Bilindiği gibi Barzani ve Talabani’nin önayak oldukları ve hazırlığını yaptıkları “ulusal Kürd Konferansı” nın Nisan ayı içerisinde Güney Kürdistan’ın Erbil kentinde yapılması planlanmaktadır. Konferansa Kürdistan’ın her dört parçasından siyaset adamları, akademisyenler, yazarlar, politikacılar, legal ve illegal örgüt ve oluşumların davet edileceği, bölge ve batılı ülkelerin yanında ABD temsilcilerinin de katılması beklenmektedir. Barzani’nin Avrupa Ülkelerine yaptığı ziyaretin de bu maksatla yapıldığı ve bu konferansın altyapısını oluşturmaya yönelik olduğu ileri sürülmektedir.
Belki daha gerçekleşmemiş bir konferans üzerine yorum yapmak çokça isabetli olmasa da, mevcut gerçekler, süreci değerlendirmemize kafidir. Daha bu sürecin başında iken Müslüman Kürd halkının aleyhine olacak bazı durumlara ve gerçekçi bir çözüm için Kürdlerin “Müslüman” bir halk olduğu ve İslam’ın esas alınmayacağı bir çözümün gerçekçi ve başarılı olamayacağı gerçeğine dikkat çekmekte fayda vardır.
İster beklenen Ulusal Kürd Konferansı yapılsın, ister yapılmasın yeni bir sürecin başlatıldığı şüphe götürmeyen bir gerçektir. Bu sürecin belli bazı taraflarca değil tüm tarafların onay ve iştirakiyle başlatıldığı da anlaşılmaktadır. Her ne kadar PKK ilk başta bu sürece ve girişimlere ihtiyatlı ve mesafeli davranıyorsa da gerek öcalan’ın, gerek PKK yetkililerinin ve gerekse DTP yetkililerinin devlete yaptıkları çağrılara bütün kamuoyu şahittir. Dolayısıyla bu çağrıları göz önüne aldığımızda bu ihtiyatlı tavrı ve mesafeli duruşu; daha sürecin başında iken ellerini güçlendirmeye yönelik bir blöf olarak algılamak gerekir. Sahnenin ön kısmında Barzani ve Talabani’nin önayak oldukları görülmektedir. Ancak Türk makamlarının da sürece karşı çıkmadığı ve temkinli de olsa sıcak baktığı göz önüne alındığında, aslında ABD’nin perde arkasında süreci idare ettiği ortaya çıkmaktadır.
Konferansta, Ortadoğu denkleminde dört parçaya bölünmüş Kürdistan’da faaliyet gösteren tüm örgüt ve oluşumların, şiddeti ve ayrılıkçı fikirleri bir tarafa bırakarak varolan sınırlar içerisinde hakların aranması önerisinin gündeme alınacağı izlenimi var. Bu çerçevede Kuzey Kürdistan (Türkiye Kürdistan’ı)’da yıllardır süren şiddetin durdurulması için gerek türk makamlarına gerekse PKK’ya çağrılarda bulunulacak.
Bu tür konferansların evveliyatları olduğu gibi sonraki süreçleri de vardır. Devletler bu tür durumlarda çoğunlukla örgütlerle direk masaya oturmaktan çok dolaylı yollara başvurmaktadır. Nitekim bundan önce zaman zaman kamuoyuna da yansıyan; eyleme katılmamış örgüt elemanlarının sorgusuz sualsiz aftan yararlanacakları, eyleme bulaşanların cüzi bir ceza alarak yararlanacakları ve örgüt yöneticilerinin bir kısmının da Avrupa ülkelerinden birinin kabul etmesi gibi bir proje vardı. Ancak her şartlar oluştuğunda ve bu gündeme geldiğinde her iki taraf içerisinde bulunan derin müttefik güçlerce provokasyonlar yapılır süreç sabote edilirdi. Böylece rejim içerisindeki derin güçlerin çözüm istemediği ortaya çıkıyordu.
Peki bu seferki sürecin farkı nedir?
Bilindiği gibi gerek PKK gerek onun bir başka yüzü olan DTP yetkilileri ve gerekse Öcalan sürekli laik-Kemalist rejimin temsilcilerine; laiklik ekseninde sorunu halletmek ve çözüm bulmak için çağrılarda bulundular. Bu çerçevede kendilerine düşen görevi seve seve yerine getireceklerini vurguladılar. Bu çağrılara bütün kamuoyu şahit olduğundan kaynaklarıyla birlikte buraya almayı gerekli görmedim. Ancak PKK’nın Kürdlerin çoğunluğunu temsil etmediği bilindiği için kale alınmıyordu.
2004’ten sonra bölge gerçekleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Aslında bölge halkının benliğinde var olan İslam’a taraf olduğu yapılan İslami etkinliklerle kendini belli ediyordu. Yine İslami söylemleri kullanan bir geçmişten gelen AKP’nin Kürd sorunu hakkında müspet bir iki cümle sarf etmesi nedeniyle bölge halkı 2007 genel seçimlerinde bir şans tanıyarak DTP’ye verilen oylardan daha fazla oy vermesi bölge halkının genel eğiliminin İslam olduğunu bir kere daha tescil ediyordu. Türkiye Kürdistan’ında İslami yönelişin gün geçtikçe yükselmesi, laik Kürdlerle laik Türkleri birbirine yaklaştırdı. Her iki kesim de İslam’a düşmanlık ekseninde birleşmektedirler. Laik-Kemalist rejim, Kürd sorununu laik Kürdlerle ortak bir paydada çözümlemek istiyor. Bu seferki fark işte budur! Aynı zamanda bu ABD’nin de tercihidir. Yıllardır sırtlarında bir kambur gibi taşıdıkları PKK’dan kurtulmak Barzani ve Talabani’nin derin bir nefes çekmelerine, Türkiye ile sorunlarının asgari seviyeye inmesine Kürdistanın kalkınmasının önündeki engellerin kalkmasına vesile olacağından en çok da bu ikisi rahatlayacaktır.
Laik-Kemalistlerle laik Kürd’lerin anlaşmasına gelince, bu zaten açıktır. 5-6 yıldır çeşitli vesilelerle açıkça çağrılar yapılmaktadır. DTP milletvekilleri Aysel Tuğluk, Pervin Buldan, Hasip Kaplan’ın “… laik Türkler bizimle bir araya gelip anlaşmazlarsa siyasi İslam hortlayacaktır, laiklik temelinde PKK ile genel kurmay arasında bir fikir birliği var…” türü sözlerinden anlaşılacağı gibi bu anlaşma, İslam karşıtlığı esası üzerinde yapılacaktır. PKK’nın Kürd halkı adına istediği bir şeyin kalmadığını artık herkes biliyor. İstediği tek şey Öcalan ve onun menfaatleridir. Kürd halkını çoktan bu menfaatlere kurban etmiştir. Aynen Filistin ve Çeçenistan’daki durum gibi. Nasıl mazlum ve Müslüman Filistin ve Çeçen halklarının tüm İslami ve insani hakları yerli işbirlikçi kukla yönetimler tarafından yok ediliyorsa Müslüman Kürd halkını da aynı duruma düşürmek istiyorlar. Ancak bu taktiğin de modası geçti, artık tutmayacaktır.
Yapılması beklenen Kürd konferansında eğer gerçekten Müslüman Kürd halkının menfaatına bir şeyler yapılmak isteniyorsa Kürdistan’ın asli unsuru olan İslami Hareketi ve onu her yönüyle temsil eden Hizbullah’ı hesaba katması gerekir. Bu güne kadar her ne kadar uluslar arası platformlarda kendini göstermemişse de gerçek budur ki bölgenin asli unsurudur. Bölgeyi tanıyan yazar, gazeteci ve akademisyenler bunu çok iyi biliyorlar ve bu süreçte bölgenin İslami gücünü hesaba katmadan atılacak adımların başarısız olacağını vurguluyorlar. Son yerel seçimlerde (29 Mart 09) Hizbullah’ın sandığa gitmeme yönündeki tavrını ilan etmesi seçimler üzerinde ciddi bir etki yaratmıştır. Yayınladığı açıklama ile aynı zamanda bundan sonraki süreçte siyasi arenada varolacağının sinyallerini vermektedir. Umarız gecikmeden bu sahada da aktif olarak Müslüman Kürd Halkını temsil eder, insani ve İslami haklarının takipçisi olur.
Selam ve dua ile….
Yusuf BOTANLI |