Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
İnsanlar arasındaki en güçlü, en sağlam ve en sarsılmaz insani bağ kardeşlik bağıdır. Allah Teala bu güzel hasleti ve bu güzel özelliği Kur’an toplumun üyelerine büyük bir lütuf olarak ihsan etmiştir. Allah Teala Mü’min kullarını bu üstün vasıflarla tarif etmektedir:
“Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurat Suresi 10)
Müslümanlar kardeştirler. Mü’minler kardeşler olarak evrensel ailenin bireyleridir. Tasada, sevinçte, varlıkta, yoklukta, her zaman ve her ortamda bir Müslüman diğer Müslüman kardeşleriyle birlikte olacak. Onlara asla zulmetmeyecek, düşmanlık beslemeyecek. Müslüman kardeşlerinin malını, canını, ırzını, namusunu kendi malı, canı, kendi namusu bilecek. Müslüman kardeşlerine fedâkar davranacak. Kendisi aç kalacak ama kardeşlerine yedirecek. Kendisi giymeyecek, kardeşlerine giydirecek. Yardıma muhtaç olduğunda yardım edecek. Bir vücudun azaları gibi sarsılmaz dayanışma içinde bulunacak.
Allah Teala, Mü’minlerin kardeşler gibi olduğunu değil, bizzat kardeşler olduğunu te’kidle açıklamaktadır. Allah Teala’nın ifadelerinden Mü’minler arasındaki kardeşliğin doğruluk ve hakikat üzerine bina edilen eşsiz bir bütünleşme olduğu anlaşılmaktadır.
Mü’minlerin arasındaki kardeşlik madde ve miras gibi hukuki temellerden öte, daha derinlere dayanan inanç kardeşliğidir.
Ayet-i kerime kardeşliği Mü’minlerin toplumsal hayatlarında en bariz bir sıfat olarak zikretmektedir. Ayetten şu önemli noktaları çıkarabiliriz: 1- İman, onlar arasındaki bağları oluşturmak ve kardeşlik bağlarını en derinlerde inşa etme sebebidir.
2- Mü’minler arasında imandan kaynaklanan sıkı ve sarsılmaz kardeşlik bağları, birbirleriyle çekişmeleri, kavgaları ve ayrılıkları ortadan kaldırır.
3- Mü’minler, İslami kardeşlik yükünü yüklenince, yeni sorumluluklar üslenirler. İslam toplumunun sorunları, problemleri ve aralarındaki çekişmeleri sona erdirme vazifesini icra etmekten sorumludurlar.
İşte bu çerçevede Kur’an toplumunun çerçevesini gözden geçirince şöyle bir görüntüyle karşı karşıya kalıyoruz.
1- Bu öyle bir topluluk ki, samimiyet, muhabbet ışığında birbirleriyle çok dostane ilişkiler içerisinde bulunmaktadır.
2- Her türlü çekişmeden, kavgadan ve sürtüşmeden uzak, nefsi heva ve hevesten sıyrılmış muhkem bir toplum ortaya çıkmaktadır.
3- Kardeş kardeşin kötülüğünü ve kendisine zulüm yapılmasını istemeyip iyiliğini istediği gibi, Kur’an toplumunun fertleri de aynı şekilde birbirlerinin hayrını ve iyiliğini isterler.
“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” (Hucurat Suresi 11)
Toplumda kardeşliğin diğer bir yüzünü ortaya çıkarma açısından ayeti kerime muhteşem bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Toplumsal ilişkilerde her türlü kötü davranışlardan uzak, hiçbir çirkinliğin bulunmadığı, alaydan, ayıplamaktan, kötü lakap takmaktan uzaklaşma istenmektedir.
Ayrıca Kur’an toplumu arasında zanna yer verilmemesi, Müslümanların birbirlerinin kusurlarını araştırmaktan kaçınmaları, birbirlerini çekiştirmekten uzak durmaları istenmektedir.
İslam'ın Kur'an-ı Kerim'in yol göstericiliği ile kurmuş olduğu üstün insan topluluğu yüce bir edebe sahiptir. İslam toplumunda herkesin dokunulmaz bir haysiyeti vardır. Herhangi bir bireyi ayıplamak bizzat insanın kendisini ayıplaması gibidir. Çünkü toplumun tümü imandan kaynaklanan kardeşliğin oluşturduğu sarsılmaz bir bütündür.
Ayette Kur’an toplumuna "Ey inananlar" şeklindeki güzel hitapla seslenilmektedir. Ve aralarında bazılarının diğerlerini yani bir grup erkeğin diğer grup erkeği alaya alması yasaklanmaktadır. Gerekçe olarak alay edilenlerin Allah Teala’nın katında belki de onlardan daha hayırlı olabilecekleri gösterilmektedir. Ya da bir grup kadının diğer bir grup kadınla alay etmesini yine aynı gerekçe ile yani alaya alınan kadınların Allah'ın Teala’nın ölçüsünde daha hayırlı olabileceği gerekçesi ile yasaklamaktadır.
İman kardeşliği bu güzel ifadelerle harekete geçiriliyor. İman edenlerin adeta "bir tek kişilik"ten ibaret olduklarını, içlerinden birisini ayıplayanın kendisini ayıplamış olacağını hatırlatıyor.
Mü'minin diğer mü'min üzerindeki haklarından biri de kendisini küçük düşürecek ve hoşuna gitmeyecek kötü lakaplarla çağırılmamasıdır. Mü'minin mü'mine karşı edeb kurallarından biri de bu tür yakıştırmalarla kardeşini üzmemesidir.
Ayet Allah Teala’nın ölçüsündeki gerçek değerleri ima ettikten, kardeşlik duygusunu harekete geçirdikten, hatta bir tek kişilikte bütünleşme bilincini vurguladıktan sonra imanın anlamını gözler önüne sermektedir. Bu üstün niteliği yitirmemeleri için mü’minlere uyarıda bulunmaktadır. Alaya alma, ayıplama ve lakap takma gibi hareketlerle imandan sapmamaları için onların dikkatleri çekilmektedir. "İnandıktan sonra fasık olmak ne kötü bir addır" Bu iman ettikten sonra dönmek gibi bir şeydir. Sonra ayet bunu zulüm kabul ederek onlara tehditlerde bulunmaktadır. "Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir." Bu üstün ve şerefli topluma ruhsal terbiye kuralları böyle yerleştiriyor.
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat Suresi 12)
Ayet, şerefli ve üstün toplumda insanların haysiyeti, özgürlükleri ve kişilikleri etrafında bir başka dokunulmazlık duvarı örmektedir. Onlara duygularını ve vicdanlarını nasıl temizleyeceklerini etkileyici ve akıllara hayret verecek bir üslupla zikrederken söz konusu sağlam duvarı yükseltmektedir.
Surenin ahengine uygun olarak ayet şu güzel hitapla başlamaktadır: "Ey inananlar" Sonra ayet, bu üstün topluluğun fertlerine zandan kaçınmalarını emretmekte ve başkaları için içlerinde doğan zan, şüphe ve kuşkuya kendilerini kaptırmamalarını istemektedir. Ayeti kerime bu emrin sebebini "Zira zanların bir kısmı günahtır." şeklinde açıklamaktadır. Buradaki yasak zannın çoğuna yönelik olup kural olarak bazı zanlar günah olduğuna göre, bu ifadenin insanın ruhunda bıraktığı ilham kötü zandan tamamen kaçınılma şeklindedir. Çünkü insan hangi zannın günah olacağını bilemez.
Kur'an-ı Kerim, kötü zanla kirlenerek günaha girmemeleri için Mü’min vicdanları temizlenmeye davet etmekte. Ve vicdanı her türlü düşünce ve kuşkudan uzaklaştırarak ilk yaratıldığı gibi tertemiz bir hale dönüştürmekte. Böylece o vicdanın sahibi din kardeşlerine kötü zannın yıpratamayacağı bir sevgi besler, şek ve şüphelerin kirletemeyeceği bir duruluk kazanır, endişe ve beklentilerin bulandıramayacağı iç huzur sahibi olur.
Bu durum vicdanların ve kalplerin eğitimi noktasında kalmaz. Ayet-i kerime, insanların birbirleri ile ilişkilerinde uyulması gereken prensipleri gözler önüne sererken, İslam toplumunda yaşayan insanların hakları çevresinde de bir koruma duvarı oluşturur. Dolayısıyla İslam toplumunda insanlar bir töhmetten dolayı cezalandırılmazlar, bir şüpheden dolayı yargılanmazlar ve insanların yargılanmalarında zan temel dayanağı oluşturmaz. Hatta zan, insanlar hakkında ya da çevreleri üzerinde kovuşturma için gerekçe bile kabul edilmez.
Bunun anlamı, insanların sorgusuna sebep olan suçu işledikleri açıktan açığa ortaya çıkana kadar suçsuz, hakları ve özgürlükleri dokunulmazdır. İnsanların çevrelerinde dönüp dolaşan zannı kovuşturma gayesi ile takip edilebilmesi için zan yeterli gerekçe değildir.
İnsanların haysiyetlerini, haklarını, özgürlüklerini ve şereflerini korumada bu ayetin önümüze serdiği muhteşem tablo yeryüzünün hangi sisteminde bulunmaktadır? İşte bu prensip üzerine kurulmuş Kur’an toplumu bu prensibi önce vicdanında gerçekleştirmiş sonra da hayata geçirmiştir.
Allah Teala, Kur’an toplumunun kemale ermesi için zanlardan kaçınma ile ilgili bir başka prensibi gözler önüne serer: "Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayınız."
Kusur araştırmak, kötü zannı izleyen bir hareket olabileceği gibi, onunla ilgisi olmadan başlı başına eksikliği ortaya çıkarmak ve insanın kötü durumlarını öğrenmek için yapılabilir. Kur'an-ı Kerim, ahlâkın ve kalplerin temizliği hedefine uygun olarak bu aşağılık harekete ahlâki yönden karşı koyup başkalarının kusurlarını araştırmak ve fenalıklarını ortaya çıkarmak gibi aşağılık yönelişlerden kalpleri temizlemeyi hedef edinmektedir.
Şerefli ve yüce İslam toplumunda insanlar canları, yuvaları, sırları ve ayıplarından emin olarak yaşarlar. Hangi gerekçe ile olursa olsun, insanların can, ev, gizli sırlar ve ayıp dokunulmazlığı çiğnenemez. Hatta bir suçu izleme ve kovuşturma izni İslami düzende insanların ayıplarını araştırmak için bahane olarak kullanılmaz. İnsanlar zahire göre değerlendirilir. Kimsenin içlerini araştırmaya hakkı yoktur. Dışa vurdukları suçlar ve aykırı davranışları nedeni ile cezalandırılırlar. Hiçbir kimsenin birisi hakkında zanda bulunmaya, tahmin yürütmeye, insanların gizlice herhangi bir yasak hareketi yapıp yapmadıklarını öğrenmeye, bunun için onların ayıplarını araştırmaya ve onları yakalamaya hakkı yoktur. Ancak suçlunun suçu işlemesi ve bunun açığa çıkmasıyla İslam’ın müeyyideleri uygulanır.
Bundan sonra, Kur'an'ın eşsiz ifadeleriyle dehşet içerisinde bırakan tablo ortaya konuyor ve dedikodunun tamamıyla yasaklanıyor:
“Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz”
Allah Teala en kaba gönüllerin ve duyarsızlığını yitirmiş ruhların bile çekindiği ve tiksindiği muhteşem bir tabloyu gözler önüne seriyor. Bu, kardeşinin etini yiyen bir kardeşin sahnesidir. Allah Teala, tiksinti uyandıran bu hareketten hoşlanmadıklarına göre çekiştirmekten de hoşlanmayacaklarını ifade edip son noktayı koymaktadır.
Ardından kötü zan, ayıp araştırma, dedikodu gibi günahları işleyenlerin rahmet arzusu ile derhal tevbeye koşmalarını tavsiye eder. "Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir."
Mü’minlere ardı ardına yapılan bu çağrılardan, onları sosyal ve psikolojik eğitimin yüce ve parlak ufkuna yükselttikten sonra, insanların haysiyetleri, özgürlükleri ve dokunulmazlıkları etrafında sarsılmaz duvarlar örülüp duyarlılık çerçevesinde ruhları harekete geçirildikten ve Allah’tan korkup tövbeye yönelmeleri istendikten sonra, Allah’ın rahmet ve mağfiretinin Mü’minlerin tepelerine yağdırılacağı müjdesi verilmektedir.
“Ebu Hureyre (r.a) Efendimiz Rasûlullah (sav)’den şu güzel hadisi nakletmektedir: “Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinizin aleyhinde fiyatları kızıştırarak necş yapmayın (alışverişte birbirinizi aldatmayınız) Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinize sırt çevirip dargın durmayınız. Birbirinizin pazarlığı bitmiş alışverişini bozmayınız. (Birbirinizin alışverişi üzerine alışveriş yapmayınız) Ey Allah’ın Kulları! Kardeş olunuz, Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. O-na zulmetmez, sıkıntı anında onu kendi haline tek etmez. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Onu küçük görmez. (Üç defa göksüne vurarak) Takva işte buradadır. Bir kimse Müslüman kardeşine hor baktı mı işte şerrin bu kadarı ona yeter artar bile. Müslüman’ın her şeyi; canı, malı, ırzı Müslüman’a haramdır. (Buhâri, K. Edep 7/88, Müslim, K. Birr 4/1986)