Bugün dünya halkları içinde büyük bir coğrafyaya ve büyük bir nüfusa sahip olduğu halde devleti olmayan tek halk Kürd halkıdır. Dünya böyle geniş bir coğrafyaya ve kalabalık bir nüfusa sahip olan Kürdlere insani ve İslami hiçbir hak tanımamıştır ve tanımaya da yanaşmamaktadır. Dünya, Müslüman Kürd halkının insani ve İslami haklı taleplerine seyirci kaldığı gibi ümmet de bu konuda sağır sultanları oynayarak Kürd meselesini görmezlikten gelmektedir. Nasıl ki İslami ve insani ilkelere göre tüm halkların özgürce yaşama hakkı varsa ve bu haklar kanun ve müeyyidelerle garanti altına alınıyorsa, Müslüman Kürd halkının da kendi toprakları üzerinde inanç, kültürel ve tarihi mirası çerçevesinde özgürce yaşama hakkı vardır ve bu hakkı vermemek veya engellemek insani bir suçtur. Özgürce yaşamak her toplumun tabii bir hakkı olduğu gibi Müslüman Kürd halkının da en tabii hakkıdır. Tarihi ve kültürüyle Ortadoğu’nun en kadim halklarından biri olan Müslüman Kürd halkı, birçok medeniyetin özellikle İslam medeniyetinin gelişmesinde ve yayılmasında katkı sağlamıştır. Kürdlerin bu müspet konum ve kadim geçmişine rağmen Müslüman halklar arasında en çok ezilen, zulüm gören, asimilasyona tabi tutulan, tarih ve kültürlerinden uzaklaştırılan halkların başında gelmektedir. Hâkim güçler tarafından Müslüman Kürd halkına karşı uygulanan insanlık dışı ve faşizan tutumlarla her türlü yazılı ve sözlü değerleri yok olmayla karşı karşıya kalmıştır. Hâkim güçler, Kürdlerin tarihini, dilini, dinini ve tüm kültürel değerlerini muhafaza edecek ve geliştirecek güç ve kudretini elinden alarak bir nevi Müslüman Kürd halkını tarihsiz, dilsiz, dinsiz ve kültürsüz bir halk haline getirmek istemişlerdir. Tarihsiz ve kültürsüz bir halkın tarih sahnesinde varlığını sürdüremeyeceğini bilen egemen güçler, özellikle de Kemalist rejim, Müslüman Kürd halkına ait olan tüm aidiyet unsurlarını teker teker yok etmeye çalışmıştır. Maalesef bu konuda epey de mesafe kat etmiştir. Arapların, Farsların ve Türklerin sahip olduğu insani ve İslami haklara, onlar kadar eski bir geçmiş, tarih ve kültüre sahip olan Müslüman Kürdlerin de sahip olma hakları vardır. Hatta bazı hakları onlardan daha çok hak ettikleri bir gerçektir. Çünkü tarihin birçok döneminde Müslüman Kürdler, zor duruma düşen Arap, Fars ve Türklere Müslüman oldukları için yardım etmiş, Kürdistan coğrafyasında onlara kucak açmış, aşını, silahını ve çadırını onlarla paylaşarak kadirşinaslık ve misafirperverlik örneğini sergilemişlerdir. Ama ne yazık ki çoğu zaman bu yardım, paylaşma, kadirşinaslık ve misafirperverliğin karşılığı zulüm, imha, talan, savaş, işgal, asimilasyon… gibi hareketlerle karşılık bulmuştur. Kürdlerin öz değerleri İslam’a dayandığından, bütün Müslüman halklarla İslami ve insani ilkeler çerçevesinde barış içinde ve kardeşçe yaşamayı İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde gösterdiği gibi, günümüzde de bu erdemi gösterecek güçlü İslami ve insani değerlere sahiptir. Çünkü tarih sürecinde ümmet geleneğine bağlı kalan Müslüman Kürdler bu geleneğin devam etmesine katkı sağlamış ve bu yolda birçok büyük bedeller de ödemiştir. Tarih süreci içinde birçok Müslüman halk, ümmet geleneğini bırakıp İslam’dan uzaklaştığı halde Müslüman Kürd halkı, ümmet geleneğinin birleştirici kardeşlik ilkelerinden ayrılma bir yana, bilakis bu ilkelere daha sıkı sarılmıştır. Egemen güçler tarafından Müslüman Kürd halkına karşı süregelen faşizan uygulamalar neticesinde Kürdistan coğrafyasında kan, gözyaşı, yas ve kısaca zulüm uzun yıllar varlığını sürdürmüştür. Kürd tarihinin son asrı incelenirse, bu tarihin egemen güçlerin Kürdistan’da işledikleri cinayet, vahşet ve zulüm sahneleri ile dolu olduğu görülecektir. Tarihte Müslüman Kürd halkına karşı yapılan tüm bu zulüm ve faşizan uygulamalara rağmen, bu meselenin çözümüne yönelik bir yumuşamaya ve halletme yoluna gitme gibi iyi bir niyet hâsıl olmuşsa ve çözüme yönelik adımlar atılmak isteniyorsa, o halde bu meselenin temelden çözüme kavuşturulması gerekir. Ama maalesef şu ana kadar Kürd meselesini kökten halledecek somut adımlar atılmış değildir. Kendilerini meselenin tarafı olarak gören TC ve PKK, sorunun çözümüne yönelik adım atma bir yana bizzat meselenin önünde en büyük engel olarak durmaktadırlar. TC, PKK’yı bitirme planı içinde iken, PKK ise “Bu süreçte nasıl örgütsel bir çıkar sağlarım ve Abdullah Öcalan’ı nasıl kurtarırım?” hesapları peşindedir. Ama her ikisi de İslam ve Müslümanlar söz konusu olunca Müslümanlara düşmanlıkta ortak hareket etmektedirler. Referansları İslam olmayanlar, İslam ve Müslümanlara düşmanlıkta ortak cephe oluşturanlar, Müslüman Kürd halkının sorununu hangi referanslar temelinde çözüme kavuşturabilirler? Burada şuna dikkat çekmek gerekir ki, İslami referans temelli olmayan hiçbir çözüm veya adımın Müslüman Kürd halkının sorununu çözmesi veya derdine çare olması mümkün değildir. Kürd ve Kürdistan meselesi tarihi, siyasi ve uluslar arası bir mesele olduğundan, birkaç kültürel hak verilerek sathi ve sıhhi pansuman mesabesindeki adımlarla çözüme kavuşturulamaz. Meseleye bu şekilde basit yaklaşanlar da tarihi yanılgı içindedirler. Bilinmelidir ki, Kürd sorunu oldubittiye getirilecek basit bir mesele olmayıp Ortadoğu’nun en ağır sorunlarının başında gelmektedir. Kürd ve Kürdistan meselesi tarihi, siyasi, derinlikli, çok yönlü, kapsama alanı geniş ve uluslar arası bir mesele arz ettiğinden çözümü de o oranda derinlikli, kapsamlı ve çok yönlü olmalıdır. Nasıl ki Filistin meselesi hal edilmediği sürece Ortadoğu’da barış ve sükûnetin gelmesi hayal ise, Kürd meselesi çözülmeyinceye kadar da aynı şekilde barış, huzur ve sükûnetin olması hayalden öteye geçmeyecektir. TC’nin 85 yıldır bu meseleden dolayı huzur ve sükûnet yüzü görmediği herkesin malumudur. ‘İslami ve insani ilkeler referans alınarak eşit haklar temelinde egemenliğin paylaşılması’ çözümünün dışında başka çözüm ve adımların Kürd ve Kürdistan meselesini temelden halledeceği düşünülemez. Çünkü uzunca bir tarihi, köklü bir kültürü ve verimli bir coğrafyası olan Müslüman Kürd halkı Ortadoğu’nun en kalabalık halklarından birini teşkil etmektedir. Müslüman Kürd halkının öz değerleri İslam’a dayandığından, İslami referansların dışında hiçbir çözüm tutmayacaktır. İslam dışı referanslar temelinde Müslüman Kürd halkına çözüm olarak dayatılacak her adım geri tepecektir. Ama İslam’ın öngördüğü adalete dayalı eşit haklar temelindeki bir çözüm Kürd meselesini kökten çözecektir. Bu temelde geliştirilecek bir çözüm hem İslami ve hem de insani bir çözüm olacağından toplumsal mutabakatı sağlayacak imkânlar doğurur. İslami referanslar temelinde ortaya çıkacak çözümde her halkın özgürce yaşama hakkı vardır. Hiçbir halk imtiyazlı ve farklı haklara sahip değildir. Bir kavmin, bir milletin veya bir ailenin sultası söz konusu olamaz. Şerefli Müslüman Kürd halkının bağrından çıkan çeyrek asırlık mücadele geleneğine sahip Kürdistan’ın en büyük İslami hareketi olan, İslam için maddi ve manevi birçok büyük bedeller ödeyen ve ödemekte olan Hizbullah Hareketini Kürd sorunu konusunda çözümün bir tarafı olarak görmemek en büyük yanılgı olur. Hizbullah dikkate alınmadan veya onu çözümün bir parçası ve tarafı olarak görmeden geliştirilecek bir çözüm, netice verici bir çözüm olamaz. Çünkü Müslüman Kürd halkının asıl sahibi ve sözcüsü Hizbullah’tır. Hizbullah’ın içinde olmadığı bir çözüm, Kürd sorununu temelden çözemez. Selam ve muhabbetle… CUDİ NUHOĞLU |