Bismillahirrahmanirrahim… “Allah buyurdu ki: Bu, doğru söyleyenlerin doğruluklarının fayda verdiği gündür. Onlara; altından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan hoşnud olmuş, onlar da Allah'dan hoşnud olmuşlardır. Büyük kurtuluş işte budur.” (Maide: 119) İbn-i Mes'ud (ra) anlatıyor: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sıdk insanı birr'e (Allah'ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddîk (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir." Kutub-i Sitte (Buharî, Müslim, Muvatta, Ebu Dâvud, Tirmizî) Sıdk (doğruluk) ve kizb (yalan) Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i şeriflerde çokça yer alan önemli iki kavramdır. Temelde İslam ve küfrü sembolize eden bu iki kelime, İslam dairesi içerisinde de bu anlama yakın manalarla ifade edilmiştir. Yani biri hidayetin, mutluluğun diğeri de sapkınlığın ve bedbahtlığın ifadesidir. Yukarıda geçen hasid-i şerif mealinde kişinin sürekli olarak doğru söyleyerek ve doğruyu arayarak ‘sıddîk’ makamına ulaşacağını; sürekli olarak yalan söyleyerek ve yalanı araştırarak da Allah (cc) katında ‘yalancı’ vasfıyla kaydedileceğini söylüyor. Birincisi sahibini iyiliğe, güzelliğe, mutluluğa… sonuç olarak da Cennete götürür. İkincisi ise sahibini, haddi aşmaya, zulme, iftiraya, zarar vermeye, bahtlar karartmaya, bozgunculuk yapmaya… sonuçta da Cehenneme götürür. Bu tespit biz sıradan insanların tespiti değildir. Bu bize, Allah (cc) Resulü’nden (sav) nakledilen sahih bir hadis ile bildirilmiştir. Madem konu bu kadar ciddi, o halde biz Müslümanlar da bu ciddiyete binaen büyük bir hassasiyetle konuya eğilmeli ve gereklerini hayatımızda tatbik etmeliyiz. Konu ile ilgili muhtelif kaynaklarda geçen bazı hadis-i şerifleri daha nakledelim: "Sana şüphe veren şeyi terk et, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan şüphedir." Kutub-i Sitte ( Tirmizî, Nesâî) "Yalan yüzü karartır, nemime (söz taşımak) kabirde azabtır." "Mü'minde her huy bulunabilir, yalan ve hıyanet hariç." Mü’min’in vasıflarından biri de doğruluktur. Evde, iş yerinde, çarşıda, pazarda, alımda, satımda, mahkemede, şahitlikte; Müslüman’a, Müslüman olmayana, iyiye, kötüye, küçüğe, büyüğe, yerliye, yabancıya… karşı bu doğruluğunu izhar etmelidir. Hz. Peygamber (sav) bu özelliğiyle bağlantılı olarak eminlik özelliğine sahip olduğu için düşmanları tarafından bile ‘el-emin’ olarak vasıflandırılmıştır. Resulullah (sav) hicret ettiği sırada bile yanında müşrikler tarafından kendisine emanet edilen eşyalar bulunuyordu. Bir hadis-i şerifte yalan söylemenin caiz olduğu yerlere dair bir rivayet vardır. Buna göre kişi düşmana karşı, aile münasebetlerini düzeltmek için eşlere karşı ve iki Müslümanın arasını düzeltmek için söylenen (ıslaha dönük) yalanlardır. İslam âlimleri muhtelif maslahatlar için bu fetvayı genişletmişlerdir. Üstad Bediüzzaman ise çeşitli gerekçeler göstererek yaşadığı dönemin bulanık ortamında bu fetvanın nesh olduğunu belirtmiştir. Bunun yerine, zarar verecek doğruları dile getirmemek, söylememek şeklinde farklı bir çözüm getiriyor. Bakın Bediüzzaman bu konuda neler söylüyor: “…Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek, yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yok…” (İşârâtü'l-İ'câz, Tarihçe-i Hayat, Mektubat) Netice olarak doğruluk biz Müslümanların asli vasıflarından olduğu için hayatın bütün alanlarında bu vasfımızı korumalı, ona halel getirmemeliyiz. Basit gerekçelerle yalanı kendimize alışkanlık haline getirmemeliyiz. Çünkü yalan müzmin bir hastalık gibidir. Bir insana bulaştı mı onu terk etmesi çok zor veya imkânsız olabilir. Hayatın veya İslami mücadelenin herhangi bir safhasında çevremizdeki insanlardan gizleyeceğimiz şeyler varsa bunu tabii olarak ve mümkün mertebe sükût etmek şeklinde yapmalıyız. Fakat şunu da hiçbir zaman unutmamalıyız ki, doğruluğumuzla/doğruluk adına İslami mücadeleye ve Müslümanlara zarar verecek kadar saf da olmamalıyız. Farz edelim ki kardeşlerimizden biri düşmanın eline geçti ve önemli bilgilere sahiptir. Bu kardeşimiz ya azameti seçerek tüm baskı ve işkencelere karşı bildiği doğruları söylemez, sükût eder veya düşmanı yanlışa yönlendirecek oyalayıcı taktikler sergiler. Böyle hassas bir anda doğruları söylemek Müslümanlar ve İslami mücadele için felaket olabilir. Yazımı bir ayet-i kerime ile noktalıyorum: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun!" (Tevbe: 119) Selam ve Dua ile… Kerim Yararlı |