HAZİN BİR AYRILIŞ ÖYKÜSÜ
Bismillahirrahmanirrahim
“İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” (Bakara: 218)
“Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur…” (Nisa: 100)
“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.” (Nahl: 41)
"Küffârla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir" (Nesai)
Hicret, tarih boyunca birçok peygamberin ve İslam önderinin yaşamış olduğu bir vakıadır. Bunu Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as) ve Ashab-ı Kehf’in hayatlarında bariz bir şekilde görmek mümkündür. Bu peygamberler ve salih insanlar Müslümanlıklarını izhar etmeleri, halkını ve hâkim olan yönetimi İslam’a davet etmeleri üzerine zalim, diktatör yöneticilerin hışmına uğramışlar; tutuklanma, işkenceden geçirilme, öldürülme veya sürgün edilmeyle tehdit edilmişlerdir. Bunun üzerine doğup büyüdükleri topraklardan ayrılarak hicret etmek zorunda kalmışlardır.
Hz. Nuh (as), Hz. Salih (as), Hz. Lut (as), Hz. Şuayb (as) gibi peygamberlerin hicretleri de kavimlerinin helak olacaklarına ve müminlerin bulundukları yeri terk etmeleri gerektiğine dair ilahi ferman gereği kendi beldelerinden uzaklaşmaları şeklinde gerçekleşmiştir. Peygamber ve Müslümanların memleketlerini terk etmelerinin ardından Müslümanlar necat bulurken, söz konusu kavimler çeşitli şekillerde Allah’ın (cc) azabıyla cezalandırılarak helak olmuşlardır.
Efendimiz Hz Muhammed (sav) dedesi Hz. İbrahim gibi halkını ve toplumun ileri gelenlerini bir olan Allah’a (cc) imana ve ibadet etmeye, kendilerine hiçbir fayda ve zararı dokunamayan putlara tapmaktan vazgeçmeye çağırınca, eşraf diye addedilen toplumun ileri gelenleri Hz. Peygamber’e (sav) ve ona iman eden ashabına iftira, tehdit, tecrit, işkence, öldürme… şeklinde karşılık vermişlerdir. Bu zulüm ve işkencelere rağmen yıllarca İslami tebliğ devam etmiştir. Ancak kâfirlerin baskı ve işkenceleri tahammül sınırlarını aşınca Hz. Peygamber, ashabına Habeşistan’a (bugünkü Etyopya), adil olan Necaşi hükümdarın ülkesine hicret etmelerini tavsiye etmiştir. Bu birinci ve kısmi hicret zalim kâfirlerin zulmünü durdurmamış, bilakis geride kalan Hz. Peygamber ve ashabına karşı zulmün dozajı arttırılmıştır. Müslümanlara yapılan onca işkence ve baskı az gelecek ki azılı kâfirler Ebu Talip mahallesine sığınmış olan Müslümanlara yönelik üç yılı bulan ve tarihte benzeri az görülen tamamen imhaya yönelik ağır bir sosyal ve ekonomik ambargo uygulamışlardır. Bu ambargo yıllar sonra bazı vesilelerle sona erdirilmiştir. Fakat Müslümanlara yönelik zulüm ve baskılar kesintisiz devam etmiştir.
Hz. Peygamber (sav) her fırsatta Müslümanların sığınabileceği yeni bir belde arayışına giriyordu. Mekke’ye hacca gelen birçok kabileye uğramış ancak bu konuda bir netice elde edememiştir. Bu arayışlarından birisi de Taif yolculuğudur. Resulullah (sav) hizmetçisi Zeyd ile birlikte Mekke’ye yaklaşık iki gün uzaklıkta bulunan Taif’e giderler. Fakat Taif’in ileri gelenleri büyük bir saygısızlık örneği sergileyerek bu mübarek misafiri himaye etmek bir yana O’nu şehrin çocuklarına ve ayak takımına adeta hedef tahtası yaptırarak taşlatmışladır. Allah Resulü (sav) çeşitli yerlerinden yaralanmış, vücudundan akan kanlarla o beldeden üzgün ve bitkin bir şekilde ayrılmıştır.
Hiçbir zorluk ve sıkıntı Resulullah’ı (sav) risalet görevini icra etmekten alıkoyamamıştır. İslam’ı yayabilmek için emin bir belde arayışına devam etmiştir. Bu arayış Medine’den hac için gelen birtakım insanların İlahi risalet nurunun kalplerine nakşedilmesiyle farklı bir mecraya oturmuştur. Birinci ve İkinci Akabe Beyatı namıyla meşhur bu buluşmalar, Resulullah’a (sav) ve ashabına çok önemli bir kapı aralamıştır. İslam’ı kabul etmiş olan bu Medineli Müslümanlar; Resulullah’ı (sav), kendilerini ve ailelerini korur gibi koruyacaklarına dair söz verirler. Bunun üzerine İlahi emir ile Mekkkeli Müslümanların Medine’ye hicret etmeleri istendi. Zulüm altında bizar düşen Mekkeli Müslümanlar bi’setin on üçüncü yılında peyderpey Medine yolunu tuttular. Geride çeşitli mazeretlerle hicret etmeyenler dışında Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ali (ra) kaldılar. Müşrikler Hz. Peygamber’i (sav) esir etme, öldürme veya sürgün etme gibi ihtimaller üzerinde konuşarak kendisini (sav) öldürme kararı aldıkları sırada, onların bu tuzaklarını Rabbi Zülcelali Resulüne (sav) Cebrail (as) vasıtasıyla bildirir. Bunun üzerine Resulullah (sav) Hz. Ali’ye Mekke müşriklerinin kendisine bıraktıkları emanetleri vererek sahiplerine ulaştırdıktan hemen sonra Medine yoluna koyulmasını tembihleyerek, müşrikleri oyalamak amacıyla Hz. Ali’yi (ra) kendi yatağına bırakır. Yasin Suresi’nden bazı ayetler okuyarak kapıda kendisini öldürmeye gelen seçilmiş müşrik timinin içinden geçer ve yerden aldığı bir avuç toprağı oradaki müşriklerin yüzlerine serper. Resulullah (sav) aralarından geçip gitmesine rağmen onlar kendisini göremezler. Peygamber Efendimiz Hz. Ebubekir’in (ra) evine giderek onunla birlikte hicret yoluna koyulurlar.
Resulullah’ın (sav) Mekke’den çıkışı bir rivayete göre Rebiülevvel Ayının başında gerçekleşir. Buna göre Hz. Ebubekir (ra) ile birlikte üç gün Sevr Mağarasında gizlendikten sonra Rebiülevvel Ayının dördüncü günü mağaradan ayrılarak Medine yolculuğuna başlarlar. Başka bir rivayete göre, Resulullah Mekke’den bir Pazartesi günü çıkmış ve yine bir Pazartesi günü Medine’ye ulaşmıştır. Buna göre bu yolculuğun 15 gün sürdüğü söylenir. Rivayetlerin ekser çoğunluğu Medine’ye ulaşma tarihlerinin Rebiülevvel Ayının on ikinci günü olduğu yönündedir.
Resulullah’ın (sav) Mekke’den çıktığını duyan Medineli Müslümanlar her gün sabahtan öğlen sıcağının başlangıcına kadar O’nun yolunu gözlemiş, Resulullah (sav) gelmeyince üzgün bir şekilde evlerine dönmüşlerdir. Hz. Peygamber’in (sav) Medine’ye yetiştiğini duyan Medineli Müslümanlar hemen silahlanarak büyük bir heyecan, gürültü ve tekbirlerle O’nu karşılamaya gitmişler ve kendisini selamlayarak etrafında kenetlenmişlerdir.
Ensar’ın fedakârlıkları neticesinde Medine’ye yerleşen Peygamber Efendimiz burada büyük işler icra ederek İslam’ın değil Arabistan yarımadasına, tüm dünyaya kısa sayılabilecek bir sürede yayılmasını sağlamıştır.
Medine’ye hicret bir zorunluluktan dolayı gerçekleşmiştir. Eğer Mekkeliler Resulullah’ı (sav) ve getirmiş olduğu vahyi benimsemiş olsaydılar böyle bir hicrete ihtiyaç kalmazdı. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz; "Ey Mekke! Sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli yerisin. Eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım senden ayrılmazdım." (İbn-i Mace, Tirmizi) buyurarak bu gerçeğe işaret etmektedir.
Hicret, sırf Müslüman oldukları için zulmedilen insanları muhafaza etmek ve yaşamak için müsait bir mekân arayışıdır.
Hicret, zulüm ortamından ayrılıp adil ortamlarda rahat bir nefes alma ameliyesidir.
Hicret, kulluk vazifesini yerine getirmek için doğup büyüdüğü vatanından hazin bir ayrılışın öyküsüdür.
Hicret, hüznün ve sevincin bir arada yaşandığı bir gurbet yolculuğudur.
Hicret, Allah’ın (cc) yasaklarından kaçıp O’na ibadet etmeye yöneliş hareketidir:
“… Muhâcir Allah'ın yasakladıklarını terk edendir." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)
Bu vesileyle yerlerini, yurtlarını, akraba ve dostlarını Allah (cc) rızası için terk edip muhacir hayatı yaşayan tüm Müslüman önderler, mücahitler ve aile efratları için Rabbimizden hayırlı kapılar açmasını niyaz ederim.
Allah’a (cc) emanet olunuz.
KERİM YARARLI |