Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
İslami dava ve mücadelede Müslüman’ın başına dünyevi ve maddi şeyleri telafi etme imkanı vardır. Dava uğrunda Müslüman’ın yaralanması, yakalanması, maddi kaybının olması…telafi edilebilir zararlardır. Ve iyi bir çalışma ve gayretle eski halden daha iyi bir performans yakalanabilir. Fakat sürecinde, başına gelen bela ve musibetlerden dolayı kişinin ümit ve heyecanını kaybetmesi, bu kişi için bir tükenişi demektir. Bunun telafisi ve izalesi ise kolay değildir.
İslami dava ve mücadele diğer beşeri davalardan her yönüyle farklı, büyük ve ilahi bir dava olduğundan, sünnetullaha uygun ve tedrici olarak yapılması gerekir. Mücadele zorlu ve aynı zamanda meşakkatlidir. Zira her şey bir anda düzelivermez ve kişinin her isteği de gerçeklemez, büyük ve görkemli işlerin yavaş yavaş, tedrici düzelmesi icabeder. İstenilen şeylerin ve arzu edilen zaferin gecikmesi İslam davetçisini ümitsizliğe düşürmemeli, bilakis daha fazla onu gayrete, çabaya ve kendini muhasebe etmeye sevk etmelidir.
Ümit imandan ve Allah’ın askerlerindendir, ümitsizlik ise şeytanının askerlerindendir. Bir millet ümit, iman ve sözbirliği ile mücadele eder ve kıyam ederse, karşısında hiçbir kuvvet duramaz.
İslam’da yenilgi yoktur. Zira Allah Teala zafer ve üstünlüğü imana bağlamıştır. “Üzülmeyin gevşemeyin, eğer iman emişseniz, üstün gelecek olan sizlersiniz.” (Ali İmran, 139)
İslam için mücadele ederken yakalanmak, şehit olmak, zindana girmek, esir düşmek yenilgi değildir. Zaten bunlar mücadelenin tabiatında vardır ve dava sahibi Müslüman’ın her an karşılaşabileceği olaylardır. Görünüşteki bazı maddi kayıplar arızi ve geçicidir. Ama manevi kayıplar, sapma, yılgınlık, pes etme, ümitsizlik davetçi veya bir harekette görülmeye başlarsa, tehlike çanları çalmaya başlar.
Bir hareket maddi yenilgi almış ama manevi yenilgi almamış ve ye’se düşmemişse, o hareket tekrar ayağa kalkıp, kaybettiği gücünü toparlayıp, eskisinden daha görkemli sahnede yerini alabilir. Ama ümitsizliğe düşüp, manevi yenilgi almışsa, ne kadar maddi gücü ve imkanatları olsa da mukavemet göstermesi zor olur.
İslam tarihinde gönül yaralayan, acıklı, hüzünlü, insanın kaldıramayacağı birçok dramatik olaylar yaşanmıştır. Bunlardan bir tanesi Moğolların İslam diyarını baştan başa ele geçirirken yaptıkları vahşetlerdir. Moğollar İslam diyarına girdiklerinde, İslam memleketlerini genç, ihtiyar, kadın ve çocuk demeden kılıçtan geçirmiş, İslam diyarını baştan başa kıyım yaparak kana bulamışlardı.
Tatarlar Hülagu’nun komutanlığında Bağdat şehrine girdiklerinde, ele geçirebildikleri erkek, kadın, çocuk, yaşlı, ihtiyar, genç herkesi öldürdüler. İnsanlar korkularından kuyulara, ot ambarlarına, saklanabildikleri her yere saklanmış ve oralarda günlerce gizlenmişlerdi. Ortaya çıkmamışlardı. Bazı insan toplulukları da hanlara girip toplanıyorlar, kapıları üzerlerine kilitliyorlardı. Tatarlar, bu kapıları kırarak, ya da yakarak içeri giriyorlar, içerideki insanlar binaların damına kaçıyorlar, Tatarlar onları orada yakalayıp öldürüyorlardı. Öyle ki bu damların oluklarından sokaklara kanlar akıyordu. Mescitler ve camilerde de aynı hal cereyan ediyordu.. Bağdat şehri harabeye dönmüş, orada az sayıda insan kalmıştı, onlar da korku, açlık ve zillet içindeydi.
Bu hadisede Bağdat'ta öldürülen Müslümanların sayısının ne kadar olduğu değişik rakamlarla ifade edilmiştir. Kimi 800.000, kimi 1.800.000, kimi de 2.000.000 Müslüman’ın Öldürüldüğünü söylemişlerdir. Tatarlar, muharrem ayının sonlarında Bağdat'a girmişler, kılıçları kırk gün müddetle insan öldürmüşlerdi. Son Abbasi halifesi Müstasım Billah da öldürülmüştü.
İslam’ın başkenti olan Bağdat yakılıp yıkılmış, sokaklarında günlerce Müslümanların kanı akmıştı. Bağdat’taki dünyanın en büyük kütüphanesi ve aynı zamanda İslam’ın kültür ve külliyatının muhafaza edildiği kütüphane yakılmış, geri kalan kitaplar da Dicle nehrine atılmıştı.
Bu güne kadar Müslümanlar ve İslam diyarları bu kadar mezalim görmemiş ve tarih de buna şahitlik etmemiştir. İslam milleti, Kültür ve medeniyeti yok edilmek istenmişti. İnsanlardan tutun da kültür, medeniyet, şehirler ve Hilafet devletine kadar bir memleket yakılıp yıkılmıştı.
İbn-i Kesir İslam diyarının başına gelen bu dramatik olayları tarihe kayıt düşerken “keşke annem beni doğurmasaydı da bu olayları yazmasaydım.” şeklinde Tatarların Müslümanlara ve İslam diyarına yaptıkları barbarca yıkımın boyutuna dikkat çekmiştir.
Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyen İslam davetçileri bu manzara karşısında acizlik, yılgınlık ve ümitsizlik gösterip, oturmadılar. Barbar, katı ve kaba mizaçlı olan Tatarlar içine girerek, tebliğ ve irşat görevine başladılar. Bu tebliğ ve davet o kadar Tatarlar arasında hızlı yayıldı ki, Tatarlar fevç fevç İslam’a girdiler, kaba ve katı mizaçlarını şefkat ve merhamet dini olan İslam’ın potasında eriterek yumuşak bir kavim haline geldiler. Moğol devletinin yıkılışından sonra da bunun bir tezahürü olarak İslam devleti kurdular.
Kemalist faşist TC kurulduğundan bu yana Müslümanları ümitsizleştirip, kendine boyun eğdirmek ve meşum rejim ve hayat tarzını onlara zorla kabul ettirmek için var gücü ile onların üzerine gitmiş ve gitmektedir. Tatarlar Bağdat’ı tarumar etmiş, Müslüman alimleri şehit etmiş, mescit ve camileri yakıp yıkmışsa, Kemalist rejim de Kürdistan’da benzerini yapmıştır. Şex Said kıyamı sırasında Kemalist rejimin asker ve çapulcuları Şex Said’in askerlerinin kılığına girerek, Diyarbakır şehrini yağmalamış, halkın namusunu payı mal etmişti. Rejimden kaçıp dağlara sığınanları mağaralarda diri diri yakmışlardı. Kur’an’ı yasak etmiş, camileri ahır haline getirmişlerdi. İslami olan her şeyi yasak ettiler ve hala da yasak etmektedirler.
Kemalist rejim, Müslümanlara ve İslami değerlere acımasızca yaptığı bu saldırı ve savaş neticesinde bir kısım Müslüman’ı korkutmuş, pasifize etmiş ve ye’se düşürmüştür. Ama Şex Said, Said-i Kürdi ve Rehber Hüseyin’in mücadele ve kıyam dalgalarının tesiriyle Müslümanların büyük bir bölümü İslam mirasına sahip çıkarak, ümitlerini muhafaza etmiş ve rejime baş eğmezliğini göstermişlerdir. Hiçbir zaman da Kemalist rejimin değerleri ile barışık olmamıştır ve olmayacaktır. Kemalist rejim tarihin çöplüğüne atılmayıncaya kadar da bu ülkede barış, kardeşlik, insan hakları, adalet, refah, sükunet… gibi değerlerden bahsetmek anlamsızdır. Çünkü insani hak ve değerler bu rejimin tabiat ve karakterinde yoktur. Uğursuz, Müslümanların kanına girmiş ve Müslümanları kendine asıl düşman gören böyle bir rejime, zerre kadar iyi niyetle bakmak ve ondan merhamet beklemek safdillikten başka bir şey değildir.
Hizbullahi vasıf taşıyan bir Müslüman’ın, Kemalist TC’nin Müslümanlara karşı yaptığı zulümleri unutması mümkün değildir. Ve hiçbir zaman da unutmayacak, ümid ve inancını da yitirmeyecektir. Davası uğrunda ölümden, zindandan ve hiçbir beşerî eza ve cefadan korkmamış, mücadele sahasında Kur’an’ı rehber edinerek beşeriyetin kurtuluşuna çalışırken, Kemalist rejimim her türlü zulüm ve işkencesi ile karşılaşmış, asla gevşeklik ve ümitsizliğe düşmemiştir. Ve bundan sonra da ümitsizliğe düşmeyecektir. Çünkü Hizbullahi hareketin karakterinde ümitsizlik yoktur ve olmayacaktır. Dayanağı Allah olan bir Müslüman ve bir hareket ümitsizliğe düşer mi? Asla.
Dava ve mücadelesinde taviz verip düşmanından medet umarak, kendi düşmanının hizmetine girenler, hizmetine girdikleri kişiler tarafından bile alçak olarak görülürler. Şehit Rehberimiz bunu çok net bir şekilde izah etmiştir: “Zor zamanlarda davasından taviz vermeyen kişiler, düşmanları tarafından bile övülür. Davasından taviz verip kendi düşmanının hizmetine girenler, hizmetine girdikleri kişiler nezdinde bile aşağılık olarak görülürler. Tarihte de günümüzde de bunun örnekleri çoktur.”
Müslümanlar her hal ve durum karşında ümit ve inançlarını yitirmemelidir. Ümitsizlik, şüphesiz yenilginin sebebidir. Ümit, var olmanın ve zaferin sebebidir. Her zaman ve sürekli olarak ümit ve inançla yaşamak gerekir. Zinde ve hayatta kalmanın temel şartlarından biri de budur.
Tavizsiz, kararlı, sürekli, sözbirliği ile hareket eden, anın icabına bakan, umut dolu ve ye’se düşüp, inancını yitirmeyen bir hareketin mücadelesinin neticesi zaferdir.
Said-i Kürdi’nin haykırdığı gibi biz de haykırıyoruz Evet ümitvar olunuz.. şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadası olacaktır!