Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
Millet-devlet menfaatini esas alarak şekillenen Milliyetçiliğin en mutedili sayılan seküler (laik) tarzı bile dini anlayışla hiçbir zeminde uzlaşamaz. Hem ülkelerine gönül bağlamış, hem de İslam’a muhabbet besleyen bazı Müslüman mütefekkirler, milliyetçilikle İslamcılığın uzlaştığını göstermek için Allah’ın Resulünden (sav) şöyle nakilde bulunurlar: “Vatan sevgisi imandandır”
Gerçekten bu rivayet sahihse ve Rasulullah’a (sav) dayanıyorsa, kesinlikle bilinmelidir ki Allah’ın Resulü’nün (sav) vatandan kastı, bugün tarifini yaptığımız ve anladığımız ülke, ulus, vatan, millet ve devlet kavramından çok daha farklıdır. Allah Resulü’nün (sav) asrında bugünkü devlet şekli yoktu ki onun sevgisini imana nispet ederek açıklasın.
Büyük bir ihtimalle Rasulullah’ın (sav) gayesi insanın doğum yeridir ki insanoğlu her zaman oraya ilgi duymuş ve gönül bağlamıştır. Bununla birlikte Allah’ın Resulünden (sav) nakledilen hadise bağlılığı ifade edip milliyetçilikle İslam’i düşünceyi uzlaştırmayı buna dayandırmaya çalışmak boş bir uğraşı olup, bu ikisinin arasında organik bir bağ söz konusu değildir.
Hepimiz biliyoruz ki İslam dini “Ümmet” kavramına dayanmakta olup, bundan da yaşadıkları yer dünyanın hangi coğrafyasında olurlarsa olsun iman eden insanların oluşturduğu inanç birliği kastedilir. Milliyetçilik ise millet kavramına dayanmakta olup, iman etsin veya etmesin aynı siyasi ve coğrafi alanda yaşayan insanların oluşturduğu birlikteliktir. Görünüyor ki İslamcılık ve milliyetçilik tamamen birbirlerinden farklı olup iki ayrı yapıyı teşkil etmektedirler.
Buradan, makul ve mutedil milliyetçiliğin hiçbir dini anlayışla yakından uzaktan ilişkisinin olamayacağı ve bütün dini yorumların karşısında olduğu anlaşılmamalıdır. Böyle bir iddia ham olup dayanaksız ve insanlık tecrübesiyle uyuşmaz.
Maneviyatçılığı, ahlakçılığı, ferdi inançları ve usulen toplumun diğer dayanaklarını, özellikle de siyasi gücünü şeriat öğretisine göre yapılandırma yoluna gidilmezse, milliyetçilik kavramıyla barışık olunabilir ve uzlaşılabilir. Ama böyle bir dindarlık İslamcılık çizgisinde olma anlamına gelmez. Bazı tariflere göre, var olan her şeyi şeriat çerçevesinde tarif eden, bütün varlıkları ve onların işleyişini dini renge boyayan kişilere İslamcı denilir.
Şöyle bir neticeye varabiliyoruz ki, dindarlığın pek çok çeşitleri milliyetçilikle herhangi bir zıtlık oluşturmaz. Fakat “Millet” kavramının yerine “Ümmet” kavramını esas alıp, coğrafi birliktelik gibi bir temeli kabul etmeyen İslamcı çizgiyi milliyetçilikle yorumlamak asla doğru değildir. Burada iki noktanın açıklığa kavuşturulması gerekir.
Birinci nokta, dindar kişi “millet-devlet” esasını kabul ediyorsa, hoşuna gitmezse de son tahliller neticesinde bu kişiye seküler (laik) demek mümkündür. Gerçek şudur ki milliyetçi oluşumlar, son asırlarda örfi usul ve değerlere göre şekillenmiştir. Bunları kabul etmek, örfi mahiyetini görmezden gelmek veya onlara kutsiyet yüklemek mümkün değildir. Eğer biri böyle bir işte ısrar ederse şüphesiz ki çelişkiye saplanmış olur.
İkinci noktaya gelince, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan insanların “millet-devlet”e muhabbeti ve ona şiddetli alakası, İslamcıları “milliyet” ile ilgili gerçek niyetlerini gizlemeye mecbur hale getirmiştir.
İtikatlarından dolayı “Milliyetçilik” düşüncesini savunma gibi bir yola giremeyen İslamcılardan bazıları, günümüzde siyasi bazı maslahatlardan dolayı kendilerini sıkı bir “Milliyetçilik” taraftarı olarak tarif etmeye çalışırlar. Bu grup, çelişkiye girdiği fikri ve ameli durumların deşifre olmaması için tehdit dilini kullanarak “Milliyetçilik” ve onun uzantılarıyla ilgili özgürce konuşmak isteyenlerin önünü almaya çalışır.
Durumları ne olursa olsun İslamcıların “Milliyetçilik” yapmaları çelişkili bir durumdur. Dini düşünceyi paylaşanların “Milliyetçi” düşünceyi savunmaları apaçık bir tenakuzdur.
Görünüyor ki aralarında büyük farklılıkların olduğu İslamcılar ve Milliyetçiler, kendi görüş ve düşüncelerini birkaç cenahlı lafızlarla ve müphem bir şekilde tarif etmek istemiyorlar. İslami düşünceyi savunan İran’ın eski başbakanı Mehdi Bazergan, “İran İnkılâbı” isimli kitabında iki hareketle ilgili şu açıklamalarda bulunur: “Ayetullah Humeyni, İran’ı İslam için istiyordu, ben ise İslam’ı İran için istiyordum”
Bazergan şunu ifade etmek istiyor. Bir ülke olarak İran’ın çıkarları, bir din olarak İslam’ın zaruretlerinden daha fazla gereklidir. Bazergan, yukarıdaki cümleyle milliyetçilik ve siyasi skülarizme (Laiklik) bağlılığını ifade ediyordu. Onun meramı, sözünde gizli olduğu gibi, İslam, İran’ın kimliğini oluşturan en önemli sebeplerden biri sayılmaktadır.
Buna karşılık İslamcı kesimin önde gelen isimlerinden Muhammed Taki Misbahé Yezdi, milliyetçiliği açıkça ret etmekte, İslamcılığı ise saf ve berrak olarak kabul etmektedir. (İslamcılığın içerisine milliyetçiliği gizlememektedir.) O, İran’ın bütün kaynaklarının İslam’ın hizmetinde olmasını savunur. Ona göre “İran vesile İslam ise asıl hedeftir” Yani Bazergan’ın savunduğunun tamamen zıttı bir düşünce. Ayetullah Misbahé Yezdi’ye göre İran İslam Cumhuriyetinin yöneticilerinin bir kısmı Bazergan gibi düşündükleri halde, onun gibi içlerindeki düşüncelerini açığa vurmaktan kaçınmaktadırlar.
Yukarıda anlatıldığı gibi İran’ın hâkim siyasetinde milliyet/milliyetçilikle ve din/İslamcılıkla ilgili görüşlere rastlansa da, bu tür tartışmaların İran İslam cumhuriyetinde zemini yoktur. Her iki taraftaki karşılıklı siyasi ve itikadi ithamlardan sonra, işin sonunda hakem olmadan, fiziki gücü fazla olanın eli galip taraf olarak havaya kaldırılacaktır.
Yazan: Ahmet Zeydabadi
Kaynak: Şehrvendé İmruz Gazetesi
Çeviren: Farsça’dan çeviren İbrahim Fırat