“Şunu bilin ki, benim kanım sizin inkılâbınızı boğacaktır.”( Şeyh Said) 1865 yılında Elazığ ili Palu ilçesinde dünyaya gelen Şeyh Said’in babasının adı Şeyh Mahmut Fevzi’dir. Şeyh Said’in ailesi Kürdistan’ın köklü ve büyük ailelerden biri olup, aynı zamanda bu aile mücadeleci bir geleneğe sahiptir. Şeyh Said’in dedelerinden Seyyid Kasımé Haşimi, Osmanlı Padişahı 4. Murat’a biat etmediği için öldürülmüştür. IV. Murat’ın Bağdat seferi sonucunda İran ile yapılan Kasr-i Şirin antlaşmasıyla Kürdistan iki parçaya bölünür. IV. Murat Bağdat seferi döşünde Diyarbakır’a uğradıktan sonra etrafındakilere Kürdistan'ın durumunu, buradaki halkın yaşantısı ve kendi yönetimi konusunda ne düşündüklerini sorduğunda, bölgede kendi yönetiminden hoşnut olunmadığı ve halkın çoğunluğunun kendisine karşı olduğu söylenir. Bunun üzerine IV. Murat, bölgenin tüm ileri gelenlerinin, ağaların, şeyhlerin ve müderrislerin toplanmasını ve kendisine açıkça biatlerini bildirmelerini emreder. Bu emir üzerine, köyünde müderrislik yapmakta olan Seyyid Kasımé Haşimi’nin de biat etmesi istenir. Fakat Seyyid Kasımé Haşimi “Ben, idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendisi sarayında içki içen adama biat etmem!” demek suretiyle teklifi reddeder. (Seyyid Kasımé Haşimi, Şeyh Said’in babasının dedesidir) Aynı şekilde, Kürdistan'ın ileri gelen ailelerinden biri olan Bedirhanî ailesi, bölgenin meşhur bazı şeyhleri ve tanınmış bazı aileler de padişah IV. Murat’ın çağrısını geri çevirerek biate yanaşmazlar. IV. Murat, kendisini çok rahatsız eden bu durum karşısında, muhalefet edenlerin ortadan kaldırılmasını, Seyyid Kasımé Haşimi’nin müderrislik yaptığı Çılsıtun köyü ve civar köylerin yakıp yıkılmasını emreder. IV. Murad'ın verdiği ferman yerine getirilerek Çılsıtun başta olmak üzere Bismil’in köyleri yerle bir edilir. Yapılan katliamlar sonucunda Seyyid Kasımé Haşimi şehit edilir. Şeyh Said’in şeceresi Seyyid Haşimi’den öncesinin sır olması bu katliamdan dolayıdır. Çünkü bu olay sırasında her yer ateşe verildiği için, büyük bir ihtimal ile Şeyh Said’in soy kütüğü ve şeceresi ile ilgili malûmat da yanar. Seyyid Kasımé Haşimi şehit düşünce hanımı, çocuk yaştaki oğlu Şeyh Ali Septi (Şeyh Said’in dedesi) ile beraber Malatya’ya hicret eder. Şeyh Ali Septi, Malatya’da ders almaya devam eder. Daha sonra, Bağdat’ta bulunan Mevlana Halidé Bağdadî'nin bir yakını tarafından oraya çağrılan Şeyh Ali Septi; hânımına, “ben Mevlana Halid'in yanına gideceğim, istersen beni bekle, istersen seni boşayayım!” dediğinde, hânımı gitmesine razı olmaz. Böylece hanımını boşayıp Mevlana Halid’in yanına, Bağdat’a gider. Uzun bir süre Mevlana Halid’in yanında ilmi ve irfani eğitim aldıktan sonra Şeyh Ali Septi, Mevlana Halid’in vasiyeti üzerine O'nun bir halifesi olarak Kürdistan'a geri döner. Bir müddet Diyarbakır’da kalır, ardından Elâzığ’ın Palu ilçesine yerleşerek orada tekke ve medresesini kurar. Şeyh Ali Septi’nin oğlu ve Şeyh Said’in babası Şeyh Mahmut Fevzi, Palu’dan Erzurum’a bağlı Hınıs ilçesine gidip Hınıs’ın köyü Kolhisar’ı satın alır ve oraya ailece yerleşir. Babasının ölümünden sonra bu büyük ailenin bütün sorumluluğu Şeyh Said üstlenerek ailesinin ticaretini idare etmeye çalışır. Şeyh Said’in ailesi çok zengin olup çok sayıda sürüye sahipti. Bu hayvan sürüleri Erzurum’dan Halep’e, Musul’a, Şam’a kadar götürülüyordu. Şeyh Said, ticaretten dolayı gittiği yerlerde insanları tanıyor ve birçok kesimle irtibat geliştiriyordu. Böylece Kürdistan’da tanıyanları ve sevenleri oldukça çoktu. İlme yönelmeye karar veren Şeyh Said, medrese eğitimine başlar. Eğitimini Muş, Malazgirt, Hınıs ve Palu’da tamamlar. Medrese eğitiminin belli bir aşamasından sonra kendisini züht ve takvaya vererek irfani yönde kendini geliştirir. Züht, takva ve irfan noktasında donanımını tamamlayan Şeyh Said, çevresindekilere İslâm'ın temel esaslarını ve tevhidi anlatmaya çalışır. Medreselerde ders vermeye başlayan Şeyh Said, Müslüman Kürd halkını cehaletten kurtarmak için irşat faaliyetlerine hız verir. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin de bir üyesi olan Şeyh Said, bu cemiyetin kapatılması üzerine 1921’de kurulan Azadi Örgütünün daveti üzerine bu örgüte katılır. Azadi örgütünün başkanlığını ise Şeyh Said’in kayınbiraderi Cibranlı Halit yürütüyordu. Azadi örgütüne üye olduktan sonra Kemalist rejime karşı halkı bilinçlendirmek için köy köy dolaşarak tanıdığı ve güvendiği insanlara mektuplar gönderir. Kürdistan’da büyük bir kıyam hazırlığına başlayan Şeyh Said ve Azadi örgütü, kıyamın bütün Kürdistan’a yayılması için ciddi faaliyetler yürütürler. Ancak kıyam hazırlığıyla ilgili haberler Mustafa Kemal’e ulaşınca, Azadi’nin başkanı Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya, Ekim 1924 yılında tutuklanırlar. Bu tutuklanmadan sonra Azadi’nin başkanlık görevine Şeyh Said getirilir. Mustafa Kemal’in, devleti kurduktan sonra toplumun hayatından İslami kural, kanun ve örfü çıkarmak için yaptığı icraatler ve Kürd’lere verilen sözlerin yerine getirilmemesinden dolayı Müslüman Kürd halkının sabrı taşıyordu. Devletin gittikçe İslam’la alakasının kesildiğini gören Şeyh Said’in zihninde, silahlı bir kıyamdan başka bir çarenin kalmadığı fikri iyice pekişmiş, devletten umudunu keserek, bundan sonra Türklerle bir bağlarının kalmadığını şu cümleyle dile getirmişti; “Bizi Türklerle birlik kılan şeriat ve hilafetti. Türkler şeriatı yok sayıp hilafeti kaldırdıklarına göre artık bizi birbirimize bağlayan bir şey kalmamıştır.” Şeyh Said, Müslüman Kürd halkının kıyamına öncülük etmek için ciddi hazırlıklar yapar. İşin ciddiyetini anlayan hanımı, Şeyh Said evden çıkacağı sırada şunları sorar: “Bey bey! Bizi bırakıp da nereye gidiyorsun? Sen gidersen bizim namusumuzu kim koruyacak? Bizim namusumuzu hiç düşünmez misin?" Oysa Şeyh Said’in cevabı nettir: “Hanım hanım! İslam’ın namusu ayaklar altındadır.” Hanımı, engel olamayacağını anlamıştır. Şeyh Said, şu sözleri dile getirip evinden ayrılır: “Hanım! Yarın ben kıyamet gününde Allah’ın ve Peygamberi’nin huzuruna suçlu olarak çıkmak istemiyorum. O zaman Allah bana ‘Ey Said! İslâm dinînin hükümleri ayaklar altına alındığında sen niçin sessiz kaldın, gücün ve imkânın olduğu halde niye başkaldırmadın?’ diye sorduğunda ben ne cevap vereceğim? Cehennem zebanileri beni sarığımdan tutup cehenneme çektiklerinde ben ne edeceğim? Hayır! Andolsun Allah’a ki, yalnız ben ve elimdeki asa bile kalsa batılın karşısına çıkıp kıyam edeceğim. Şehit olana kadar da mücadelemden asla dönmeyeceğim. Hem, ne ben Hz. Hüseyin’den daha makbulüm ve ne de siz O'nun ailesinden, Ehl-i Beyti’nden daha makbulsünüz. Ben üzerime düşeni yapmak zorundayım. Allah’a emanet olun!” 6 Ocak 1925’te Şeyh Said, Kürd ileri gelenleri ile Kırıkan köyünde bir toplantı yapar. Kırıkan köyünden çıkıp Bingöl’ün Karlıova ilçesine gelerek Halidé Cimri’nin evinde ikinci bir toplantı daha yapar. Müslüman Kürd ileri gelenleri ile değişik toplantılar yaptıktan sonra Şeyh Said, Piran’daki kardeşi Abdurrahim’in evine gider. Kardeşi Abdurrahim’in evinde iken, Türk askerleri evi basıp, Şeyh Abdurrahim'e sığınmış olan bazı kaçak Kürtleri almak isterler. Şeyh Abdurrahim, kendisine sığınmış bu insanları, Şeyh Sait orada iken vermeyi reddettiğinden, askerler bu kişileri zorla almak isterler. Bunun neticesinde askerler ile mahkumlar arasında çatışma çıkar. Böylece hesapta olmayan bir provokasyon sonucunda kıyam beklenmedik bir anda, planlanmış zamandan önce, 8 Şubat 1925'de başlar. Şubat 1925’te kıyam bütün Kürdistan’ı sarar. Kürdistan’da kıyam devam ederken Kemalist rejim bütün imkanlarını seferber edip, çok sayıda kuvvetle Müslüman Kürd kıyamını bastırmak için Kürdistan’a yüklenmeye başlar. Şeyh Said’in önderliğindeki Müslüman Kürd savaşçılar, Diyarbakır kapılarına dayanır. Kıyam karşısında zor duruma düşen Kemalist rejim dünyanın en çirkin taktik ve oyunlarına başvurarak kıyamın önünü kesmeye çalışır. İnsanları para ile satın almaya çalışan ve bunun için o zamanki şartlarda büyük meblağları döken Kemalist rejim Hurmek gibi bazı aşiretlerin kıyama karşı cephe almasını ve kendileri ile işbirliği yapmasını sağlar. Satılmış hainler Şeyh Said askerlerinin kılığına girerek halkın namusuna ve malına tecavüz etmek suretiyle kıyamı şaibeli göstermeye çalışırlar. Planlanandan çok önce başlayan ve henüz hazırlık aşamasında bulunan kıyam hareketi, kıt imkânlarla devam ediyordu. Eğitimli askeri birliklere ve yeterli savaş araç-gerecine sahip olmayan Müslüman Kürd savaşçılar, kısa süre zarfında Kürdistan’ın birçok yerleşim bölgesini hâkimiyetleri altına aldılar. Ancak Kemalist rejim güneydeki Fransızlardan da yardım alarak, bütün kuvvetlerini Kürdistan’a yığınca, düzenli ordu karşısında zorlanan Müslüman Kürd savaşçılar, hâkimiyetlerine aldıkları yerleri peyderpey geri vermek zorunda kaldılar. Kemalist rejimin ordusu ise geçtiği her yeri yakıp yıkarak, suçlu suçsuz bütün Kürdleri katliamdan geçirerek adeta Kürdistan’ı insansızlaştırmaya çalışıyordu. Geri çekilme sırasında Şeyh Said ve beraberindeki savaşçılar, 14 Nisan’da İran’a geçmek için doğuya yöneldiler. 15 Nisan’da Muş’ta Abdurrahmanpaşa Köprüsü'ne ulaştıklarında, bizzat bacanağı Binbaşı Kasım’ın hıyanet edip Kemalist rejim güçleriyle irtibata geçmesiyle Şeyh Said ve arkadaşları Kemalist rejim güçleri tarafından pusuya düşürülerek teslime zorlandılar. Bu ihanet, Kürt tarihindeki ne ilk ve ne de son ihanettir. Müslüman Kürd halkının kıyam ve hareketleri buna benzer birçok ihanetlerle karşı karşıya kalmıştır. Ama Müslüman Kürd halkının umudu haline gelen Şeyh Said’e yapılan ihanet, Müslüman Kürdler hayatta kaldıkça unutulmayacaktır. Şeyh Said’e yapılan ihanetler kadar acı veren birçok ihanete Hizbullah Hareketi de maruz kalmıştır. İhanetlerin sonu gelmez. Her şey unutulsa da ihanetler unutulmaz. Kasımların ve Azoların ihaneti Müslüman Kürd halkının belleklerinden asla silinmeyecektir. Şeyh Said ve arkadaşları, 28 Haziran’ı 29 Haziran’a bağlayan gece, saat 02: 00’de idam edildiler. İdam edilmesine karşılık Şeyh Said: “ Başımdaki saçlarım adedince kellem olsa ve her birini tek tek koparsanız da gam yemem. Yeter ki davam Allah ve din için olsun.“ şeklindeki ölümsüz deyişini haykırmıştır. Cellatlar ipi boynuna geçirince Kürtçe söylediği son sözü şu olmuştur; “Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler.” Ey Şeyh Said’in torunları Şeyh Said’i mahcup etmeyin! Ey Hizbullahiler, hareket ve misyonunuzla Rehber Hüseyin’in mücadelesini hedefine ulaştırmak için bütün imkanlarınızı seferber edin. Şehitlerimizin mesut ve mutlu olmaları mücadelelerinin şevk ve azimle hedefine doğru yürümesiyle gerçekleşir. Selam ve muhabbetle, CUDİ NUHOĞLU |