Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
FARKLILIKLAR MÜSBET OLURSA ANLAM İFADE EDER / CUDİ NUHOĞLU
Tarih boyunca insanlar arasındaki anlaşmazlıkların, ihtilafların, ayrılıkların… birçok sebepleri olmuştur. Ama genel olarak en önemli sebepleri şu dört madde altında toplayabiliriz:
a. İnanç ayrılığı
b. Fikir ve düşünce ayrılığı
c. Ekonomik çıkarlar ve gelecekle ilgili hesaplardaki farklılık
d. Karakter uyuşmazlığı
Genel olarak insanların, toplumların, devletlerin ve hareketlerin beraberliğini, ahenk, uyum ve insicamını alt üst eden bu nedenlerdir. Eğer tarihi veya günümüzü incelerseniz insanlık aleminin yaşadığı bunca buhran, felaket, yıkım ve savaşların da altında yatan sebepler bunlar görülecektir.
Allah insanı değişik karakter ve özelliklerde yaratmıştır. Her şeyi merak eden, araştıran, fehmeden, öngören… insan bu farklı özellik ve yapısıyla dünyayı en yaşanılır bir hale de getirebilir ve en yaşanamaz bir hale de sokabilir. Eğer insanoğlu düşünce, yaşam, nizam ve intizamını ilahi vahye göre düzenleyip, dünyayı İslam’a göre kurarsa, yeryüzünde yaşayan her mahluk mutlu ve asude olur. Yok, eğer insanoğlu Allah’ın bahşettiği bu faklı yetenek, karakter, özellik ve yapısını ilahi davanın değil de, nefsin hizmetine sokarsa, insanın yapısında olan bu farklı farklı istidatlar, özellikler ve vasıflar birer canavara dönüşür, bu şekilde çok başlı canavara dönüşen insan artık kendi avından başka bir şey düşünemez. Ve bütün hesapları, çıkarlarını garantilemek olduğundan her yolu meşru görür.
Maalesef biz İslam’a göre değil de, İslam dışı ve nefsin isteklerine göre kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu dünyayı değiştirip, İslam adaletine göre kurmakla mükellefiz. Bu mükellefiyeti bireysel olarak yerine getirmek zor ve imkansız olduğundan, bu mükellefiyetin hakkını ancak bir güç ve bir kuvvet verebileceğinden, Müslümanlar bir cemaat ve bir hareket oldular.
İşte bu ilahi mükellefiyeti hakkı ile yerine getirmek için Hizbullahi hareket çeyrek asırdır mücadele ediyor ve bu mücadele sürecinde birçok inanılmaz olay ve zorluklarla karşılaştı. Her karşılaştığı olay, hadise ve problemin Allah’ın yardımı ve hareketin basireti ile üstesinden gelmiştir. Ve bundan sonra da Hizbullahi Hareket, her sorunu Kur’an, Sünnet ve hareketin öğretisi çerçevesinde çözmeye muktedirdir.
Hizbullahi Hareket bir akide birliği esası üzerine bina edilmiştir. Aynı akide, düşünce, fikir, özlem, tarz, hareket… birlikteliği esas aldığından hareketin mensuplarının da kişisel farklılıklarını, hareketin akide ve dünya görüşü esası içerisinde eriterek hareketin ahlak ve şeklini almalıdır. Kişisel farklı düşüncelerini, gelecekle ilgili çıkarlarını ve farklı karakterini İslam Cemaatinin ahlak ve öğretisinde harmanlayarak yeni bir kişilik ve yeni bir şahsiyet olarak harekette yerini almalıdır. Kendini hareketin düşünce, ahlak, disiplin ve teşkilat dünyasında eritemeyen veya ayak uyduramayan kendine en büyük kötülüğü yapar.
Dolayısıyla hiçbir kişisel mevki, makam, şahs-i manevi, yetenek, istidat ve temayüller davanın önüne geçmemelidir. Bu tür kişisel özellikler davanın önüne geçtiği andan itibaren dava, davasallıktan, kişi de dava adamlığından çıkıp, artık kişisel unsurlar ön plana çıkar. Bu da davasal felaketlerin yaşanmasına sebep olur. Halbuki fertlerdeki kişisel yetenek ve faziletler davanın hizmetinde olursa anlam ifade edip terakki eder. Yoksa davanın hizmetinde olmayan hiçbir yetenek ve faziletin gelişme gösterip ilerleme şans ve kudreti yoktur.
Zaman Cemaat zamanıdır. İslami hareketi ileriye taşımanın dışında kişisel hesaplar peşinde olmanın, müspet düşünce ve davranış sergilemekten başka bir niyet taşımanın, cemaatsel ahlak ve disiplinin dışına çıkmanın kişiyi hem dünyada hem de ahirette rezil eder. Bir Müslüman’ın böyle gülünç bir duruma düşmesi affedilemez, kendini bu duruma düşüren Müslüman için de normal değildir.
Bir göz için çok göz sevilir. Hele o gözlerde umut ışıkları saçılıyor, Allah korkusundan o gözlerden hazin hazin gözyaşları dökülüyor ve o gözler muhaceret ve zindanı yaşıyorsa… bu gözlere muhabbet beslememek hatta canından fazla sevmemek, o gözlerin davası için kendini feda etmemek, kendini aziz İslam davasında eritmemek vefa sözleşmesine en büyük ihanettir.
İslam davasının birliği, beraberliği, ahengi, uyumu ve insicamı için Hz. Ali’nin vakarlı duruşunu sergileyen, hak ve hukukundan feragat edip, bunları davanın geleceğine feda eden, İslam azizlerini tarih her zaman yad edecektir.