Dünyada her şeyin bir bedeli var olduğu gibi hiçbir şey risksiz de değildir ve her şeyin bir fiyatı ve pahası vardır. Fiyat ve paha; kalite ve emeğe göre değişerek ya azalır ya da artar. Bir şeyin kalite ve emeği; ne kadar artarsa o oranda fiyat ve pahası da artar ki artık paha biçilmez bir değer kazanır. İşte Hizbullah Hareketi verdiği bedel, tecrübe, kazanım, geliştirdiği anlayış ve yaşadığı pratik bakımımdan öyle paha biçilmez bir değerler manzumesidir ki her bir değeri basit türden olmayıp mayasında asliyet ve ruhunda ise erdem vardır. Asliyet ve erdemle yoğrulan değerler asla yok olmaz. Ki bu değerlerin yok olması insanlığın yok olması demektir. Hizbullah Hareketi’nin savunduğu ve canlandırmak istediği değerler; beşeri değerlerden farklı olarak asliyet ve erdemin birleşmesinden meydana geldiğinden bu değerler, insanlığın tekrar kendisini keşf edip, öz değerlerine dönmesi için birer kurtuluş reçetesi hükmündedirler. Böyle azametli ve erdemli değerlere sahip bir mücadelede yer alarak İslam ve insanlığın kurtuluşu için mücadele etmenin bir zorluğu ve farklı bir hayat yaşamanın beraberinde getirdiği sıkıntılar vardır. Çünkü bu mücadelede hiç kimsenin rahat olma, keyif sürme ve konforlu yaşamanın ne garantisi vardır ne de lüksü. Bu yola girenlerin peşinen rahat ve lüks bir hayat yaşamayı hayallerinden atmalıdırlar. Peki, fakirlik, sıkıntı, rahat bir hayat yaşamama bir kader midir veya uğrunda mücadele edilen davanın tabiatında mı vardır? Aslında bu ne bir kaderdir ne de davamızın sahibi olan Allah Teala’nın bir emridir. Aksine davamızın sahibi Allah Teala, dünya ve içindekilerini insan için yaratmıştır. Ama ne yazık ki kendisine kulluk etmek için yarattığı insan, zamanla Allah’ın kulluğundan çıkıp, kula kul olamaya başlayarak, yaratıcısına ve rahat yaşamak için koyduğu nizam ve sistemine düşman oldu. Allah’ı ve Allah’ın nizam ve sistemini bırakan, kendini hüküm koyucu ve sistem kurucusu olarak gören insan, aklına göre sistemler geliştirdi. Allah’ın nizamına ve insanlığın fıtratına aykırı olan bu kanun ve sistemleri, insanlara tahmil ederek kendisine boyun eğdirmeye çalıştı. İslam dünyasında buna geçiş ve İlahi nizamdan uzaklaşma; Asr-ı Saadet’ten sonra hilafetin saltanata dönüşmesiyle başlamış, milliyetçilik ve İslam dışı fikir akımlarının İslam âlemine yayılmasıyla hat safhaya ulaşmış, günümüzde ise tüm insanlığı tehdit etme derecesine gelerek toplumumuzu da çepe çevre kuşatma altına almış veya almaktadır. Halkımızı böyle bir kuşatma altına almak gayreti içinde olan Kemalist rejim kurulduğundan bu yana halkımızın Müslüman ve Kürd olmasından dolayı Kürdi ve İslami tüm değerlerini silip imha etmek için var gücüyle çalışmaktadır. Buna karşı çıkan ve muhalefet edenleri de insanı titreten zulüm ve vahşetlere duçar ederek ya imha ediyor veya etkisiz bir hale getiriyor. İşte gaddar, kendisinin ve kendi resmi ideolojinin dışında hiçbir kavmi, insani ve İslami değerlere tahammülü olmayan böyle bir rejimin zulmüne karşı durmak ve bu rejim eliyle şehit olan aziz şehitlerin; Saitlerin, Hüseyinlerin davalarının sahipsiz olmadığını göstermek, ebediyen ve geriye dönmemek üzere onların yoluna girip onlar gibi bir bedel ödeyerek, bize miras olarak bıraktıkları o heybetli ve görkemli davayı en zirvelere taşımak bize bir vefa borcu değil mi? Kimse zannetmesin ki mücadele yolunda çekilen bunca sıkıntı ve zorluklardan sonra rahatlık gelmeyecek. Muhakkak her zorluktan sonra bir kolaylık vardır, her gecenin bir sabahı vardır, her kışın bir baharı vardır. Bir gün mutlaka bahar gelecek, çiçekler açacaktır. Her kışın bir baharı olduğu gibi bu mücadelenin de bir baharı olacaktır. Yeter ki kışın o zemheri ve karanlık gecelerine karşı tedarikli olalım. Hizbullahi mücadelenin kapsamına girenlerin; mücadelenin şart, kabul ve retleri çerçevesinde başarılı bir profil sergileyip ve pürüzsüz bir mücadele sürdürebilmeleri için her şeyden evvel İslam’ın özünden kopup gelen terkibi asliyet ve erdem olan değerleri içselleştirerek bu değerleri yaşamak ve yaşatmak hedefi olmalıdır. Hizbullah Hareketi’nin değerlerine bu vecihle bakılmaz, gereken duyarlık ve hassasiyet gösterilmezse, zamanla bu değerler normal değerler olarak telakki edilir, kişisel ve örfi bazı değerler Cemaatin değerleri önüne geçer. Cemaatin uyumu, ahengi, insicamı ve başarısı, şehitlerimizin kanıyla sulanmış, kazanım, tecrübe dolu, asil ve erdemli değerlerimizi yaşamaya, yaşatmaya, korumaya ve hassasiyet göstermeye bağlıdır. Kendini davanın sahibi görenler; daha çok bu değerleri muhafaza eder, yaşar ve yaşatır. Dolayısıyla kendi cemaatsel değerlerine duyarlı ve hassas olan kişi ancak davanın sahibi olarak kendini görür, tehlikelere karşı durur, davasını en iyi bir şekilde temsil edebilme performansı göstererek hiçbir içsel ve dışsal tepkiye karşı tesir altına girmez. Her işte kendini işin sahibi olarak görenler; işlerini geliştirdikleri gibi kendilerini de geliştirerek önlerine koydukları hedeflerine bire bir ulaşırlar. Kişinin gelişebilmesi, ilerleyebilmesi ve terakkiyat sağlayıp hedeflerine ulaşabilmesi için kendini davanın sahibi olarak görmelidir. Şehit Rehber Hüseyin bu konuda şunu söylemektedir: “Kendini davanın sahibi görenler, terakki ederler” Kendini davanın sahibi olarak görmek; üzerine vazife olmayan şeylere karışmak demek değildir. Kendini davanın sahibi olarak görmekten kastımız; mücadelenin şartlarına, kurallarına, ilke ve prensiplerine uyarak üzerine vazife olan yükümlülükleri en iyi bir şekilde yerine getirmektir, katkı yapmaktır, müspet hareket etmektir. Müspet tavırların dışında menfi bir tavır içine girerek uygun olmayan davranış ve tutum sergilemeye, kendini davanın sahibi olarak görme denilmez, bozgunculuk denilir. Mücadeleye aday ve sorumluluğa talip olan kişi, ben dava sahibiyim demekle dava sahibi olamaz. ‘Ben dava sahibiyim’ diyen kişi, eğer bu sözüne, pratiği şahitlik ederse, dava sahipliliği gerçekleşir. Yoksa bu, boş sözden öteye geçmez. Söz ve pratik birbirlerini tasdik ederse, doğruluk hâsıl olur. Söz ve pratiği arasında uyum olmayan, söz kıvraklığı ile pratiğinde olmayan amel ve davranışları varmış gibi gösteren, menfaatin yönüne göre tavır sergilemeye çalışanlar herkim olursa olsun değil bir davanın sahibi olmayı, bir davanın içerisine girmeyi bile hak etmez. Bu durum büyük davanın mensuplarının belki en çok dikkat edecekleri konulardandır. Çünkü bu tür kişilikler, yıkıcıdırlar, menfidirler, müspet tutum ve davranışlar sergilemezler, karakterleri gereği her şeyde olumsuz bir mana ararlar. Selam ve muhabbetle CUDİ NUHOĞLU |