Büyük davalarda faaliyet gösterenlerin, tüm hareketleri davalarının büyüklüğü oranında olması gerekir. Düşünceleri, ufuk ve şahsiyetleri bu minval üzerinde kalması icap eder. Ve böyle büyük ve görkemli bir davanın müntesiplerinin düşünce, fikir, kanaat, ufuk ve davranışları kendi hareketlerinin ilke, prensip ve öğretileri çizgisinde veya paralelinde olması gerekir ki davalarına bir değer katabilsinler. Kişinin düşünce, kanaat ve kişiliği kendi hareketinin mefkûresinde erimemiş ve nev-i şahsına münhasır kalmışsa, bu kişinin davasına katacağı bir değeri olmadığı gibi belki zamanla menfileşerek sorun oluşturma gibi bir vaziyete de girebilir. Dolayısıyla her mücadeleci dava adamı, büyüklüğünü ferdi düşünce, davranış ve menfi hareketlerini bırakıp, davasının düşünce ve öğretisini kendine kılavuz ederek göstermeli ve daima da büyük düşünmeyi bir kıymet olarak görmelidir. Zaten davası, mücadelesi, ideali ve mefkûresi büyük olanlar büyük düşünürler ve bu büyüklüğün içinde kendini eritirler, böyle bir erimeden sonra artık kişi yoktur, davası vardır. Şehit Rehber Hüseyin; “Büyük düşünün, fedakârca düşünün büyürsünüz, kıymetlenirsiniz. Büyük davalara kalkışan insanların hayat çizgisi böyledir.” Şeklinde büyüklüğü ne kadar da güzel karakterize etmiştir. Bir davanın büyüklüğü, görkemliliği ve heybeti; birincisi o davanın düşünce ve öğretisinden, diğeri ise davayı omuzlayan şahsiyetlerden gelir. Bir davanın düşünce ve öğretisi ne kadar ideal ve mükemmel olursa olsun eğer o davanın mensupları kendi davalarında tefani olmamış, gemileri yakmamış, geriye dönmek için bazı pencere ve gedikleri bırakmışlarsa, bu dava adamlarının başarısından bahsetmek mümkün olamaz. Her ne kadar sebepleri hazırlayan Allah ise de sebepleri fırsat bilen ve değerlendiren insandır. Dolayısıyla insan unsuru büyük davalarda hayati önem taşır. O halde ferdi ve hareket olarak bedel ödemiş büyük davanın mücadeleci mensupları, hiçbir zaman geriye dönüş için bir hesap peşinde olmamalı, eğer geriye dönüş meyli tetikleyecek bazı gedikler açık kalmışsa derhal kapatılarak muhkemleştirilmelidir. Şahsi her türlü hesap, geriye dönüş alametleridir ki en çok muvahhitler buna dikkat etmelidir. Davanın ilerlemesinde insan unsuru çok önemli olduğundan, şahsiyetleri oturmuş, olgun, performansı yüksek ve hizmeti esas alanlar davayı ilerletirler. Fakat Allah rızası ve hizmeti esas almayanlar, davayı geriletmekle kalmaz davanın felaketine de sebep olabilirler. İlahi davada; Allah rızası esas alındığı için hizmet ve ilişkiler gerçekçi ve ihlâsa dayalıdır, dünyevi hiçbir menfaat söz konusu değildir. Herkes yaptığının karşılığını Allah’tan bekler. Hiç kimse başkasını memnun etmek için iş yapmaz. Mücadele yolunda görülen eziyet ve meşakkatler, verilen bedellerin mükâfatı insanlardan değil, Allah’tan beklenir. Çünkü davanın sahibi Allah’tır. Dolayısıyla mükâfatı asıl sahibinden istemek elzemdir. Eğer mükâfatı ve yardım asıl sahibinden değil de başka yerlerden beklenirse bunun karşılığı gerçek anlamda bulunamayacağından hayal kırıklığı yaşanır. İlahi davanın mücadelesi verenler eğer bugün işkence görüp zindana düşüyor, çocuklarından, akrabalardan ve sevdiklerinden uzak muhacereti yaşıyor, maddi ve manevi bazı sıkıntıları çekiyorlar ise bunları herhangi bir kişi veya dünyevi bir menfaat karşılığı için değil, sırf Allah rızasına nail olmak için çekiyorlar. Eğer kişinin amellerine, çekilen çile ve cefalarının içine Allah’ın rızası ve ihlâs dışında bir şey karışırsa, Allah muhafaza kişinin yaptığı bunca fedakârlık ve hizmet boşa gider ve ahirette de hüsranla neticelenir. İlahi dava mücadelesindeki beraberlikler iman esası üzerine kuruludur ve dava mensupları arasında da imandan gelen bir gönül beraberlikleri vardır. Aralarındaki ilişki beşeri davalardaki gibi şekli ve yapay bir ilişki değildir. Bu ilişkilerde esas olan Allah rızasıdır. Dolayısıyla hizmet ve ilişkilerde kişilerin değil, Allah’ın hoşnutluğu aranır. Allah rızası aranmayan hiçbir ilişki ve hizmetin ne Allah katında ne kul katında bir değeri vardır. Gönül beraberliğine dayanmayan, zorunlu ve yapay ilişkilerin devamı kısadır ve daima da beraberlerinde problem vardır. Eğer bir yerdeki beraberlik ve ilişkilerde problem yaşanıyorsa kesin bu işte ya içtenlilik ve gerçeklilikten uzak yapay bazı niyet ve davranışlar vardır veyahut dünyevi hesaplar. Böyle bir durumda kişinin yapacağı en önemli iş kendini hesaba çekip kontrol etmesidir. Kendisinden kaynaklanan bir durum varsa hemen yanlışlıklarından dönüp insanlığın en yüce hasleti olan fazileti tercih ederek samimiyetini göstermelidir. Zaten samimi insan hatadan dönmeyi fazilet bilir. Yapmacık, şekli ve gerçekçi olmayan davranışlar daima sahibine geri döndüğü gibi etkileşim alanındaki insanlara da zarar verir. Hangi ortamda olursa olsun dava adamı daima gerçekçi, şeffaf ve içten gelen davranış ve duygularla hareket etmeli, yapmacık, maskeli ve basit hareketlerden kaçınmalı, heybet ve vakarını korumalı, rabbanilik ölçülerini yakalamak esas ölçüsü olmalıdır. Şehit Rehber Hüseyin, Hizbullah Hareketi’nin bütün alanlarına rabbaniliği yakalamak ilkesini oturtmayı esas tutmuş ve bununla ilgili şunları söylemiştir: “Hedefler, ilişkiler, muamele şekilleri, rabbanilik ölçülerini yakalamaya yönelik olmalıdır.” Rabbanilik ölçülerini yakalamanın dışında başka bir ölçü edinme veya yakalama gibi heveslenmelere girme rabbanilik ölçülerinin dışına çıkma olur ki bu durum haliyle kişiyi Hizbullah vasfının dışına iter. Hizbullah ve mensuplarının en önemli vasfı rabbaniliktir. Rabbanilik ölçülerine uymayan her vasıf merduttur. Selam ve muhabbetle, rabbanilik ölçünüz, Hizbullah vasfınız olsun. CUDİ NUHOĞLU |