Azizlerimizi, kahramanlarımızı ve yiğitlerimizi bizim için değeri dünyadaki hiçbir şeyle mukayese edilemez yüce davamız uğruna feda ettik. Muhteşem gülistanımızın cenneti çağrıştıran en harika güllerini hiçbir tereddüte girmeden ve hiçbir çekince duymadan gönül rahatlığıyla ve büyük bir coşkuyla Rabbimizin yoluna adadık. Davamız, düşüncemiz ve yolumuz dillerin tarifine güç yetiremeyeceği oranda büyük ve görkemli olduğundan, kelimelerin tarif edici güce ulaşamadığı bu büyük davaya Tevhid kalelerinin ilahi aşk sofralarında özel bakımla yetiştirdiğimiz toplumumuzun en iyilerini davanın sahibi olan Rabbimizin yoluna feda ettik.
Yeryüzündeki insanların çoğuyla bizi farklılaştıran bu noktadır. Diğerleri bir parça dünyalık için, bir karış toprak için, günlerini gün etmek için ya da saltanatlarının devamı için insanlarını top ve tüfeklerin ağzına kurban verirken biz, insanlık tarihinin başlangıcıyla başlayan Tevhid dininin bayraktarlığı çerçevesinde en sevdiklerimizi Rabbimizin yoluna şehid veriyoruz. Tek amacımız ve tek hedefimiz O’nu hoşnut etmek ve gönlünü kazanmak. Onun memnuniyeti, bizim nezdimizde kutsal zafere ulaşmanın göstergesidir. O isteyince her şeyimizi, malımızı, canımızı ve en sevdiklerimizi feda ederiz. Bizim için O’nun rızası bütün hayatın başı ve sonudur.
Çağın en onulmaz ve en inkârcı çirkef yüzünün karşısında, şehitlerimizin Rabbleri için döktükleri kanlardan aldığımız ulvi ruhla dimdik ayaktayız. Şehitlerin ruhu ve bereketiyle kuşanan aziz davanın karşısına kim hangi silahlarla çıkarsa çıksın, şehadete susamış yeni yüreklerimiz azmimizin ve kararlılığımızın göstergesidir. Zulme karşı her duruş, Rabbimize bir adım daha yaklaşımın habercisidir. O’nun uğruna feda ettiğimiz canlarımız, O’nun katında nimetlerin en güzelini elde ederek yeni dirilişlere ulaşmanın ve hayatı yeniden ebedileştirmenin habercileri olmuşlardır.
Ammar’larımızı, Hamza’larımızı ve Musab’larımızı Allah Teâlâ'ya feda ettik. Yüzlerce güzel insanımız şehadet şerbetini yudumlayarak Rabbleri katındaki en güzel makamlara ulaştılar. Bugünkü dünyada en çok sevdiğimiz, öğretmenimiz ve rehberimizi bu kutsal dava uğruna ve Rabbimizin güzel yolunda feda ettik.
Bir adım ileri atarak her şeyimizle beraber en çok sevdiğimiz canlarımızı koyduk. Aydınlık geleceğe, rahmanın iklimiyle kuşanmış güzel yarınlara ulaşmak için, rahmanın adıyla kurulmuş mücadele binasını muhkemleştirmek ve yükseltmek için azizlerimizin kanlarının lazım olduğunu, şehidlerimizin kanının en muhkem ve yıkılmaz harç olarak dava binamızı yükselteceğine inanarak, Tevhid binasını şehitlerimizin kanıyla yükselttik. Geçmişte de yeryüzünün her köşesinde Tevhid davası şehitlerin kanıyla yükseltilip muhkemleştirilmişti. Tevhid mücadelesini sürdürmede bunun dışında bir yol ve yöntemin olduğuna tarihin hiçbir döneminde rastlanmaz.
Düşmanlarımızın en çok korktukları değerlerimizden birisi şehitlerimizdir. Şehitlerimizin azameti ve büyüklüğü karşısında şaşkınlık ve acizlik ruhiyesine bürünüp onların mezarlarını bozarak ve mezar taşlarını kırarak hınçlarını almaya çalışırlar. Şehitlerimiz, insanlarımızı canlandırıp harekete giçirici tevhidi ruhla donatan özellikleriyle rejimi korkutmakta ve endişelendirmektedirler. İnsanlarımız onların mezarlarına uğradıkça büyük bir enerji ve tükenme bilmeyen hareket ettirici bir ruhla donandığından, azizlerimizin mezarları bile rejimin başına bela olmuştur. Aramızda yaşarken çektiğinin çok daha fazlasını mezarlarından çekmektedir. Oraya uğrayan her Mü’min, kalbine rahmet eli dokunulup deruni bir inkılâba uğramışçasına büyük bir değişimle geri dönmektedir.
Diğer taraftan dünyanın herhangi bir yerinde bir Müslümanın şehit düşmesi durumunda ülkedeki birçok Müslümanın dilinde ve kaleminde haklı olarak günlerce yer alırken, birazcık ötelerinde şehit düşen yüzlerce kahramanı görmeyen gözlere ve duymayan kulaklara dönüştüler. Oysa kanlı elbiseleriyle Rablerine yürüyen bu kahramanların canlarını sadece Allah için verdiklerini çok iyi biliyorlardı. Ancak ruhlarına yapışan meskenet ve içine düştükleri ürkeklik, belki de kalplerini saran haset belası böyle bir gerçeği görmelerine izin vermiyordu. Müslümanların evleri başlarına yıkılırken, en değerlileri ve en azizleri kurşunlanırken kör ve sağırları oynadılar. Gündemlerini hiçbir zaman bu Müslümanlarla meşgul etmediler. Çünkü kurşunlananlar kendileri değildi, üstelik Kürt’tü! Şehid de olsa Kürt olunca İslamcılarımızın büyük kısmını ilgilendirmiyordu. Ancak Allah katında bunun da verilecek hesabının olduğunu düşünmediler. Azizlerimiz kanlı gömlekleriyle Rablerine yürüyüp arkalarında yüzlerce dul ve öksüz bırakırken, bu işe ilgisiz kalan Müslümanların Allah katında bunun da bir hesabının olduğunu unutmamaları gerekirdi.
Kürd illerinde mülhid örgütün ve Kemalist rejimin Hizbullahi Müslümanlara yönelik yıllarca devam eden baskıları sonucunda onca eziyet, işkence ve şehide rağmen kendi imkânlarıyla ayakta durmaya çalışırken, ülkedeki Müslümanların büyük çoğunluğu görmezden gelmiş, hiçbir şey yokmuşçasına dut yemiş bülbüle dönmüşlerdi. Diğer taraftan Hizbullahi Müslümanları ortadan kaldırmaya yönelik mülhid örgüt ve Kemalist rejimin hesapları tutmayınca, bazı grupları da yanlarına alarak sarıldıkları yalan ve iftiralara kelle üstü atlayıp büyük harflerle dillendirmeleri, Hizbullahi Müslümanların sözlerini değil de İslam düşmanlarının ve onların dostlarının sözlerine sarılmaları hesaplarını içinden çıkılmaz güçlüklerle kuşatmıştır. Umulur ki içine düştükleri ve hiçbir Müslümana yakışmayan bu çirkin hali terkeder Allah Teâlâ'nın mağfiretine ulaşırlar. Ancak Hizbullahi Cemaat çizgisini tayin etmiş, diğer Müslümanlardan düşmanlık yerine hoşgörü ve dua beklemektedir. Diğer taraftan, Hizbullahi Müslümanlar karşısında inatla İslam düşmanlarının safında yer almak isteyenleri de Allah’a havale etmenin dışında yapılacak hiçbir şey yoktur.
Şehitlerimizin bereketli kanlarıyla sulanmış mücadelemiz, gün be gün hedefine doğru yürümektedir. Ancak yol görünmüş, saflar belirlenmiştir. İnsanlar ya İslam’ın nurunu ebediyen yok etmeye çalışanların safında yer alacak, ya da en sevdiklerini Rablerinin yolunda feda edenlerin safında yer alacaklar. Bu hak ve batıl mücadelesidir. Üçünçü bir yol yoktur. Artık herkes kendi çizgisini tayin etmek durumundadır.
Selam ve dua ile
İbrahim Fırat |