Evin tek çocuğuydu. Bütün gününü annesi ve ninesiyle birlikte geçiriyordu. Hayata gözünü açtığından beri baba sevgisinden ve okşamasından mahrum olmanın verdiği sıkıntı, yaşı arttıkça daha bir belirginleşiyordu belleğinde. 11 yaşındaydı. Tam 11 yıldır zindanın dört duvarı arasında yaşıyordu babası. Zehra’nın dünyaya gelmesinden bir ay sonra bir gece baskınıyla evinden alınmış bir daha da dönmemişti. Koca bir yılın içinden bir gül gibi açılan bayramlarda gözleri kapıda babayı beklemeye başlardı. Gelemeyeceğini bildiği halde, kapıya en yakın yere oturup gözlerini kapıdan ayırmayan ve beklemekten vazgeçmeyen ninenin bu davranışı Zehra’yı etkilemiş, onu da beklemeye yönlendirmişti. Bayramdan sonra, içten içe gelen yutkunmalar ve soluk yüzlü ümidin arasından sıyrılıp bir başka bayrama aktarılan kavuşma saatleri sabretmeyi gerektiriyordu. Zehra’nın hayatı bu şekilde dönüp duruyordu. Son zamanlarda radyodaki görüş saati programı ızdıraplı yüreğinde hafif bir teselli rüzgârının esmesine yol açmıştı. Haftada bir kere yayınlanan, zindana uzanan köprüye dönüşen görüş saatini büyük bir heyecanla bekliyordu. Akşamın karanlık çehresi kalabalık ve gürültülü şehri koca bir yorgan gibi örtmüştü. Annesi bulaşıkları yıkamakla meşguldü. Ninesinin çayını doldurmak için çaydanlığa uzanınca telefon çaldı. Telefondaki heyecanlı ses dayısına aitti. Zehra’nın sesini duyunca nefes nefese kalan dayı: - Zehra! Müjdemi ver!
- Hayırdır dayı! Ne müjdesi?
- Bugün babanı serbest bırakıyorlar. Hayatında ilk defa karşılaştığı beklenmedik haber küçük Zehra’da şok etkisi yapmıştı. Dili tutulmuş, ne diyeceğini bilmiyordu. Babasının her baba gibi eve geleceğini, kızının başını okşayacağını, birlikte yemek yiyeceklerini, babasının çayını dolduracağını daha önce hiç düşünmediğinden, bütün bunlar kafasında bir bir şekillenmeye başladı. Dili kilitlenmişti. Kulağında ahize olduğu halde birkaç saniye tepkisizce bekledi. Öte yandan dayısı: “Zehra, Zehra!” deyip duruyordu. İlk heyecanını üzerinden atan Zehra: - Dayı şaka mı ediyorsun?
- Ne şakası! Telefonu ninene versene!
- Nine! Dayım seninle konuşmak istiyor!
- Süleyman! Oğlum sen misin? Mutfağa koşan Zehra annesini haberdar etti. Anne ve kızı koşar adım telefona cevap veren ninenin yanına dikildiler. - Evet! Benim! Müjdemi ver teyze! Oğlun zindandan çıkıyor! Bu haber üzerine annenin gözlerinden sımsıcak yaşlar boşalmaya başladı. Boğazı dolmuştu. Ahize kulağında olduğu halde hiçbir şey söyleyemedi. Bunun üzerine Süleyman: - Hazırlanın! Birkaç dakika sonra sizi almaya geleceğim, deyip telefonu kapattı. Yaşlı kadın gözlerini silmeye çalıştı. Heyecandan yerinde duramayan Zehra:
- Neneciğim! Babam serbest bırakılıyor değil mi? Nine “evet” manasında başını salladı. Bu güzel haber üzerine seccadesini açıp iki rekât şükür namazı kaldı. Ellerini kaldırıp bu güzel haberden dolayı Allah’a şükretti. Dayının birkaç dakika içinde gelmesiyle hep birlikte zindana doğru yola çıktılar. Gecenin karanlığına, soğuğa ve yağmura rağmen zindanın önü tıklım tıklımdı. Zindan bahadırlarının özgürlük haberini alan yakınları ve dostları zindanın önünü doldurmuşlardı. Zehra’yla aynı kaderi paylaşan başka arkadaşları da oradaydı. Güzel haber buz gibi dondurucu soğuk havanın altında bekleyen bedenleri ısıtmaya yetiyordu. Bütün gözler, acı çehresi ve buz gibi duvarlarıyla zindanın ürküten koca kapısına kilitlenmişti. Bu büyük kapının ne zaman açılacağını kimse bilmiyordu. Ara sıra kapının açılıp kapandığı oluyordu. Oysa giriş çıkış yapanlar genellikle zindan görevlileriydi. Uzun kış gecesinin kalbinde, yaşlı gözlerin ve yaralı yüreklerin sabırlı bekleyişi başlamıştı. Bıkmadan, usanmadan beklemeye karar vermişlerdi umudun baharına tutunmuş ihlaslı yürekler. Gece karanlığına, yağmura ve iliklere kadar donduran soğuya aldırdıkları yoktu. Bu gece adeta imtihan gecesiydi. Aşk, sevgi ve muhabbet yüzlülerin imtihanıydı. Sevgiyle coşan genç simalar marşlar eşliğinde halay çekmeye başladılar. Bekleme uzadıkça halay da uzuyordu. Zindanın önü koca bir düğün merasimini andırıyordu. Herkeste tarifi mümkün olmayan coşku vardı. Mutluluğun sıcak nefesi altında hünerlerini ortaya koyan gençler sıralar halinde govende tutulmuşlardı. Sevinçten kendisini bir kelebek gibi hisseden Zehra’nın kafasında bir sürü düşünce sıralanmıştı. Babasının ellerinden doyasıya öpmeyi, içinden geldiğince “Baba! Babacığım! Canım babacığım!” demeyi, elini tutup yürümeyi, birlikte parka gitmeyi, bayram namazı dönüşlerinde kapıda karşılayıp elini öpmeyi…” ve daha nice şeyler kafasının düşünce odalarında mekik dokuyordu. Gece ilerledikçe, şiddetli soğuk katı çehresini acımasızca hissettiriyordu. Oysa hiç kimsenin bırakıp gitmeye niyeti yoktu. Bütün yürekler o mutlu saate kilitlenmişti. Ara sıra yükselen “Allahuekber” sesleri dondurucu soğuğu ve karanlıkları yararak göğe tırmanıyordu. Gece yarısı çoktan aşılmıştı. Saatler gecenin üçünü bile gerilerde bırakmıştı. Bütün gözlerin üzerinde olduğu zindanın koca kapısı hareket etmeye başladı. Demir kapı yarıya kadar açıldı. Allah’ım bu bir mucize olmalıydı. Zalimlerin bir ömür zindanlarda çürütmeyi ahdettikleri Allah’ın dostları özgürlüğe yürüyordu. Ellerini kollarını sallaya sallaya, dudaklarında tebessümler, gözlerinde bütün çağlara meydan okurcasına umut ve kararlılıkla ilerliyorlardı. Tekbirler yeği göğü inletmeye başlamıştı. Bir çırpıda harekete geçen erkekler zindan kapısına yöneldiler. Kadınlar ise gözlerinden sıcak yaşlar boşaldığı halde her zamanki gibi meraklı gözlerle kenarda beklemeyi yeğlediler. Babasını zindandan almaya gelen Zehra, büyük bir heyecan ve yüreğini kuşatan tarifi mümkün olmayan sevinçle yüz yüze gelme anını bekliyordu. Babasını görmek için bütün bakışlarını kalabalığa yöneltmiş ancak görememişti. Kapının açılmasının üzerinden üç dört dakika geçmeden, zindandan çıkanların içindeki yaşlı amca kalabalığın arasından sıyrılıp arkası açık bir arabanın üzerine çıktı. Bütün gözler buraya yöneldi. Zindandan çıkan amcanın megafonla halka hitap etmesiyle ortamı derin bir sessizlik kapladı. Çalışan sadece habercilere ait fotoğraf makinelerinin flaşlarıydı. Heyecanının doruğa ulaşmasından dolayı Zehra, amcanın söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştı. Bunun bir rüya olmadığını, tamamıyla hakikat olduğunu anlamıştı. Yusufi yüzlülerden bazılarının zindan kapısından çıkışına bizzat tanık olmuştu. Arabanın üzerine çıkıp konuşan amcanın zindandan çıkanlardan olması bütün bunların birer hakikat olduğunun ispatıydı. Özgürlüğe yürüyenler akrabalarının ve dostlarının arasına karıştılar. Kucaklaşmalar uzun süre devam etti. Yüreği yanan yaşlı analar, babalarına hasret kalarak büyüyen kız çocukları ve bir çınar gibi evlerinde oturup kocalarını bekleyen kadınlar bir kenarda beklemeye devam ettiler. Yüzlerin, binlerin sevinç çığlıkları arasında devam eden kucaklaşmalardan sonra özgürlüğe yürüyen yiğitler kadınların bulunduğu tarafa yöneldiler. İlk önce yaşlı anaların ellerine kapandılar. Bir eliyle gözlerinden boşalan sevinç gözyaşlarını silmeye çalışan Zehra, babasının ellerine kapandı! Hayatında ilk defa bu kadar yakından görüyordu babasını! Her çocuk gibi derinlerden gelen bir sedayla “Babacığım!” dedi. Eline sıkıca sarıldığı babasıyla eve dönmek için hazırlanırken, baba; - Süleyman sizi eve bıraksın! Ben sonra geleceğim! 11 yıl sonra azizimizin, Şehid Rehberimizin kabrini ziyaret edeceğiz. İnşallah erken dönmeye çalışacağım! dedi. Yanında babası olmadan eve dönmüştü. Oysa buna hiç de aldırdığı yoktu. Artık babası özgürdü. Bunu babasının ellerine dokunarak, sıkarak ve öperek anlamıştı. Nasıl olsa Şehid Rehberin kabrini ziyaretten sonra eve dönecekti. Anne maharetlerini sergilemiş, en güzel yemekleri yapmıştı. Amcalar, dayılar ve halalar evi ağzına kadar doldurdukları halde babadan haber yoktu. Akşam saatlerinde dış kapının vurulması üzerine bir çırpıda bahçeye fırladı. Kapının önünde babası duruyordu. “Babacığım!” deyip bırakmak istemezcesine ellerine sıkıca sarıldı. Babanın gelişiyle on bir yıldır mahzunlara teslim olmuş evde büyük coşku yaşanıyordu. On bir yıl sonra ailenin mutluluğu evin duvarlarında yankılanıyor, ev kimsesizlik atmosferinin yüklediği ağır duygulardan sıyrılıyordu. Babasına kavuşan Zehra’nın yüreğinin derinliklerinde sebebini bilmediği garip bir korku hafiften de olsa rahatsızlık veriyordu. Aynı korkuyu ninesinin ve annesinin gözlerinde de hissediyordu. Sanki birileri babasına zarar verecek ya da soğuk yüzlü zindanın duvarları arasına götürecekler gibi hisler zihnini meşgul ediyordu. Sevinç ve mutluluk iki gün sürebilmişti. İnsanların, özellikle de ömürlerini inançlarının gölgesinde geçirmeye çalışanların özgürlüğüne tahammül edemeyen karanlık güçlerin harekete geçtiği haberi ailedeki mutluluğu bir ok gibi ortasından vurmuştu. Zalim vicdanlıların Müslümanlara olan tahammülsüzlüğü, kanunlarını çiğnemlerine ve zulmetmelerine yol açıyordu. Müslümanların özgürce yaşamalarını kabullenecek erdemliliği gösteremiyorlardı. Üç gün önce özgür bıraktıklarının içinden Müslümanları, kendi kanunlarını çiğneyerek bir daha içeri atmaya ve ömür boyu çürütmeye karar vermişlerdi. Ailesiyle vedalaşan baba, boşalan gözyaşlarının arasından sıyrılıp kapıya yöneldi. Yaşlı gözlerle babasını kapıya kadar yolcu eden Zehra, “Babacığım! Babasız yaşamaya tahammül edemiyorum. Lütfen bizi yalnız bırakma. Ne olur beni de götür. Bir ömür babamla birlikte yaşamak ve ona hizmet etmek istiyorum” dedi. Gözyaşlarını tutamayan baba “Sabret yavrucuğum… Allah kerimdir… İnşallah uzun sürmez geri dönerim” deyip gecenin karanlığının içinden sıyrılıp gözlerden kayboldu. Zehra, kısa süreli mutluluğu şiddetli kışın ortasında açan bir güle yormuştu. Aradan bir iki gün geçmeden asıl kıyamet kopmaya başlamıştı. Ellerinde kocaman silahlarla evi basan polisler babasını arıyorlardı. Tam 11 yıl önceki gibi botlarıyla eve dalıp evde bulunan her şeyi sağa sola fırlattılar. Evin sakinleri anlaşılmaz bir şaşkınlık içindeydiler. Daha beş gün önce zindandan bıraktıkları babası yüzlerce polis tarafından aranıyordu. Oysa bu beş gün içinde babasının işlediği suçu hiç kimse bilmiyordu. Babayı arayan polisler de bilmiyordu. Soluğu ninesinin yanında alan Zehra; “Neneciğim! Neden bıraktılar? Neden arıyorlar?” deyince, şaşkınlığı üzerinden atamayan nine, kafasını sallayıp bilmediğini söyledi. Eskiden dört duvar arasında zindanı mekân edinen baba, bu sefer bilinmeyen bir yöne açılmıştı. Ne adresi belliydi ne kaldığı mekân! Anlaşılan bu sefer adına hicret denen yeni bir hayat başlıyordu. Hızlı geçen günlerin ardından kafasındakilere bir anlam yüklemeye çalışan Zehra, babasının bir bayram görüşünde zindanın dört duvarı arasında söylediği sözü hatırlayınca her şeyi yerli yerine oturtmaya başladı. “Savunduğumuz İslam davası o kadar yüce ki, onun için bütün ömrümüz zindan ya da hicretlerde de geçse veya hepimiz bu uğurda şehit de düşsek Allah’ın bize verdiği bu dava nimetinin karşılığını ödeyemeyiz. Onun için zindanda olduğumuza üzülmeyin. Ömrünüz boyunca İslam çizgisinde yaşamaya devam edin ve sabredin!” demişti. İşte bu söz babasının başına gelenlere en güzel tercümanlık yapmış, kafasındaki birçok soruya cevap olmuştu. Babasının söylediği gibi bundan sonra “İslam çizgisinde yaşamaya devam edecek ve sabredecekti” Abdullah ŞAFAK |