Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
İslam’ın beş rüknünden olan hac, şartları uygun olan her Müslüman’ın ömründe bir kez yerine getirmesi farz olan malî ve bedeni bir ibadettir. Hac, Beytullah diye de yâd edilen Kâbe’ye doğru yapılan seyahatin adıdır. Bu seyahat öyle rast gele, düzensiz ve programsız bir ziyaret değildir. Hac, bizatihi ayet-i kerimelerle ve Resulullah (sav)’ın hadisleri ve uygulamalarıyla şekillenmiş bir ibadetin adıdır. Bu seyahatin hem şekli, hem durakları, hem de zamanı bir program dahilindedir. Müslümanlar her yıl bu düzen ve intizam içerisinde bir kez bu kutsal mekânları ziyaret ederek hac farizalarını yerine getirirler. Umre’ye gelince Umre, bazı farklılıklarla birlikte hac gibi kutsal mekânları ziyaretten ibarettir. Umrenin hacdan en belirgin farkı; hac senenin belirli vakitlerinde ve bir defa ile sınırlı iken umre, senenin her vaktinde ve defaatle yapılabilen bir ibadettir.
Kaynakların belirttiğine göre hac, Hz. Âdem’e (as) kadar uzanan bir ibadettir. Bazı rivayetlere göre Kâbe’yi ilk önce melekler tavaf etmiştir. Hz. Âdem (as) Arafat'ta Hz. Havva ile buluştuktan sonra Beytullah’ı haccetmiştir. Hz. Şît (as) peygamberliği döneminde Kâbe’yi onarmış, Nuh (as) Tufanı’yla birlikte Kâbe uzun bir süre kumlar altında kalmıştır. Hz. İbrahim (as) ile oğlu Hz. İsmail (as) Kâbe’yi bu eski temelleri üzerinde yeniden inşa etmişlerdir. Bu inşa faaliyetine Kur’an-ı Kerim’de şöyle işaret edilmektedir:
"Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin." (Bakara: 127)
Yine insanları hac yapmak üzere Mekke'ye davet eden ilk peygamber Hz. İbrahim’dir. O tarihten sonra gelen peygamberler ve bu peygamberlerin ümmetleri de Kâbe’yi ziyaret etmişlerdir. Buna da şu ayet-i kerimeler işaret etmektedir:
“İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri) için sana (Kâbe'ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Beyt-i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler.” (Hac: 27-29)
Hz. İbrahim (as) zamanında uygulanan hac menasiki şekli Hz. Muhammed’in (sav) zuhuruna kadar devam ede gelmiştir. İslâm'ın doğuşu sırasında Kâbe’yi tavaf, umre, Arafat ve Müzdelife'de vakfe, şeytan taşlama, kurban kesme, sa’y, hacılara su ve yemek ikramı gibi âdetler putperest geleneklerle beraber sürdürülmekteydi. Mekke’nin fethiyle birlikte Kâbe, içerisindeki putlardan temizlenmiş ve Hz. İbrahim’in (as) öğretmiş olduğu hac menasiki, sonradan bulaştırılmış olan müşrik adetlerden arındırılarak aynen devam ettirilmiştir.
Hac konusu anılırken akla ilk olarak Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as) gelir. İlâhî emir gereği Hz. İbrahim tarafından ıssız ve çorak olan Mekke’ye bırakılan Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’in (as) bu çöldeki hayat hikâyeleri insanı hayrette bırakan sahnelerle doludur. Burada akla gelebilecek ilk intiba Hz. Hacer’in Allah’a (cc) teslimiyeti, çöl ortasında oğlu için su arayışı (Safa-Merve) ve Allah’ın (cc) rahmet nişanesi olan Zemzem suyunun çıkışıdır. Daha sonra Hz. İbrahim (as) ile Hz. İsmail’in (as) Kâbe’yi yeniden inşa faaliyeti göze çarpmaktadır. Baba ile oğlun bu esnada Mekke halkı için ve ileride kendilerine bir Peygamber gelmesi hususunda yaptıkları dua ayrı bir güzelliğe işaret eder. Hz. İbrahim’in (as) oğlu İsmail’i (as) kurban etmesi gerektiği sahnesi en heyecanlı ve hayretengiz sahneyi teşkil eder. Bu sahnede baba Hz. İbrahim (as) ile oğul Hz. İsmail’in (as) ilahi emre kayıtsız şartsız teslimiyetleri, tevekkülleri, kendilerini menfi olarak etkilemeye çalışan şeytanların taşlanma sahnesi ve imtihanın zaferle sonuçlandığını simgeleyen koç kurban edilme sahnesi ibretlerle doludur. Kısacası, hac menasikinin yapıldığı kutsal toprakların her bir parçası ayrı bir mana ve değer ifade eder ki, bunlar ayet-i kerimelerde mevcuttur.
Hac; Müslümanların Allah’ın (cc) davetine icabet ettiği ve emirlerine boyun eğdiği ilâhî bir seyahat, nefsin dizginlendiği ve dünyevi arzuların sınırlandırıldığı, akabinde annesinden yeni doğmuşcasına bir tezkiye yolculuğu, fakir ile zenginin, âmir ile memurun, güçlü ile güçsüzün müsavi olduğu ilahi bir sahne, ilâhî atmosferin hâkim olduğu gönüllerin şuhud âleminden melekût âlemine yaptığı bir seyr-ü sulûk provasıdır.
Hac, dünya Müslümanlarının tanışıp kaynaştığı, bilgi alış verişinde bulunduğu yıllık bir kongre, Müslümanların birlik ve bütünlük içinde olması gerektiğini anımsatan vahdet nişanesi, Müminlerin müşriklerden ve dünya istikbarından beri olduğunun bir ilânnamesidir…
Hac vazifesini yerine getiren -özellikle bilinçli, kültürlü- Müslümanların bu manevi atmosferden azami derecede istifade etmeleri elzemdir. Böylece dünyanın çeşitli yerlerinden oraya toplanmış Müslümanların birbirleriyle tanışmaları, kaynaşmaları, Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve çekişmelerin giderilmesi için yakın bir diyalog sağlamaları, zalim ve kâfirlerin zulmü altında inleyen Müslümanların mazlumiyetini gidermeye yönelik hal çarelerinin müzakere edilmesi açısından bulunmaz bir fırsattır.
Rabbimden, bu kutsal ziyareti gerçekleştiren Müslümanların ibadetlerini makbul buyurmasını ve henüz hacca gidemeyen fakat oraya ulaşmak için can atan Müslümanlara da bu ziyareti nasip etmesini dilerim.
Bu vesileyle şimdiden tüm dünya Müslümanlarının mübarek Kurban Bayramını tebrik eder, bu bayramın tüm Müslümanların vahdetine, kurtuluşuna, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olmasını Cenab-ı Allah (cc)’dan niyaz ederim .