4- MEŞVERET
Meşveret; danışma, görüş alma anlamına geldiği gibi soysal, siyasal, askeri, ekonomik ve diğer alanlarda doğruyu bulmak ve en iyisine ulaşmak için başkalarının görüşüne başvurmak, yapılacak işler hususunda ehil olan kişilere danışıp onlardan görüş almaktır. Diğer bir ifadeyle kişinin kendisini ilgilendiren konularda ehil olanların görüşüne başvurması veya idarecilerin, toplumu ilgilendiren konularda ehil olanlarla istişare yapmaları şeklinde izah edilmiştir.
Meşveretle iyiyi bulma noktasına yoğunlaşan salim akıllar hatanın ve yanlışın en az olduğu kemale ulaştıran yolda buluşurlar. Temiz akılların birleşmesiyle doğru muvazene çerçevesinde hedefe en iyi şekilde ulaşma imkânı doğar. Nefislerden ve şahsi zaaflardan kaynaklanan yanlışlar birer birer aşılarak kemale doğru harekete geçilir.
İstişare, Allah Teala’nın Mü’min kullarına bahşettiği büyük hazinelerdendir. İnsanların işlerinde başarılı olmaları için bu güzel yöntemden yararlanmaları tavsiye edilir. Allah Teala, Kur’an toplumunun özelliklerini sıralarken “Onların işleri, aralarında meşveret iledir” (Şura Suresi 38) ifadesiyle arınmışların bu güzel haslete sahip olduklarını bildirir. Kur’an toplumunun bu güzel vasfını zikreden ayet-i kerimenin üzerine bina edildiği “Şura” kelimesi aynı zamanda sureye isim olarak verilmiş, dolayısıyla şuranın önemi çarpıcı bir şekilde ortaya konmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de Meşveret
“Hani, Rabbin meleklere, ‘Yer yüzünde emirlerimi yerine getirip varlıklar üzerinde tasarrufta bulunacak bir halîfe yaratacağım!’ buyurduğunda, melekler şöyle demişlerdi: ‘Yer yüzünde fesat çıkarıp kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Hâlbuki biz, seni hamd ile tesbih eder, Seni her türlü noksandan yüce tutarız!’ Allah ise; ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim!’ buyurmuştu.” (Bakara Suresi 30)
İnsanoğlunu yaratmayı murat eden Allah Teala, meleklere bunu haber veriyor ve onları bilgilendiriyor.
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz! Senin bize öğrettiğinden başka bizim bilgimiz yoktur! Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın!”(Bakara Suresi 32) diyen melekler, sadece görüş beyan ettiklerini, ancak her şeyi bilenin Allah Teala olduğunu söyleyip acizliklerini beyan ederler.
Ayeti kerimeyi tefsir eden Üstad Bediüzaman, müşavereden münezzeh olan Allah Teala’nın meşvereti emrettiği insanlara müşavere üslûbunu öğrettiğini bildirir.
Kur’an-ı Kerim’de meşverete özel bir yer ayrılmıştır. Meşveret, Kur’an toplumunun özelliklerinden sayılmıştır. Hatta Allah Teala, Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in Mü’minlerle meşverette bulunmasını emretmesiyle istişareye verdiği önemi ortaya koymaktadır. Buradan hareketle, zaman ve şartlar ne olursa olsun, meşveretin Kur’an toplumunun fertleri için vazgeçilmez bir gereklilik olduğu, salim bir İslami toplumun oluşması için meşveret müessesinin tüm yönleriyle hayata geçirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Allah Teala, Mü’minlere yumuşak davrandığı için Resulü’nün davranışını övmekte ve iş hakkında Mü’minlerle istişarede bulunmasını, onların görüşlerine başvurmasını istemektedir:
“O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Ali İmran 159)
Müminlerin özellikleri anlatılınca kendi aralarında meşverette bulunarak işlerini yürüttükleri, tek başlarına, kimseye danışmadan, kendilerini beğenmiş halde körü körüne karar vermediklerini bildirir:
“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızktan da harcarlar.” (Şura Suresi 38)
Meşverette bulunmak, istişare kapasitesine sahip insanlarla istişare yapmak, insanı sonradan sıkıntıya sürükleyecek işlerden alıkoyar. Ancak, istişare edilecek insanların, istişare edilen konuyu anlamaları, yeterince analiz edebilmeleri ve üzerinde görüş belirtecek kapasitede olmalarına dikkat edilmeli, boş, anlamayan ve kapasitesi yetersiz insanlarla istişareden kaçınılmalıdır.
Kur’an toplumunun bireylerinden olmayan şahıslarla yapılacak istişarenin istenilenin aksine bir yola yönlendirme ihtimali sürekli vardır. Bu vasfın Kur’an toplumuna has olduğunu belirten Allah Teala, Kur’an toplumunun özelliklerini sıralarken, “Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar” ifadelerinden hemen sonra “Onların işleri, aralarında şura iledir” ifadesiyle son noktayı koyar.
Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatı irdelendiğinde, kendisini yönlendirecek vahiy gelmemişse işlerin çoğunda ve aldığı zor kararlarda ashabıyla mutlaka istişarede bulunduğu, meşveret kurumunu sonuna kadar işlettiği görülür.
İstişare hakkında İslam âlimleri farklı yorumlarda bulunmuşlar. Asrımıza ışık tutan muhteşem tefsiriyle Seyyid Kutub, Şura suresindeki istişare ayetine farklı bir yorum getirerek, henüz devletleşemeyen Müslümanların cemaat halinde istişare kurumunu sonuna kadar işletmeleri gerektiğini ileri sürer:
“Bu ifade onların her meselelerini aralarında danışarak çözüme bağladıklarını belirtiyor. Böylece tüm hayatlarını şura boyası ile boyuyor. Bu ayet, İslam devleti kurulmadan önce Mekke'de inmiştir. Şu halde bu nitelik Müslümanların hayatında devlet düzeninden daha kapsamlıdır. Ve bu, bilinen anlamı ile bir devlet henüz kurulmamış olsa bile her durumda Müslüman cemaatin temel bir niteliği ve karakteristik özelliğidir.
Gerçekte İslam’da devlet, cemaatin ve onun kendine özgü niteliklerinin doğal sonucundan başka bir şey değildir. Cemaat, devleti özünde barındırır ve İslam hayat sistemini yürürlüğe koymak, onu fert ve toplum hayatına egemen kılmak üzere devletin fonksiyonunu yerine getirir.
Bu yüzden şura ilkesi cemaat içinde ilk dönemlerde yürürlüğe girmiş ve bu ilke devlet ve devlet işlerini yürütmekten daha geniş ve daha kapsamlı olarak algılanmıştı. Şura İslami hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanlığa önderlik etmek üzere seçilen cemaatin ayırıcı özelliğidir, önderlik görevinin en gerekli, en kaçınılmaz niteliğidir.”
Efendimiz (sav)’in istişare müessesine verdiği önem ashabın dikkatinden kaçmamıştır. Ebu Hüreyre "Ben, Resulullah'tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim" diyerek Allah Resulü (sav)’in istişareye verdiği öneme işaret eder. Resulullah (sav) Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları öncesi ashabıyla istişarede bulunmuş, onların düşüncelerini dinlemiş ona göre yöntemini tayin etmiştir. (Tirmizi, Cihad, 35)
İstişarenin insan hayatına kazandırdığı güzelliklere dikkat çeken Hz. Peygamber Efendimiz (sav) "İdarecileriniz hayırlılarınızdan, zenginleriniz de cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda istişare ile yürürse yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır" buyurmaktadır.
İstişarenin milletlerin hayatında taşıdığı öneme değinen Allah Resulü (sav) "Bir millet istişare ettiği müddetçe zillete düşmez" buyurarak saadetin, mutluluğun ve izzetin yolunu göstermektedir.
Hulefa-i Raşidin (ra), Allah Resulü (sav)’in rahlesinde gördükleri tedris ve O’ndan aldıkları olguyla istişare müessesinden yeterince istifade ettiler. Hz. Ebubekir’in işlerinin çoğunda Hz. Ömer ve Hz. Ali ile istişarede bulunduğu, Hz. Ömer’in aldığı derin yara üzerine yeni halifenin tayini için istişare kurulu oluşturduğu, ashabın ileri gelenlerinden müteşekkil bu kurulun Hz. Osman’ı halife olarak seçtiği hepimizin malumudur.
Hulefa-i Raşidin’den sonra devlet idaresinin Emevi Saltanatı tarafından ele geçirilmesiyle istişare müessesesi hükmünü yitirmeye başlar. İstişarenin ortadan kalkmasıyla büyük sıkıntılarla karşılaşan Müslümanlar, zor ve sıkıntılı günler yaşarlar.
Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde meşveret-i şer’îyeyi zikreder ve bu müesseseye oldukça ehemmiyet verir:
«Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret‑i şer’iyedir.
وَاَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ ayet-i kerimesi şurayı esas olarak emretmektedir.
Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.
Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet‑i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.» (Hutbe-i Şamiye sh: 60)
«Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?
Elcevap: Nurun Yirmi Birinci Lem’a-i İhlâsında izah edildiği gibi, hakiki şûrâ ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlâs ve tesanüd ve meşveretin sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz, ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi, hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar.» (Hutbe-i Şamiye sh: 62)
Görüşerek ve müzakere ile hizmeti ifa ve icra etmenin mukaddimesi mânâsında olan meşveret, istişare ve şûrâ, mezkûr beyanat ve tavsiyelerin neticesi olarak bir esas ve düstur olduğu zâhir olmaktadır.
Selam ve dua ile
İbrahim FIRAT