Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
Efendimiz Resul-i Ekrem (sav) henüz 20 yaşlarındaydı. Zorba aristokratların hakim olduğu Mekke’deki zulümler özgür ruhlu insanlara ciddi ciddi dokunuyordu. Mekke’deki zulmün had safhaya ulaşması üzerine Peygamberimizin amcalarından Zübeyir bin Abdulmuttalib’in öncülüğünde Resul-i Ekrem (sav)’in de içinde bulunduğu genç ve yaşlılardan müteşekkil insanlar, Mekke’nin saygın insanlarından Abdullah bin Cüd’an’ın evinde bir araya gelip önemli bir anlaşmaya imza attılar. Hılfu’l-Fudul olarak adlandırılan anlaşmaya katılan üyeler, aşağıdaki tarihi yemini ettikten sonra eylemlerini altın harflerle tarihe kazıdılar:
“Allah’a and olsun ki biz hepimiz, zulmeden zulmettiği kişiye hakkını geri verinceye kadar, zulmedene karşı zulme uğrayanla birlikte tek bir el gibi olacağız; bu birlikteliğimiz, denizin bir kıl tanesini suya batırmaya güç yetirebileceği zamana kadar, Hira ve Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece ve zulme uğrayanın maddî durumunda tam bir eşitlik sağlanıncaya kadar devam edip gidecektir.”
Hılfu’Fudul, zalimlerin kaba kuvvetle ve zulümle gasp ettikleri hakkı, ihsanı ve inayeti hak sahiplerine iade etmeyi amaçlıyordu. Tarihçi İbn-i Sa'd'ın rivayetine göre anlaşmayı imzalayanlar mazlumları ve hakları çiğnenenleri destekleme kararı aldılar ve gasp edilen hakkın geri alınması için ellerinden geleni yapacaklarına dair yemin ettiler. İbn-i Hişâm, bu anlaşmanın ayrıntılarından bahsederken, tarafların Mekke'de oturan veya dışarıdan Mekke’ye gelen herhangi bir yabancıya zulüm yapılmasına izin vermeyeceklerini karara bağladıklarını belirtir.
Risaletten sonra Efendimiz Resul-i Ekrem (sav)’in faal bir üyesi olduğu Hılfu’l-Fudul ile ilgili sorulduğunda Resul-i Ekrem (sav) şöyle buyurur, "Ben Abdullah bin Cud'ân'ın evinde öyle bir anlaşmaya katıldım ki, bunun için İslâm devrinde de bana davet gelseydi yine katılırdım. Onlar, Füdûl'ü hak edenlere iade etmek üzere anlaştılar, ayrıca zalimin mazlumu ezmemesi konusunu da karara bağladılar."
Mazlumun yanında olmak, zalimlere karşı çıkmak, hakları gasp eden zorbalara muhalefet etmek insanoğlunun fıtratının gereğidir. Bundan dolayı henüz 20’sinde zalimlere başkaldırı mahiyetindeki faziletliler teşkilatında fiili olarak görev yapan Resul-i Ekrem (sav), İslam devrinde davetin gelmesi durumunda aynı davete katılacağını bildirir.
Resul-i Ekrem (sav)’in “İslam devrinde bana davet gelseydi yine katılırdım”sözünü, Müşrik Mekke’de zorba aristoklar tarafından hakları gasp edilen ancak (henüz İslam gelmemişti) Müslüman olmayan mazlumlar için söylemişti. Yani “ezilenlerin, hakları ellerinden alınanların ve zulme uğrayanların Müslüman olması durumunda” gibi bir sınırlamada bulunulmamaktadır.
Mazlum ve mustazafların yanında olmayı ve her aşamada haklarını savunmayı zorunlu kılan İslam, mazlumun dinini sormadan, mazluma yapılacak yardımın kimde nasıl bir karşılık bulacağıyla ilgili bir yorumda bulunmadan, Resullulah’ın övdüğü Hılfu’l-Fudul, zulümlerle fazlasıyla karşılaştığımız bugünkü dünyada bize yeterince ışık tutmaktadır.
Efendimiz Resul-ü Ekrem (sav)’in bu tavrı insanımızın haklarını ellerinden alan, varlığını inkâr eden, zorbalık ve dayatmalarla uzun yıllar baskı altında tutan ve ezen zalimlere karşı sergilenmesi gereken duruşu ve izlenmesi gereken yolu açıkça beyan eder. Üstelik bizim halkımız, İslam’dan önceki Mekke halkı gibi Müşrik bir kimliğe de sahip değil. Zaten halkımızın tabi tutulduğu zulmün ana sebeplerinden biri İslami kimliğe sahip oluşuydu.
Yukarıda görüldüğü gibi, Hılfu’l- Fudul’u imzalayan Mekke’nin temiz fıtratlı insanları sadece söylemleriyle zulmedenlere karşı durmadılar. Bizzat eylemlerde bulunarak, güçlerini birleştirip meydanlara inerek, zalimlerin önünde durarak mazlumların haklarını söke söke aldılar. Bu özgür ruhlu insanlar söylemlerle yetinselerdi zorba aristokratların gasp ettiği hakları alamayacaklardı. Söylemlerini eyleme dökmeleri zalimlerin hizaya gelmesine sebep oluyor, özellikle Mekke’ye ticaret için gelen tüccarların gasp edilen haklarının alınmasına yol açıyordu.
Bölgedeki Müslümanların, yani Hizbullahi Müslümanların birlikteliği Resul-i Ekrem’in genç yaşlarda katıldığı Hılfu’l- Fudul birlikteliğinden daha salih temellere dayanır. Özellikle 90 yıldır hakları çiğnenen ve zulme uğrayan Müslüman Kürd halkının içindeki güçlü damarları büyük fırsatların doğmasına yol açar. Halkıyla birlikte zulme maruz kaldığından, halkının başına gelenleri herkesten daha iyi anlamakta ve derk edebilmektedir. Dolayısıyla Müslüman halka dayatılan zulümlerin önünde durma, etkisiz hale getirme ve halkın özgürce yaşaması için uygun zeminin oluşturulması Hizbullahi Müslümanların temel hedefleri arasındadır. Hizbullahi Müslümanlar, zalimlerin kınama içerikli söylemlerle zulüm ahlakından vazgeçmeyeceklerini çok iyi bilirler. Zaten son zamanlarda hakları gasp edilen Müslüman Kürd halkının haklarının iadesi ile ilgili çözüm adı altındaki oyalamalar, bu hakların kolay kolay verilmeyeceğini göstermektedir.
Öyleyse bugün Hılfu’l- Fudul görevini yürüten Müslümanlar, mazlum ve Müslüman halkın gasp edilen haklarını almak için daha aktif ve daha etkin rol almalıdır. Hılfu’l- Fudul üyeleri gibi meydanlara inmeden, zalimlerin karargâhlarını sarmadan ve kitlesel olarak kararlı bir duruş sergilemeden zalimler tarafından kale alınmaları beklenememeli. Zaten Müslümanların varlık sebebi, Müslüman halkın adalet ve hak üzere yaşayabileceği uygun bir yaşam ortamı inşa etmektir. İşte ihlâs üzere hareket eden Müslümanların daha aktif tutum içinde olmaları, kararlı adımlarla harekete geçip mazlum halka sahip çıkmaları ve halkın tabi tutulduğu musibetlere karşı setler oluşturup engel olmaları gerekir. Meydana gelecek gecikmeler telafisi zor zararlara ve büyük kayıplara yol açabilir.
“Zulüm gördükten sonra hakkını alan kimselere, işte onların aleyhine bir yol yoktur. İnsanlara zulmedenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır. İşte, can yakıcı azap bunlaradır (Şura Suresi 41-42)