Kur’an toplumunun diğer özelliklerinden biri de boş işlerle uğraşmadan, şovlara girişmeden bütün enerjiyi işe yoğunlaştırmasıdır. Kur’an toplumu dayanağı olmayan, yalan, yanlış ve uydurma sözleri kullanmadığı gibi bunlara kulak asmaz. Bir şeyi talep ettiği zaman ya da bir göreve talip olduğu zaman, şartların getirdiği zorlukları göze alıp geri çekilmeden ve itiraz etmeden sorumluluk yükünü gönüllüce yüklenir.
Kur’an toplumunun bireyleri gerek ferdi alanlarda gerek siyasi ve toplumsal alanlarda boş sözler vermekten ve anlamsız propagandalardan kaçınırlar.
Konuşma ve laf cambazlığından uzak, sadece işte yoğunlaşma ve söyledikleriyle amel etme özelliği Kur’an-ı Kerim’de farklı şekillerde zikredilmiştir. Allah Teala’nın kelamı konumuza en güzel şekilde ışık tutmaktadır:
“Ey inananlar! Yapmadığınız şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz? Yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur” (Saf Suresi 2-3)
İman ile beraber söz ve amel arasındaki uyuşmazlıktan dolayı Mü’minler uyarılmakta, sözle davranış arasındaki tutarlılığa dikkat edilmesi gerektiği bildirilmektedir. Söz ile amel uyuşmazlığının ise Allah’ın büyük gazabına sebep olacağı belirtilmektedir.
Ayeti kerimeden insanın yapmayacağı şeyi vaad etmemesi ve fiilleri hakkında hakikatle uyuşmayan açıklamalarda bulunmaması, yapmadığı şeyleri yapmış gibi göstermemesi istenmektedir. Zaten Kur’an toplumunda söz ve amel birbirleriyle bütünleştiği gibi, yapılmayan şeylerin yapılmış gibi gösterilmesi de söz konusu değildir.
Ayeti kerime, Müslümanların ahlaki özellikleriyle ilgili ince bir ayar getirmektedir. Yapılmayacak şeyleri söylemenin Allah katında büyük gazaba sebebiyet vereceği, bunun da tiksindirici ve kötü bir şey olduğu zikrediliyor. Dolayısıyla böyle bir yaklaşım Kur’an toplumunun beri olduğu tutumlardandır.
Ayeti kerimeler Müslüman kişiliğin karakterinin köklerinden bahseder. Böylece Müslüman fert davranışlarında dosdoğru olmalı ve her alanda dürüst davranmalı. İçi ile dışı, sözü ile hareketi birbirini tamamlayabilmeli. Yeryüzünde adaleti ikame edecek ve şahitler olabilecek insanların ahlaki yapıları dosdoğru bir güzergâhta seyretmeli. Bu şekilde fertleri çirkinliklerden ve kirlerden arınmış bir toplum ve bir hareket, öz güvenini yitiren ve gün geçtikçe yalnızlaşan günümüz insanına büyük bir numune ve yeni ufuklar açacak bir alternatif sunabilir.
Sonra gelen “Allah, kendi yolunda kurşunla birbirine perçinlenmiş duvarlar gibi saf bağlayıp savaşanları sever” (Saf Suresi 4) ayeti, İslami cemaatin zorunluluğuna işaret eder. İnananların ferdi hareket etmeleri, İslami cemaatinin uzvunu oluşturacak bir oluşuma katılmamaları ayeti kerime ile çelişki oluşturur. Allah Teala, kendi yolunda kurşunla birbirine perçinlenmiş duvarlar gibi saf bağlayıp savaşanları seviyorsa, Müslümanların ferdiliğini ve birbirlerinden koparak cemaatte oluşturacakları gücü ferdilikte sınırlandırmalarını sevmez. Müslüman fertlerin bir araya gelip cemaatleşmeleri, yani Kur’an toplumunu oluşturmaları, birbirleriyle sarsılmaz bağlarla bütünleşmeleri istenir. İşte Allah Teala bu şekliyle Müslümanları sever.
İnsanları iyiliğe çağıran ancak kendileri yapmayanlar yerilmekte, akıllı olmaya davet edilmektedir:
“Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Bakara Suresi 44)
Yahudi din adamları; dinin öncüleri, ıslah edenler ve insanlara kurtuluş yolunu gösterenler olarak görünürken, yaşantıları söyledikleriyle çelişki halindeydi. Başkalarını yapmaktan alıkoydukları amelleri kendileri işliyordu.
Yahudilerin çirkin davranışlarından bahsedildiği halde vahyin temel özelliklerinden birinde olduğu gibi bütün Müslümanlar ve hatta bütün insanlar muhatap alınmaktadır. Bu durumdaki herkes akletmeye çağırılmakta. Akıllı insanların kurtuluşlarını, kendilerine faydalı ve zararlı olacak şeleri kavrayabilecek nitelikler taşıdıklarına işaret edilmektedir.
Ayette bahsi geçenler hakikatin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Hangi amellerin kurtuluşa götüreceğinden ve hangilerinin Allah’ın gazabına yol açacağından da haberdardırlar. Oysa nefislerinin esiri olmuş, geçici zevkler uğruna hakikatleri çiğnemeyi ya da gizlemeyi tercih ediyorlar. Gaflet dalgaları içinde kendilerini oyalamaya çalışıyorlar. Akletmiyor musunuz? uyarısıyla da akıllarından istifade etmedikleri, duygularına tabi oldukları ve kendilerini dünyaya kaptırdıkları anlaşılıyor.
İnsanların her zamandan daha fazla İslam’a ihtiyaç duyduğu, İslam’ın dışında hiçbir öğreti ve dinin insanları mutlu edemediği günümüzde Müslümanlar, insanları cezbeden birer numune olmalıdır. Allah’ın dinine davet eden insanların attıkları her adım genillekle başkalarının merceği altındadır. Salih ameller, salih sözlerden daha fazla karşılık bulup insanları etkiler. Dolayısıyla salih amel insanların dine yönelişinde davetin en güçlü silahıdır. Söz ile amelin uyuşması, başkalarına nasihatler yapılınca bunların yapanlar tarafından bizzat yaşanması muhataplarda derin etkiler bırakıır.
Aynı şekilde kahramanlık destanlarını işleyen, korku ve zararın olmadığı cephelerde tozu dumana katan, koca vadilerde büyük gürültüler koparan şiirlere imza atan şairlerin boş çabaları de kınanmaktadır;
“Şairlere ancak azgınlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin? İnanıp yararlı iş işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır. Haksızlık eden kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.” (Şuara Suresi 227)
Tarih boyunca her asırda kendilerinden söz ettiren, özellikle de Hz. Peygamber (sav) devrinde altın dönemini yaşayan, şiirleriyle dillere destan olan şairlerden bahsedilir. İki gruba ayrılan şairler, her vadide dolaşan, iyiyi, kötüyü, doğruyu ve eğriyi gündeme getirerek toplumu etkilemeye çaalışan, ancak kendilerini bunlardan uzak tutan, yapmadıklarını söyleyen ve söylemediklerini yapan şairler şiddetli bir tehditle yüz yüze gelmektedir. Diğer taraftan hedefinde hakikat olanlar, Allah’ı çokça ananlar ve şiir sanatını Allah için kullananlar ise yollarını kaybetmiş yerilen şairlerden uzak tutulmakta ve övülmektedir.
Ilk nazil olduğu yıllarda Kur’an’ı Kerim, Araplarda büyük bir şaşkınlık oluşturmuş, farklı şiir türü zannederek en usta şairleri toplayan müşrikler Kur’an’a karşı mücadeleye kalkışmış, tutunamayacaklarını anlayınca da geri çekilmek zorunda kalmışlar.
Şiirlerinde söyledikleriyle amelleri çelişmeyenler, toplumda tevhid bilincinin için çalışanlar ve i’layı kelimetullah’ın yücelmesini hedefleyenlere ciddi bir teşvik söz konusudur. Bu şairler İslam’ın sedasını haykıran bülbüller gibidir.
İslam şiiri, Hz. Peygamber (sav) döneminde ciddi ilerlemeler kaydetti. İslam’ın mesajını şiirle yaygınlaştırmaya çalışan şairler günün şiir dilini ustaca kullanıyorlardı. Müslüman şairleri etrafında toplayan Hz. Pegyamber (sav), İslam’a savaş açan ve şiir diliyle İslami değerlere dil uzatan müşrikleri hicvetmelerini istiyordu.
Kur’an-ı Kerim, ilimleriyle amel etmeyen, öğrendiklerini sadece bilgi olsun diye öğrenenleri ağır bir benzetmeyle tasvir etmektedir:
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.” (Cuma Suresi 5)
Ayeti kerime, ilim sahibi Yahudilerin içine düştüğü çirkin durumu gözler önüne serer. Gerçeği bildikleri halde yapmadıklarından, sahip oldukları ilmi sırtlarında taşıyan merkeplere benzetilmektedirler. Doğru olduğunu bile bile tevhid hakikatine karşı çıktıklarından ve hakikati gizlemek için çaba sarfettiklerinden zalimler olarak nidelendirildiler.
Günümüzde de aynı çarpık çehrelerle karşılaşıyoruz. Korkudan ya da menfaatlerinden dolayı hakikati dillendirmeyen, yaşamayan ya da sahip oldukları çirkin hayatın kanatları altında gayretli Müslümanlara cephe alan ilim sahipleriyle sık sık karşılaşırız. Allah Teala, sebebi ne olursa olsun öğrendiklerini amele dökmeyenleri, gerçeği bildikleri halde basit nedenlere sarılarak yalanlayanların durumunun kötü olduğunu ve bu tür zalimlerin doğru yola ulaşamayacağını bildirir.
Allah yolunda cihad izninin çıkması için Allah’ın peygamberlerini sıkıştıran, cihad emri gelince de değişik bahaneler ileri sürürek kaçıp dağılanlar da zalimler olarak nitelendirildiler;
“Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, peygamberlerinden birine: "Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi, O: "Ya üzerinize savaş yazıldığı halde savaşmayacak olursanız?" demişti. "Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.)" demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.” (Bakara Suresi 246)
Böyle bir yaklaşım imani olgunluğa ulaşmamış ve İslami açıdan rüştünü ispat etmemiş toplumlarda sıkça rastlanır. Ancak, köklü bir iman ve İslami öğretinin tedrisinde ciddi bir eğitim bu tür hastalıkları bir bir sökebilir. Allah Teala’nın koyduğu ölçüler çerçevesinde temiz bir hayatı yaşamaya azmedenlerin önlerinde çok çetin ve aşılması güç zorluklar vardır. Zorluklara ayak uyduramayan, musibet ve belalar karşısında sabırlı davranamayanlar büyük hedeflerin ardına düşemezler. İslami hedefler her yönüyle teslim olmuş, nefislerinin ve duygularının esiri olmayan, İslam’ın dışındaki hiçbir şeye bağlanmayan güçlü bireyler ister. Sözleriyle amelleri uyuşan, İslam’ın maslahatı karşısında şahsi menfaatlerinden ferağat eden, İslami davayı hiçbir şeye satmayan ve değiştirmeyen kale gibi muhkem bireyler olmalı bunlar.
Hak yolda olduklarını, düşmanlarının ise batıl üzere olduklarını bilip, buna rağmen batıla karşı mücadeleye gönül vermeyenler, yukarıdaki ayetin tabiriyle zulme duçar olurlar. Kullarını tanıyan Allah Teala, zulmedenleri yakından bilir ve hak ettikleri şekliyle yaptıklarının karşılığını verir.