“…ve Kürdistan’ın bağrından çıkan Hizbullahi bir cemaat kurdu.” Bınavê Xwedayê Sübhan u Dıluvan Önceki bölümlerde Hizbullah cemaati kurulmadan önce genel olarak Türkiye’nin ve özelde de Kürdistan’ın durumunu, Müslüman camianın içinde bulunduğu vaziyet ve o dönemlerin ortam ve şartlarına kısaca değindik. Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu ve onunla beraber omuz omuza çalışan samimi dostları uzun bir müzakere ve müşavereden sonra önceki bölümlerde de bir kısım vasıflarını izah ettiğim Hizbullah cemaatini kurdular. Bu cemaat Kürdistan’da kuruldu. Ancak bu cemaat ırkçı ve milliyetçi tavırları benimsemediği gibi böyle bir söylemi de kullanmamıştır. Bu cemaatin ırkçılığa ve kavmiyetçiliğe bakışı tamamen Kur’an ve Sünnetin ölçüleri çerçevesindedir. İnsanlara bakışı; ırk ve milliyet cihetiyle değil; takva ilkesine göredir. “en hayırlınız, en takvalı olanınızdır” kaide-i ilahiyi esas alır. Milliyetçilik akımının toplumları birbirine düşman ettiği ve bu akımdan dolayı milliyetçiliğin kutsandığı bir dönemde rotasını yüce Allah'ın “ Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat 13) fermanı doğrultusunda belirlemiş ve bundan asla sapmamıştır. Bu cemaati kuranların Kürdistan bölgesinden olmaları hasebiyle cemaat merkezinin de Kürdistan’da olması gayet normal bir şeydir. Yine, İslama davet ve tebliğ metodunun bir gereği olarak müslümanın önce kendi nefsini sonra ailesini, sonra mahallesini, sonra şehrini, sonra bölgesini ve bu silsileyi devam ettirerek halkalar şeklinde genişlemesi davanın tabiatındandır. Bu hareket bu şekilde başlamış ve günden güne bölgenin tüm yerleşim alanlarına yayılmıştır. Bu davet ve tebliğ bölge ile sınırlı kalmayıp Türkiye’nin her tarafında bulunan İslami hassasiyetler sahibi insanlara imkanlar dahilinde ulaştırılmaya çalışılmıştır. Cemaat öncesi dönemde de bölgedeki İslami hassasiyetlere sahip insanlar Türkiye’nin diğer bölgelerinde aynı amaçlara hizmet eden kesimlerle tanışıklıkları ve münasebetleri olduğundan cemaatin vücuda gelmesiyle de bu münasebetler kesilmemiş bilakis daha da güçlenmiştir. Hizbullah cemaatinin öncüleri, direk yada dolaylı olarak Türkiye’nin diğer bölgelerinde bulunan İslami camiadan hemen hemen ulaşmadıkları kimse bırakmamışlardır. Bu cemaat elinden geldiği kadar bu Müslümanlara karşı görevini yerine getirmeye çalışmıştır. Cemaatin yükünün ağırlaştığı ve bölge şartlarının zorlaştığı dönemlerde, özellikle kendisine dayatılan ve tahmil edilen bir savaşın içine itildikten sonra bu ilişkilerde bir duraklama olmuşsa da bu tamamen imkansızlıklardan kaynaklanmıştır. Bu cemaat hiçbir zaman kendisine alan olarak sadece Kürdistan bölgesini belirleyip buna göre hareket etmemiştir. Ancak davetin tabiatı gereği önceliği kendi bölgesine vermiştir, bu da gayet normaldir. Kürdler, tarih boyunca Kürdistan olarak bilinen coğrafyada yaşamışlar ve İslam'a hizmette büyük fedakarlıklar göstermişlerdir. Şuurlu ve bilinçli bir biçimde İslam ümmetinin bir parçası olmuş ve bu anlayışla sorunsuz bir şekilde İslam ümmetine sadık kalmışlardır. Kürdistan, İslam diyarıdır ve İslam dünyasının bir parçasıdır. Bu coğrafyada yaşayan diğer kavimlerin de vatanıdır. Yüce Allah'ın her kavme tanıdığı her türlü haklar, Kürd’ler için de geçerlidir. Gerek Kürdler ve gerekse diğer kavimlerin İslami ve insani temel hak ve özgürlüklerinin temini ve korunması Yüce Allah tarafından verilmiş bir haktır. Hizbullahi cemaat, yüce Allah'ın emir ve nehiyleri doğrultusunda, Rasulullah (sav)'in sünneti ve nebevi metodu üzere Kürdistan coğrafyasının bağrında vücuda gelmiş ve yayılmıştır. Bu hareket, İslam’ın pak ve münezzeh kaynağından beslenerek Rasulullah (sav)' in metodu üzere İslam'a davet ve tebliğ vazifesini icra etti. Hareketin bu vasıflara sahip olduğunun bir ispatı da dost düşman her kes tarafından – bazılarının zorlarına gitse bile, değiştirip farklı anlamlar yüklemeye çalışmalarına rağmen- “HİZBULLAH” ismi mübarekiyle isimlendirmeleridir. Cemaat, ismi ile ilgili resmi bir açıklama veya ilam yapmadığı halde bu isimle tesmiye edilmesi, onun bu isme layık olduğunu ispat eder. İslam tarihini okuyanlar veya Rasulullah (sav)' ın mücadelesinden haberdar olanlar bilirler ki; hak davası kadar düşmanlarından şiddet ve tepki gören bir dava yoktur. Bu Rasulullah (sav)' ın davetine karşı yapıldığı gibi bu gün de aynı metotla mücadele veren hareketler aynı şiddet ve tepki ile karşılanmaktadır. Bu şiddet ve tepkilerin doz ve biçimlerine baktığımızda da aynı özellikleri taşıdığından da anlaşılıyor ki bu dava haktır. Elbette bu gün de bu hak davayı karalayacaklar ona karşı şiddete başvuracaklar, güneşi balçıkla sıvamaya kalkışacaklar. Ama güneş balçıkla sıvanmadığı gibi gözlerin kapatılmasıyla da gündüzler gece olmaz. “kim Allah'ı, Peygamberi ve müminleri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız hizbullah’tır.” (maide 56) Selam ve dua ile…. M. Zeki GÜNEY |