24-ŞAHSİYET OLUŞUMU VE ARINMA
Kur'an toplumunun özelliklerinden biri şahsiyet oluşumu ve kemale doğru yol
almasıdır. Bu hem şahıs hem de toplum için geçerli bir süreçtir. Bu toplumun
insanları eğitimden ve nefsi arınmalardan geçerler. Aynı zamanda toplumu
şekillendirme ve toplumsal alanda ıslah çalışmalarıyla meşgul olurlar.
Gelişemeyen ve şahsiyet oluşumunda yaya kalanlar ıslah etmeyi ve arındırmayı
başaramazlar. Kişilik problemi yaşayan ve olgunlaşma zemininde kemale doğru yol
alamayan şahsiyetlerin bu doğrultudaki çabaları netice vermez. Burada hedef
insanın eğitilmesi, geliştirilmesi ve kemale doğru yönlendirilmesidir. Tablo net
ve berrak bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de zikredilmektedir:
Kişilik Oluşumu Ve Arınma
"Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, Güneşi takip ettiğinde Ay'a,Onu açığa
çıkarttığında gündüze, Onu örttüğünde geceye, Gökyüzüne ve onu bina edene, Yere
ve onu yapıp döşeyene, Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona
iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki, Nefsini kötülüklerden
arındıran kurtuluşa ermiştir, Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir..."
(Şems
Suresi, 1-10)
'Tezkiye', kavram olarak, nefsi şirk, günah, nifak, rics, cehâlet ve kötü
duygulardan arındırma, Allah’a itaat etme ve takvâyı yolunda hareket etmektir.
İnsanı yaratan Allah Teala, nefsini düzene koyup onu isyan veya itaat edebilecek
bir düzlemde yarattı. Bunun sonrasında nefsini arındıranların kurtuluşa ereceği,
günah işleyenlerin ise yıkıma uğrayacağı bildirildi.
Hangi hareketin doğru, hangisinin de yanlış olduğunun formülleri yazıldı. Bütün
bunlar Allah’ın elçileri ve kitapları vasıtasıyla insanlığa açıkça tebliğ
edildi.
Tezkiye, Kur'an'ın emri olup insanların tabi tutulduğu kulluk tahlilidir.
Takvâya ulaşmak için çabalama, insanı Allah'tan uzaklaştıracak etkenlerden uzak
durmak için yapılan çalışmalar arınma çabalarının gereğidir. Günahlardan kaçınıp
takvâya yönelme nefsin tezkiyesine yol açar. Kur’an ve sünnet çerçevesinde
yaşanan hayat temizlenmiş hayattır. Toplum hayatının çerçevesi Kur’an tarafından
çizilirse, o toplum tezkiye edilmiş ve arınmıştır. Öyleyse arınma, hayatı
Allah’ın kitabı çerçevesinde yaşamaktır.
Nefis tezkiyesi hayattan el etek çekip halvetlere kapanma değildir. Aksine
toplumla iç içe yaşama ve toplumun arınması için çabalama anlamındadır.
Arınmanın farklı yönleri vardır. Malın arınması, Allah Teala’nın istediği gibi
harcama, zekat verme ve infaklarda bulunmadır. Gözün arınması, gözün haramlardan
uzaklaştırılmasıdır. Ağzın arınması haram lokmadan kaçınma ve helal yemekle
mümkündür. Dilin arınması, kötü sözleri dillendirmekten kaçınma, hakkın
kelimelerini dile getirme ve vahyin elmas sözlerini zikretmekle mümkündür.
Kalbin arınması ise kişinin eylemlerinde, söz, fiil ve davranışlarında niyetini
Allah’ın istediği hale getirmesiyle mümkündür.
Arınma, günahlara son verip hayatın her alanında kulluk vazifesini hakkıyla icra
etmektir. İlahi olmayan düşünce ve tutumu biricik doğru kabul etmekten ve hayat
programını Allah’ın yasaklarıyla döşemekten vazgeçip, vahiyle diyalog kurma ve
hayatı vahye dönüştürmektir.
Allah’ın nefislere yerleştirdiği iyilik, hayır ve takva mayasını perdeleyip,
fıtratlarını haramlarla yolundan çıkaranlar, fısk ve fücura dalanlar devasa
zararlara ve büyük felaketlere yatırım yaparlar.
Peygamberin Çağrısı
"O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları
arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir.
Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler." (Cuma
suresi 2)
Allah Teala, herhangi bir düşünce ya da felsefi akımın yönlendirmediği bir
toplumun arasından Resul-i Ekrem (sav)’i gönderdi. Kendilerine kitap verilen ve
peygamber gönderilen Yahudi ve Hıristiyanlar gibi bağnaz özelliklere sahip
olmayan bir topluluktu. Oldukça serbest ve özgür hayatları vardı. Keyiflerine
göre yaşıyorlardı. Bağlanıp kaybetmekten korkacakları düşünce sistemleri ya da
inanç manzumelerinden yoksundular.
Allah Teala, Resul-i Ekrem (sav)’den bahsederken “ümmî” kavramını kullanır.
Resul-i Ekrem (sav)’in neden böyle vasıflandırıldığı konusunda İslam alimleri
tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğu ümmi kavramını, “doğduğu hal
üzere kalan, edindiği yeni bilgilerle fıtratın dışına çıkmayan” şeklinde
açıklarlar.
Resul-i Ekrem (sav)’in en önemli görevi bu insanları küfür, şirk, nifak ve
cahiliyeden adırnıdıp temizliğe çıkarmaktı. Vicdanlarını, kalplerini,
düşüncelerini, niyetlerini, amellerini, aile hayatlarını, sosyal ve içtimaî
yaşantılarını ve hayat programlarını arındırarak, onları yepyini bir hayata
yönlendiriyordu. Böylelikle cehaletin içine gömülen o topluluğu arındırıp
yeryüzünün numune insanları haline getirdi. İslam’la arınan ve Hz. Peygamber
(sav)’in dizi dibinde yetişen bu güzide topluluk yeryüzünün en köklü ve parlak
medeniyetini inşa edip insanlığın hayat serüvenini değiştirdi.
Cenneti Kazanma
"Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan
sakındırırsa, Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir." (Naziat
40-41)
Rabbinin huzuruna çıkarılma endişesi taşıyan insanlar günahlardan kaçınırlar.
Beşeri zaaflarının baskısıyla günaha yöneldikleri zaman bu yüce makamın
endişesiyle pişmanlığa, istiğfar ve tevbeye yönelirler.
Kişinin kendisini heva ve hevesten alıkoymasının yolu itaat dairesindeki noktada
yoğunlaşır. Çünkü heva ve heves azgınlığın, zalimliğin, haddi aşmanın ve günahın
itici gücüdür. Belanın anası ve kötülüğün kaynağıdır. Hevasına uyan insanın
felaketi yaklaşmıştır. Bilgi sahibi olunmasından sonraki aşamada heva ve hevesin
harekete geçmesi durumunda tedavi için uzun ve zorlu bir mücadeleye ihtiyaç
duyulur. Zira Allah korkusu, azgın isteklerin şiddetli saldırılarına karşı
sağlam ve muhkem bir zırh gibi direnmeye sebebiyet verir.
Kur’an-ı Kerim, konunun üzerinde ciddiyetle durup farklı ayetlerle dile getirir.
İnsanın heva ve hevesinin nerelerde gizlendiğini, gizliliklerinin ve
hareketlerinin nasıl koordine edildiğini bilen Allah Teala, insanın heva ve
hevesini kontrol altına almasını ve frenlemesini ister. Şüphesiz insan, nefsini
kontrolde tutma ve kemale doğru hareketle görevlidir. Bu mücadelede başarıya
ulaşması ve kemale doğru yol alması durumunda mükafat olarak cennet vaad
edilmiştir.
Emr-i bil Maruf Nehy-i Anil Münker
Kur’an toplumunun diğer bir özelliği, "emr'-i bil maruf, nehyi anil münker"den
sorumlu olmasıdır. Bu sorumluk farklı ayetlerde zikredilir. İnsanın ve toplumun
gelişimi üzerinde duran Kur’an, onların davetteki sorumluluklarını zikrederken
bunu asıl programları olarak beyan eder.
Örneğin Allah’ın elçilerinden Hz. Şuayb (as), insanlara tevhidi anlatıp dinin
kaide ve kurallarını açıklarken onları adaletli davranmaya ve düzgün tartmaya
davet eder. Ekonomi alanındaki faaliyetleriyle ilgili dikkat etmeleri gereken
hususları dile getirir:
Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim
varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak
ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece
gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın
yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim. (Hud 88)
Burada toplumsal hayatı kapsayacak geniş bir değişim ve yaygın bir iyileştirme
çağrısı söz konusudur. Bu değişim, toplumun her kesimini etkileyecek faydalarla
doludur. Bazıları peygamberlerin getirdiklerine uymaları durumunda
kazançlarlarının yok olacağını düşünüp karşı çıkarlar. Oysa bu çağrı, kin,
nefret, haksızlık ve düşmanlıklardan arınmış temiz bir toplum inşaası içindir.
Bütün kazançlar helal çerçevesinde elde edilmektedir. Bu yolda hareket edenlerin
en küçük bir kayıpları bulunmazken, aksine attıkları her adım kazançlarla
doludur.
Hz. Musa'nın Salih Toplum Oluşturma Çabaları
Hz. Musa (as) kardeşi Hz. Harun'u veziri ve yardımcısı tayin etti. Hz. Harun’un
faaliyet programını açıklayan Hz. Musa, toplumsal ıslahı öncelemesini istedi:
"Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin
belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim
yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi." (A'raf 142)
Toplumun büyük bir değişimden geçmesi gerekiyordu. Salih bir toplumun oluşması
için Mısır’ın şirk düzeninden bulaşmış ahlak ve kültürün ıslaha tabi tutulmasına
ve toplumun bozguncuların yolundan uzaklaştırılmasına ihtiyaç vardı. Görevi
gereği Hz. Harun’u vekili olarak yerine bırakırken salih toplumu oluşturmada
izlenmesi gereken yöntemlere de hassasiyetle işaret etmektedir.
İbrahim FIRAT
|