“Müslümanların bölük-pörçüklüğü”nü gidermek için İslami duyarlılığa
sahip kişi ve grupları bir araya getirip Müslümanların vahdetini oluşturarak tek
güç olma yolunda gayretler içerisine girer. Cemaatsel bir yapıyı esas alarak
mücadele vermenin gerekli olduğunu bilen ve bu hedefler doğrultusunda faaliyet
sürdüren cemaate, ayak uyduramayan kişi ve gruplar da yavaş yavaş dağılırlar
O,
sınırları ve kuralları hakim rejim güçlerince belirlenmeyen, ucu hiçbir tarafa
dayanmayan, bağımsız, nebevi hareketi model edinen, mezhepler üstü, ifrat ve
tefritten uzak, mutedil bir temel üzerinde, müstakim bir akide anlayışına sahip,
taassuptan arı, modern, çağdaş, yeniliklere açık ve Kürdistan’ın bağrından çıkan
Hizbullahi bir cemaat kurdu.
Bınavê Xwedayê
Sübhan u Dıluvan
Cumhuriyetin kurulması ve Kemalist rejimin hakim olmasıyla,
islami hüviyete sahip ne varsa hepsi lağvedilerek hükümleri iptal edildi.
Çıkarılan inkılap kanunlarıyla İslam hedef alınarak tamamen toplum hayatından
çıkarılmaya çalışıldı. Tedrici olarak hedeflerini gerçekleştirmek isteyen
Kemalist rejim, karşı çıkan unsurları da tamamen silme ve sindirme
faaliyetlerine başladı. Oysa Müslüman halk böyle bir ihanetten habersiz idi.
Kemalistlerin gerçek yüzlerini ve icraatlarını gören halk, ülkenin bir çok
yerinde başkaldırarak tepkisini ortaya koydu. Bu tepkiler rejim güçleri
tarafından ağır bir şekilde bastırılıyordu. Kemalist rejim camileri ahırlara
çevirip ezanı susturdu. Kur’an’ı yasaklayarak toplatıp ateşe verdi.
Bu gelişmeler karşısında Kürdistan halkının tepkisi çok farklı ve şiddetli oldu.
Şeyh Said Efendi hazretleri bölgedeki tüm şeyh, alim ve ileri gelenlere
mektuplar yazarak gelişmelerden haberdar etti ve onları karşı koymaya davet
etti. Bir kıyam başlatarak Şeriat hükümlerinin hakim kılınmasını hedeflemişti.
Bunun için yoğun bir faaliyet içerisine giren Şeyh Said’in bu faaliyetlerinden
haberdar olan rejim, bu hareket güçlenmeden yok etme planlarını yapmaya başladı.
Provokasyonlarla henüz hazırlıksız olan hareketin üzerine gitti ve kanlı bir
şekilde bastırdı. O günden sonra ciddi bir karşılık görmeyen Kemalist rejim,
sürekli İslami varlıklara saldırmayı, Müslüman halkın İslami hassasiyetlerini
yok edip yozlaştırmayı ve özellikle Kürt halkına karşı asimilasyonu birinci
hedefi yaptı. Üstad Bediuzzeman’ın iman ve İslam hizmetini baskı altında tutarak
harekete dönüşmesini engelledi.
Müslümanlar ve islami hareketlilikler yoğun bir baskı altında tutuldu. Bu
dönemde ülkede materyalizm ve kominizm gün geçtikçe güçlendi ve güçlendirildi.
Bu ideoloji ve akımların güçlenmesi kemalist rejimin işine geliyordu. Özgürlük
ve eşitlik gibi yaldızlı sloganlarla halkı cezp etmeye çalışıyorlardı. Bu
dönemde yapılan asimilasyon, dejenerasyon ve anti propagandalarla İslam bir
afyon haline sokulmuştu. İslam’dan bahsetmek utanılacak bir durum haline
gelmişti. İslam, gericilikle ve çağdaş medeniyete engel olmakla
özdeşleştirilmeye çalışılıyordu. Marks ve Lenin’in kuramlarıyla süslendirilen
materyalizm adeta altın çağını yaşıyordu. İdeolojik ve fikri tartışmalar en
revaçta olan hobiler olmuştu.
Genel olarak ülke içerisinde Müslümanların durumu ise içler acısıydı. Uzun bir
süredir en ağır baskılara maruz kalan Müslümanlar ne yazık ki kendilerine
gelemiyor, gelişen ve değişen şartlar karşısında kendilerini yenileyemiyor,
aktif olarak meydanda yerlerini alamıyorlardı. Müslümanlar gerçekten vahim bir
durumdaydılar.
Kürdistan’ın durumu da ülkedeki gelişmelere paralel olarak gidiyordu.
Materyalizm fikri ve kominist düşünce kürt halkı arasında daha çok yayılmış ve
etkili olmuştu. Kürdistanda sürekli etkin bir konumda olan ulema ve tarikat
çevreleri ise kısmen bu yeni dalgadan etkilenmiş, diğer kısmı da Kemalist
rejim’in yıllardan beri uyguladıkları baskılar neticesinde suya sabuna dokunmaz
bir hale gelmişti. Risale i Nur hareketi ise materyalist fikirlere karşı en iyi
ilaç olmasına rağmen fikri bazdan eylemsel aşamaya geçişi sağlayamadığından
dolayı etkili olamamıştı. Kürdistan, rejim tarafından ilmi, siyasi, ekonomik ve
ictimai olarak sürekli geri bırakılıyor ve yoğun bir asimilasyona uğratılıyordu.
Müslümanlar inqilabi bir çizgiden ziyade milli muhafazakar bir duruşu sergileyip
dernekler ve partilerin gölgesinde yaşamaya çalışıyorlardı. ülkede aynı zamanda
aşırı milliyetçi akımlar da güçleniyordu. Müslümanların milliyetçi-muhafazakar
bir çizgide durmaları onları aşırı milliyetçilerle birlikte olma suçlamasıyla
karşı karşıya bırakıyordu.
Mısırda Üstad Hasan El Benna önderliğinde bir çığır olarak açılan ve hızla
yükselen İhvan-ı Müslimin hareketi bütün Müslüman ülkeleri etkilemiş; fikir,
hareket ve devletleşme alanında gerekli yenilikleri gerçekleştirerek İslam
aleminin dertlerine deva olma yolunda hayli mesafe katetmişti. Bütün Müslüman
ülkelerde etkisini gösterdiği gibi Türkiyede de etkili olmuştu. Türkiye’de
nispeten de olsa İslami camiada bir kıpırdanma olmuş, Müslümanlar seslerini daha
gür bir şekilde yükseltebilir hale gelmişti.
Şehid Rehber, böyle bir zamanda gençliğini bölgedeki İslami oluşumlar içerisinde
geçirmiş, aktif olarak İslami mücadelede yerini almıştı. Liseden sonra A.Ü.
Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanmış ve okula kaydını yapmıştır. Materyalist ve
koministlerin hakim oldukları bu yeni çevrede, Müslümanların düşünsel ve pratik
alandaki sönük ve pasif bir pozisyonda olmaları ve sol düşünceye karşı yetersiz
kalışları onu derinden etkilemiştir. Bu durum onun hayatında önemli bir
değişimin başlangıcı olmuştur. Okulu bırakıp Risale-i Nur külliyatını alıp
köyüne döner. Bir yıl boyunca adeta inzivaya çekilerek Risaleyi okumaya ve
tedkik etmeye çalışır. Çoğu zaman yiyeceğini de yanına alarak dağ başlarına
gider. Risaleden aldığı ilhamla fikri etüdler yaparak Müslümanların sorunlarını
teşhis eder ve hakiki çözümlerini bulur.
Fikri ve düşünsel alanda gerekli tekamülü gerçekleştirdikten sonra okula döner,
tespit ettiği çözümler ışığında mücadelesini vermeye başlar. Despotik bir
rejimin baskısı altında o güne kadar yaşayan Müslümanlar, dernek ve siyasi
partilerin gölgesinde mücadele veriyorlardı. Oysa mücadelenin tamamıyla bina
edildiği bu metod, islamın tabiatıyla uyuşmuyor ve gerekli başarıyı da
sağlayamıyordu. Bu tür çalışmalar aynı zamanda hakim güçlerin insaflarına kalmış
ve akamete uğratılmaları onların iki dudağı arasından çıkan talimatlara endeksli
idi. Zaten bu tür legal faaliyetler ancak çok cüzi bir hizmete vesile olabilir.
Uzun bir müddet bu mücadele ortamında kalan Şehid Rehber, mevcut mücadele
metodları ile islama hizmet edilemeyeceğini anlar. Çünkü mücadele vermek için
güç ve güçlü olmak gerekiyordu. Güç olmak için de itaat, disiplin, düzen, nizam
ve intizam içerisinde hareket etmek ve kararlılık gerekiyordu. Bu vasıflar da ne
derneklerde ne de parti bünyesinde bulunabiliyordu. Buralarda hakim rejimin
belirlemiş olduğu sınırlar ve kurallar mevcut idi.
Ancak “cemaatleşme” ile islama hizmet edileceğini anlayan Şehid Rehber ve
yoldaşları, dernek tabelalarını indirip asıl nebevi metod olan cemaatleşme
yolunda ilk adımı atarlar. Şehid Rehber, Üstad Bediuzzaman’ın akide ve iman
reçetelerini, Üstad Hasan El Benna’nın davet ve teşkilat metodu ile birleştirip
ideal ve çağdaş İslami anlayışı oluşturur ve bunu pratiğe geçirir. O bu
hareketiyle Türkiye ve Kürdistan’ın islama susamış halklarına ve çorak
topraklarına hayat verir ve İslam düşmanları karşısında izzetle mücadele
verebilecekleri bir çığır açar.
O, sınırları ve kuralları hakim rejim güçlerince belirlenmeyen, ucu hiçbir
tarafa dayanmayan, bağımsız, nebevi hareketi model edinen, mezhepler üstü, ifrat
ve tefritten uzak, mutedil bir temel üzerinde, müstakim bir akide anlayışına
sahip, taassuptan arı, modern, çağdaş, yeniliklere açık ve Kürdistan’ın
bağrından çıkan Hizbullahi bir cemaat kurdu.
O, Türkiye ve Kürdistan’da TC rejiminin yoğun baskıları sonucu aslından
uzaklaştırılan ve etkisizleştirilen İslami hareketi yeniden tecdit şiarıyla
harekete geçen, asrımızın son çeyreğinin müceddididir.
İslami mücadele denildiğinde öncelikle birinci dereceden sorumlu ulema kesimi
akla gelir. Şehid Rehber ilk olarak alimlere bu davet ve teklifi götürür.
Kürdistan uleması, hakim rejimin baskısı altında adeta işlevsiz bir konuma
gelmiş, beşeri ideolojilere karşı gerekli ideolojik gelişmeyi başaramamış ve
klasik kalıbın dışına çıkamamış bir durumda idi. Medreselerin durumu ise içler
acısıydı. Şehid Rehber, o dönemin zorlu şartlarına rağmen kürdistan’ın her
tarafına şehir şehir, köy köy dolaşıp memleketin en ücra köşelerine kadar ulema
kesimine ulaşmak için gider, sorumluluklarını hatırlatır, proje, davet ve
tekliflerini yaparak onlardan destek ister. İslama hizmet için ortaya koyduğu
proje ve çözümlerle medreselere taze bir kan getirir. Kürdistan medreseleri
yeniden fonksiyonel bir konuma getirilerek canlandırılır. Asri İslami eserler
basılıp medrese ve ilim ehli arasında dağıtılır. Adeta ilim seferberliği ilan
edilir.
İlk başlarda yoğun bir destek verildi. Ancak düzenli, nizamlı-intizamlı bir
mücadele üslubuna alışkın olmayan bu kesimden bir kısmı, bir müddet sonra
yoruldu, bir kısmı ayak uyduramayıp geride kaldı, bir kısmı da cemaat içerisinde
aktif olarak hizmet etmeye devam etti.
Ne yazık ki bu kesim İslami hareket için altyapı olamadılar. Mücadelesine devam
eden Şehid Rehber, Müslümanların içinde bulundukları vahim durumun en önemli
sebeplerinden biri olarak gördüğü “Müslümanların bölük-pörçüklüğü”nü gidermek
için İslami duyarlılığa sahip kişi ve grupları bir araya getirip Müslümanların
vahdetini oluşturarak tek güç olma yolunda gayretler içerisine girer. Cemaatsel
bir yapıyı esas alarak mücadele vermenin gerekli olduğunu bilen ve bu hedefler
doğrultusunda faaliyet sürdüren cemaate, ayak uyduramayan kişi ve gruplar da
yavaş yavaş dağılırlar.
Uzun bir süre bu kesimlerle uğraşan, büyük bir emek verip zaman harcayan Şehid
Rehber, cemaate altyapı ve temel oluşturacak gençlik kesimine ve okullara
yönelir. Yoğun tebliğ ve davet çalışmalarına cevap veren genç kesim arasında
dava hızla yayılır. Kültürel faaliyetler çığ gibi büyür. Bölge adeta bir
kütüphaneye dönüşür. Susamışların suya hasreti misali sürekli geri bırakılan,
hüviyetsizleştirilerek ölüme itilen Kürdistan gençliği, bu faaliyetler
neticesinde yeniden hayat bulur. Buna paralel olarak da cemaatsel yapılanma,
kural ve prensiplerle bina edilir. İslami hareket artık Kürdistan’da yerini
almış, bölgenin sorunlarına asıl çözüm yollarını ortaya koyan belirleyici asıl
unsuru haline gelir, bölge mülhid örgüt ve güçlerin tasallutuna mahkum olmaktan
kurtarılır.
Mülhid hareketler o güne kadar Kürdistan’ı kendi malları gibi görüyorlardı.
İslami hareketin bölgede hızla yayılmasına ve güçlenmesine tahammül
edemiyorlardı. Bütün imkanlarını İslami hareketin aleyhinde kullanan ilhadi
örgütler başarılı olamayınca silahlı bir mücadeleyi, daha doğrusu bir savaşı
Hizbullahi cemaate dayatmaya çalıştı. Cemaat, bütün önleyici gayretlerine rağmen
yine de savaşın önüne geçemedi. Gelinen noktada kendi meşru müdafaa hakkını
kullanarak karşılık verdi ve baş eğmedi. İhlas ve kardeşlik esasları üzerine
kurulu cemaate Allah yardım etti ve bu savaştan güçlü ve başı dik olarak çıktı.
İstemediği bir savaşa mecbur edilen cemaat, gün geçtikçe temellerini daha da
güçlendirdi. O güne kadar bölgenin kronikleşmiş bir çok sorununa çözümler
getirerek halkın rahatlamasını sağladı. Artık Kürt halkı zalim ve mülhidlerin
mahkumu değildi. Bölgenin çehresi değişip İslam, izzet ve şerefiyle her tarafta
hissedilir olmuştu. Cemaat islamın sembolü olan camileri asli fonksiyonuna
kavuşturarak Kur’an eğitimi seferberliğini başlattı. Bölgede onbinlerce Müslüman
evladı Kur’an ile buluşturuldu ve Kur’ani sadalar bölge üzerinde yükselmeye
başladı.İslam’ın bu yükselişi karşısında TC rejimi ile birlikte tüm İslam
düşmanları korkuya kapıldılar. Şer güçler ittifakı kurarak topyekün cemaate
saldırdılar. Bütün gayri ahlaki ve gayri meşru yolları kendileri için mübah
görerek bütün imkanlarını seferber ederek cemaat üzerinde kullandılar. İçten ve
dıştan elinden ne geldiyse ardına bırakmayan bu şer güçler karşısında Şehid
Rehber önderliğindeki cemaat, sürekli kendini yenileyerek saldırganların
stratejilerine karşı kendi stratejileriyle karşılık verdi. Bu güne kadar ilk
defa kendini düşman tuzaklarına karşı kuruyabilen ve karşı taktikler
geliştirebilen bir cemaat, TC rejimine karşı boy gösteriyordu. Özellikle derin
devlete karşı çok başarılı bir mücadele veriliyordu.
Bölgede büyük bir güç haline gelen cemaati ağır baskılara maruz bırakan ve
üzerine imha maksatlı operasyonlarla giden TC rejimi, hiçbir ahlaki sınır
tanımadan giriştiği operasyonlar zinciri neticesinde 17 Ocak 2000 tarihinde,
kendisinin dahi beklemediği bir gelişme üzerine Şehid Rehberin şehadetiyle
sonuçlanan bir olayla zafer sarhoşluğuna kapılarak bütün Müslümanlara karşı
acımasızca ve yargısız infazlarla büyük bir zulme daha imza atıyordu. Bütün
kitle iletişim araçlarıyla fiziki ve psikolojik savaş yöntemlerinin hepsini
namertçe kullanan rejim, hizbullahi hareketi imha ettiğini sanıyordu. Oysa
mektebinde şehadet ve kıyam ruhu olan Hizbullahi cemaat, acı ve ağır bile olsa
mücadelenin gayet tabii olan gelişmeleriyle karşılaşıyordu.
Şehid Rehber, vazifesini yerine getirmiştir. O, üstad Bediuzzaman’ın “
Kader ise, "neden tam ihlasla, tam bir tesanüdle, tam bir hizbullah olmadınız?"
diye bizi onların elleriyle tokatladı, adalet etti.”(1) şeklinde, ömrünün
sonunda dile getirdiği hakikati pratiğe geçirdi ve hakiki bir Hizbullah’ı kurdu.
O, çetin bir halk olan Kürtler arasında düzen, nizam, intizam, disiplin ve
prensiplerden oluşan bir cemaati Allah’ın yardımıyla vücuda getirdi ve
yüzbinlerin hidayetine vesile olarak Müslümanlara büyük bir miras bıraktı. O,
mahrum bırakılmış Müslüman Kürtler için bir mektep, bir okul oldu, tarihin
kendisine düşen kesitinde misyonunu yerine getirmiş olarak yerini aldı.
Ey Şehid Rehber! Şanlı mücadelen ile daima yaşayacaksın, mazlum ve mahrumlar
için esin kaynağı olacaksın. Şehadetin mübarek, ruhun şad, mekanın cennet olsun.
M. ZEKİ GÜNEY |