Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
DERİN DEVLET GÜÇLERİNİN İSLAMİ HAREKETLERİ HEDEF TAHTASINDA TUTMA STRATEJİSİ / M.ZEKİ GÜNEY
Kemalist rejimin derin ve karanlık güçleri ile onların işbirlikçileri ve yardakçıları İslam’a düşmanlıklarını her fırsatta pekiştirmektedirler. Her fırsatı bulduğunda veya her başı sıkıştığında özelde Hizbullahi Hareketi ve genelde tüm İslami kesimleri ortada hiçbir gerekçe yokken hedef tahtasına oturtup insani ve hukuki hiçbir kural ve ölçüyü tanımadan saldırması başka neyin ifadesi olabilir?
İnsanların, yapılan operasyonlara ve bu operasyonların yapılış biçimi ile yansıtılma şekline baktıklarında sanki çok büyük tehlikeler var ve savaş görüntülerini andıran operasyonlarla bu büyük tehlikelerin bertaraf edildiği vehmine kapılmaları sağlanıyor. Binlerce polisin, özel donanımlı timlerin katılımıyla mahallelerin ablukaya alınması, evlerin ağır silahlarla kuşatılması, aynı saatte eş zamanlı olarak bir çok ilde onlarca, bazen yüzlerce eve operasyon yapılması, gece yarılarında kapıların kırılıp aile mahremiyetinin çiğnenmesi, yüzlerce çocuğun ve kadının dehşet verici baskınlarla korkutulup fiziki ve psikolojik saldırılara maruz kalması, suçlu-suçsuz ayırımı yapılmaksızın insanların yaşadıkları mahallelerde ve işyerlerinde potansiyel suçlu durumuna düşürülmesi, maddi ve manevi büyük zararlara uğratılması…. vs. hangi insan haklarına ve hangi hukuka sığar? Halbuki eğer bir suç veya suçlu varsa bunları ispat etmek için somut ve müşahhas delilleri ortaya koymak gerekir. Suçların ispatlanması, delillerin ortaya konulması, dehşet verici, şamatalı ve gayri insani operasyonlarla yapılmaz. Bunlar insan haklarına, hukuka ve ahlaka sığmayan kin ve düşmanlık belirtileridir.
Rejimin karanlık ve derin güçleri ülkenin Müslüman halkıyla barışık değildir. Bu nedenle hakimiyetini, hak ve hukuk tanımadan baskı, zulüm ve sindirme yollarına başvurmakla sağlamaya çalışmaktadır. Demokratik ve hukuk devleti söylem ve hedeflerinin yaldızlı sloganlar olmaktan öteye geçmediği ise dost, düşman herkesin ittifak ettiği bir gerçektir. Güya demokratik-hukuk devletinin erkleri olan yasama, yürütme ve yargı ise güdümlü, bağımlı kukla olmaktan öteye geçememiştir. Bu kurumlar; güdümlü ve kukla oldukları halde rahatsızlık sebebi olduklarında nasıl bir akıbete maruz kaldıkları ise cumhuriyet tarihinin esrarengiz sayfalarında malum yerlerini almışlardır. Kemalist rejimin asıl sahipleri ise perde arkasında kimi zaman perdeye ihtiyaç bile duymadan kendilerine bağlı gizli ve açık çete ve oluşumlar vasıtasıyla hakimiyetlerini sürdürmektedirler. Bir açıkları ortaya çıkınca da dehşetvari şekilde İslami oluşumların üzerine giderek ortalığı velveleye verip kendi açıklarını kapatmaya çalışmaktadırlar.
Hak ve hukuka dayanmayan, Müslüman halkı kazanamayan ve bu nedenle güvenliği tehlikede olan rejimin sahipleri, kendi güvenlikleri ve sulta’larının devamı için kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerini İslam ve Müslümanlar üzerine planlamakta, taktiklerini ona göre belirlemektedirler. İslami hareketleri sürekli hedef alıp terörize etmek, terörist ilan edip provoke etmek, şiddete yöneltmek için tahrik etmek, halkın gözünde terörist ve illegal yapılar olarak lanse etmek, bu stratejilerinin öncelikli hedefidir. Cumhuriyetin kısa tarihi bu tür örneklerle dolu olduğu gibi yakın tarihimizde hepimizin müşahede ettiği çok açık örnekler de verebiliriz.
Tamamen İslami hassasiyet ve duyarlılıktan gelen Şeyh Said (ra)’in tabii hakların müdafaası hareketinin provoke edilerek terörize edilmesi, Üstad Bediuzzaman’ın sürgün, esaret ve baskı altında tutularak kendisinin ve hareketinin defalarca suikasta maruz kalması… vb gibi bir çok örnek verilebilir.
Yine bu babtan, 1990 yılından günümüze değin Hizbullahi cemaatin başına getirilenler, bu tespitimizde ne kadar isabet ettiğimizi kanıtlamaktadır.
Tamamen İslam’ın emir ve nehiylerine davet ve tebliğ maksatlı yürütülen İslami faaliyetlerin içine provokatif ajanlar sızdırarak onu asli hedeflerinden saptırmak, bozucu ve yıkıcı faaliyetlerde bulunmak isteyen derin devletin karanlık güç ve çetelerine karşı cemaatin hassasiyet göstermesi, onların işledikleri cürümleri ve yıkıcı faaliyetlerini deşifre ederek engellemesi, bu ve buna benzer daha bir çok yıkıcı ve dejenere edici saldırılara karşı direnmesi neticesinde, alttan alta sessizce karşılıklı çetin bir mücadele sürerken 17 Ocak süreci yaşandı. 17 Ocak 2000 günü Beykoz’da yaşanan olayla gizliden gizliye karşılıklı süren çetin mücadele açığa çıktı ve yeni bir aşamaya geçildi. Bu olayda rejimin ele geçirdiği bazı argümanlarla ülke baştan başa bir savaş havasına büründürüldü. Mezar evleri, ceset torbaları, domuz bağı ve infaz animasyonları, TV ekranlarından kan damıtma manzaraları, canlı yayınlarla soğuk kış şartlarında onlarca, yüzlerce kadın-erkek, genç-ihtiyar, çocuk, memur-esnaf, doktor-hakim… ta başbakanlık personeline kadar dini bütün Müslümanlar terörist diye, kan emici diye gözaltına alındı, akla hayale gelmeyecek işkencelerden geçirildi, aylarca gözaltında tutulanlar oldu, zindanlar tıka basa dolduruldu, kemik parçaları teşhir edildi. Devletin yetkili ve etkili ağızlarından dezenformasyona uğratılmış yalan-yanlış ve iftira dolu haberler ve demeçler yayınlandı. Öyle ki adeta ülkede savaş hali yaşandı. İslam’a ve Müslümanlara büyük iftiralar atıldı ve binlerce kadın, çocuk, ihtiyar ve aile mağdur edildi.
Gerçekten durum yansıtıldığı boyutlarda mı idi? Öncelikle belirtelim ki; bütün bunlar devletin öteden beri İslam ve Müslümanlara karşı izlediği politika ve strateji gereğidir. Yoksa öyle büyütülecek vahim boyutlarda bir durum ortada yoktu. Ortaya çıkanlar, Kemalist rejimin karanlık güçlerine bağlı çete ve istihbarat birimlerinin, Hizbullahi cemaate karşı yürüttükleri kirli ve gayri ahlaki mücadelesinin sebebiyet verdiği neticeler idi. Ve Hizbullahi cemaatin bu kirli ve gayri ahlaki mücadeleye karşı direnip çözdüğü cüzi bir kısım idi. Ortaya çıkanlar üzerine çok şey yazılıp söylenebilir. Ancak başlı başına kapsamlı bir konu olduğu için ayrı bir çalışma konusu olmalıdır. Hizbullahi cemaatin ortaya çıkardıkları, devede kulak misalidir. Güvenlik birimleri ele geçirdikleri görüntü ve dokümanlar üzerinden geniş çaplı psikolojik bir savaş sürdürdü. Bütün iftira ve iddialarına dayanak olabilecek hiçbir görüntü ve ifadeyi kamuoyuna vermedi, veremedi. Çünkü bütün belge ve bilgiler, derin devletin ve çetelerinin İslam’a ve Müslümanlara karşı yaptıkları gayri ahlaki faaliyetlerinin deşifre edilmiş bilgi ve belgeleri idi.
Kemalist-laik rejimin bu stratejisi devam etmektedir. Sürekli Müslümanlara saldırılacak, karalama kampanyaları düzenlenecek, İslami hareketler terörist diye ilan edilip lanse edilecek, Müslüman halk bu tür tehdit ve baskılarla sindirilmeye çalışılacak ve bu taktiklerle kendi menfaat ve çıkarları için oluşturdukları çeteleri himaye edecekler. Daha önce hep karanlıkta faaliyet gösteren derin devletin bu güçleri yanında, zamanın beraberinde getirdiği değişim ve yeniliklere uyum sağlamak için legal kuruluşlar bünyesinde de örgütlenmeleri hızla sürmektedir. Bomba yüklü araçlarla toplumu germek, laik kimlikli yazar ve akademisyenlere yönelik terör eylemleri gerçekleştirerek İslami kesimleri hedef tahtasına oturtmak ve darbe ortamını hazırlamakla görevli bu çeteler, daha çok devletin âli menfaatlerine (!) hizmet edecekler.
Hizbullah, El Kaide gibi isimleri bahane ederek yapılan geniş çaplı operasyonlar ve infazların hepsi de gayri ahlaki ve hukuk dışıdır. Bütün bunlar sadece İslam’a ve Müslümanlara karşı güdülen bir düşmanlığın dışa yansımasıdır. “Minareyi çalan, kılıfı da bulur” misali yapılan bu operasyonlara da elbette bazı gerekçeler uydurulacaktır. Hakikatte ise; yapılanlar İslam düşman-lığının dışa yansımasıdır.