SAVAŞÇI ONURUYLA ŞEHİT OLDU Müslümanlar son on yılda değişik İslam memleketlerinde birbirlerinden seçkin birçok lider ve komutanlarını şehit verdiler. Bunlardan bazıları; Filistin’de Şeyh Ahmet Yasin ve Rantisi, Lübnan’da İmad Muğniye, Türkiye’de Rehber Hüseyin Velioğlu…dur. Tevhit mücadelesinin birbirlerinden mümtaz bu kahramanları değişik zaman ve mekânlarda şehit olmasına rağmen yürüttükleri mücadelenin karakteri, hedefi ve gayeleri birdir. Bunlar akidevi, siyasi ve ideolojik olarak birbirlerine en yakın hareket ve liderlerdir. Onların şehit olması ile yerleri boş kalmışsa da mübarek kanları ile hareketleri bir ileriki nokta ve aşamaya geçmiştir. Her ne kadar onların bu dünyadan göç etmesiyle ümmetin kaybı çok olmuşsa da onların yetiştirdiği nesiller mücadelelerini yerde bırakmamış, mücadeleye yeni bir çehre kazandırarak bayrağı zirvelere taşımışlardır. Tevhit önderleri, tarihte hiçbir zaman insanlar bilsinler ve takdir edip methetsinler diye bu zorlu mücadeleye girişmemişlerdir. Onların mücadeleleri Allah içindir. Ve Allah’ın kendilerinden razı olmasını isterler. İslâm onları öyle bir ruh ve terbiye üzerine yetiştirmiştir ki en üstün fedakârlıkları yaparlar ve insanlığa karşı çok büyük bir sorumluluk ve muhabbet beslerler. İşte İslâm önderlerinin kendi aralarındaki bazı karakter farklılıklarıyla birlikte onların genel durumu budur. Onlar Allah’ın hoşnutluğu dışında başka hiç bir şey de istemezler. Sadece Allah’tan korkarlar, karşılarına alıp mücadele ettiği İslam düşmanlarından bir korkuları yoktur. Yalnız Allah'ın indinde itibarları olsun isterler. Hiç bir zaman kendileri için yaşamamışlar. Çocuklarının veya akrabalarının gelecek derdine düşmemişlerdir. Kendileri için rahatlık ve huzuru talep etmezler, rahatlığı ancak Müslümanların kurtuluşunda ararlar. Onlarda mevki makam hırsı bulunmaz. Onların dünya hesabına yönelik iş yapmaları mümkün değildir. Onlar insanların üzerini kaplamış olan karanlıkları kaldırmak için adeta gönderilmiş birer nurdurlar. İşte Tevhit mücadelesinin böyle nurlarından biri Nur olan Ahmet Yasin’in Gazze’nin mütevazı mescitlerinde 2–3 gençle başlattığı İslami çalışma dalga dalga yayıldı ve bu dalga bütün Filistin kesimlerini sararak Filistin’de büyük bir özgürlük ordusu oluşturdu. Şeyh Ahmet Yasin, felçli vücuduna rağmen Filistin’i işgal eden Siyonist devlete karşı verdiği mücadeleyle bütün dünyaya İslam için mücadele etmenin ve bu uğurda savaşmanın en büyük onur ve şeref olduğunu gösterdi. Hayatı bir tekerlekli sandalyeye bağlı olan Ahmet Yasin, uzun yıllardan beri birçok katliamlara ve soykırıma uğrayan bir halkın tarihini değiştirdi. Her ne durumda olursa olsun ister zalimlerin karanlık dehlizlerinde olsun ister sürgün ve muhacerette olsun ve isterse de sağlıklı bir bedene değil de felçli bir bedene sahip olunsun, Ahmet yasin’in hayatı ve mücadelesi bize öyle dersler verdi ki, İslami mücadele yolunda hiçbir engel, tökezlemeye ve geri kalmaya mazeret teşkil etmez. 1937 yılında Filistin’in Askalan şehrinin el-Cevra köyünde dünyaya gelen ve 22 Mart 2004 yılında Siyonist İsrail terörü ile şehadet mertebesine ulaşan Ahmet yasin’in hayatı dört kelime ile özetlenirse; ibadet, hicret, cihad ve şehadetten ibarettir. Ahmet Yasin’in şehadeti ile Hamas’ın yok olacağı hesabını yapanların, Hamas’ın seçime girmesi ve seçimi kazanması ile hayallerini suya düşürdü. Seçimden sonra bir nevi Gazze’de devlet olan Hamas, 22 gün savaşında Siyonist rejim güçleri karşısında tarihinin en zorlu zaferini kazanarak bütün dünyaya müslümanca mücadele etmenin en büyük onur ve şeref olduğunu gösterdi. Ve bugün insanlar Filistin özgürlük mücadelesinin efsanevi lideri Şeyh Ahmet Yasin’in kurduğu Hamas’ın bu onurlu ve izzetli zaferini konuşuyorlar. 67 yıllık bereketli ömrünü Allah’a kulluk bilinci içinde cihad ve mücadeleye adayan Ahmet Yasin’i şehadetinin beşinci yılında rahmetle anıyoruz. Ve sizleri Şeyh Ahmet Yasin’in yürek yakan şikayet ve münacatıyla baş başa bırakıyorum: “Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum! Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah! Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim! Ben ki saçları ağarmış, ömrümün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim! Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır! Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler! Hala kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; Ey Rabbimiz! Gücümüzü toparla, zaafımızı gider ve mü’min kullarına yardım et! Diye çağırmaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor? Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!” ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız! Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah’ın emanetini savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına bari aleyhimize olmayın! Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları! Allah’ım! Sana şikâyette bulunuyorum… Sana şikâyette bulunuyorum… Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikâyet ediyorum. Sen mustazafların rabbisin. Sen, bizim rabbimizsin… Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı? Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsat edilmiş ekinler aşkına sana şikâyette bulunuyorum. Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı… Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikâyet ediyoruz.” CUDİ NUHOĞLU |