leyle-i Kadr, varlığından kopmuş, yabancılaşmış nefeslerin arasında yolunu kaybetmiş, fıtrat uygarlığını yitirmiş, sinsi şeytanların dansına kapılarak günah deryasında can çekişen gariplerin, mazlumların, çaresizlerin ve kimsesizlerin kurtuluş gemisidir. Sevgi ve aşk şehrine, nimetlerle donatılmış faziletlilerin limanı kutsal ramazana uğrayan Kadr gemisinin yükü, Nuh’un gibisi gibi hayat ve kurtuluştur. Bu gemi, ölümüne üstümüze gelen, bizi aralarına alarak yok oluşa sürükleyen intikamcı dalgaların önünde duran, bizi sarıp sarmalayan merhametli ananın sımsıcak kucağıdır. Oysa bugün, şehrin günah kokan loş ışıklı sokakları arasında hiçbir umut ışığı görünmüyor. Her şey bize yabancı, her şey bize düşman… Yakınlarımız, en yakınlarımız muhabbet köprülerini birer birer yıktılar. Şehrin betondan yığılmış yüksek binalarının arasında kendimize ve her şeyimize an be an yabancılaşıyoruz. Güneşin tepemize vurduğu bir esnada kendimizi en zifiri karanlıkların dalgaları arasında boğulmuş halde görüyoruz. Güneş, geceden daha karanlık… Güneş, intikam alırcasına üzerimize gelen, bizi yok etmek isteyen her şeye bizi hedef gösteriyor. Göz göre göre, bedenimizden kopan parçalar gibi dostluklarımız, sevgilerimiz ve muhabbetlerimiz dökülüyor. Dostlukların ve muhabbetlerin güneşle birlikte altın çağını yaşadığı eskilerde, gece hüznün, muhabbetleri gölgelemenin, dostların kısa süre için de olsa birbirlerinden uzaklaşmanın sebebi sayıldığından lanetle anılırdı. Oysa şimdi, sadece sözlüklerde rastlanan şerefli kelimelerin, yerlerinde yeller esen muhabbetlerin, an be an kabaran düşmanlıkların ve kinlerin üstünü örten rahmet kalkanına dönüşü andırdığından, kokuşmuş medeniyetin günahkâr rüzgârından kaçan zavallıların sığınak kapısına dönüştü. Gecenin simsiyah yorganı, çağın çılgın soytarılıklarından kaçarak rahmet iklimlerinden sarkan bir dal bulup ona yapışmak isteyenlerin rahat bir nefes aldıkları bir ana yüreğine dönüşüyor. Sonsuz rahmet pınarından sarkan Kadr’in, bizi yabancı rüzgârların korkunç çılgınlıklarından koruyan gecemizin ruhuna girmesi, gecemizi yeni baştan kavrayarak rahmetle kuşatması, günah fırtınalarının önünde alabora olmuş kişiliklerimizi yeni bir enerji ve yeni bir nurla donatması Rahman’ın üzerimize yağan sınırsız merhametinden olsa gerek. Bu merhamet, kişiliklerimizi arındıran, bizi bir ömür iğdiş etmiş ve kişiliksizleştirmiş günahlarımızın Eyyub’un (as) bedeninden dökülen kurtlar gibi ruhumuzdan dökülmesiyle Kevser ırmağında yıkanmamızı, temiz ve zelal bir fıtrata ulaşmamızı sağlıyor. Bütün insanlığı hatta bütün yaratılanları kuşatan rahmet ve aşk gecesi, eşrefi mahlûkata yükselecek günahkârları kanatlarının arasına alarak özgürlük ve esenlik dağlarının zirvelerine uçuruyor. Bu gece, Mevla âşıklarının sonsuzluk nurunun pınarlarından doya doya içtiği, iyilerin meleklerle muhabbet makamına tırmandığı, dünya ile ötelerin ötesinin arasında kurulan sağlam köprülerle hayatın sonsuzlaştığı nurun yeryüzüne yansıdığı gecedir. Bu gece, sevgilinin güzelliklerini seyretmenin önündeki ipekten perdenin en ince noktasına ulaştığı, miraca yükselen merdivenin bizleri en son basamağa ulaştırdığı muhabbet gecesidir. Bu gece, parmak uçlarımızdan tepemize kadar kavrayarak iki büklüm etmiş günahlarımızı yakıp küle çeviren mağfiret volkanının fışkırıp kainatı çepeçevre sardığı bağışlanma gecesidir. Bu gece, muhabbet ehlinin, sevgililerin ve âşıkların gecesidir. Bu gece, etraflarını kuşatan bütün bağlardan sıyrılarak Mevla’larına koşan, O’na adanan ve bütün hayata O’nunla bakan dostların yeniden diriliş, kurtuluş ve eşrefi mahlûkat basamaklarından yükseliş gecesidir. Bu gece, şeytani nefeslerin gırtlaklarda hapsedildiği, cennetin önündeki engellerin yerle bir edildiği, Mümin kulların üstüne rahmet bulutlarından akan mağfiret yağmurlarının oluk oluk boşaldığı Mevla’nın kutsal gecesidir. Bu gece, her biri bir ömre bedel bin aydan daha hayırlı Kadr gecesidir. Abdullah Şafak |