Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
Hizbullah ana dava duruşmaları devam ediyor. Son mahkemede ilginç gelişmeler oldu. Dava avukatlarının, müvekkillerine isnat edilen bazı suçlardan dolayı Hizbullah’ın yakaladığı muhbirlerin sorgulanmalarını içerdiği iddia edilen görüntü CD’lerinin kendilerine verilmesi talebi mahkeme heyeti tarafından reddedildi. Medyaya yansıyan haberi bilmeyenler için hatırlatmakta fayda var. “Aralarından üst düzey sorumluların da yargılandığı Hizbullah'ın 30 sanıklı ana davasına devam edildi. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Hizbullah ana davasına, aralarında örgütün üst düzey sorumluları Edip Gümüş ve Cemal Tutar'ın da yer aldığı 22 tutuklu sanık katıldı. Davanın bugünkü duruşmasında önceki celse istenen Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'ndeki CD çözümü ve bilirkişi raporları mahkemeye götürüldü. Mahkeme heyeti, "Beykoz" operasyonunda ele geçirilen görüntülerde örgüt üyelerinin görünmediğini, sadece sorgulananların göründüklerini belirtti. Önceki duruşmada mütalaasını vereceğini belirten savcı, mütalaayı bitirmek için ek süre istedi. Duruşmada söz alan sanık avukatları, müvekkillerinin tutuklulukta bulundukları süre göz önüne alınarak tahliye edilmesini istedi. Avukatlar, ayrıca görüntü CD'lerinin bir kopyasının kendilerine verilmesini de talep etti. Mahkeme başkanı, görüntülerin kişinin özel hayatı kapsamında olduğu hatırlatarak, sanık avukatlarının talebini reddetti. ” (21 Şubat 2008 Perşembe Zaman gazetesi) İster istemez akıllara iki bin yılında yaşanan Beykoz operasyonu ve akabinde cereyan eden olaylar geliyor. O dönem yapılan her operasyon medyanın da iyi kullanılmasıyla bir propaganda savaşına dönüşmüştü. Sürekli vahşetten, insanlara işkence yapıldığından, domuz bağlarından dem vurulup devletin bunları deşifre ettiği kamera kayıtlarının yakalandığı söyleniyordu. Tabi bu kayıtların toplum ile paylaşılması ise onlara göre sakıncalıydı. Çünkü “öylesine bir vahşet vardı ki”(!) Görüntülerin yayınlanması durumunda toplumun ruh sağlığı bozulurdu. Oh ne güzel! devlet toplumun ruh sağlığını, toplumu ne de çok düşünürmüş! Tüm bunları yapan Kemalist devlet diğer taraftan yakaladıklarına da gözaltında akıl almaz işkenceler uygulayarak insanları zindanlara doldurmaktan geri kalmadı. Nede olsa yapılanların tamamı toplum içindi! Kanaatimce mahkemenin aldığı karar çok önemlidir. Normal şartlarda dosyada delil olarak bulunan bir CD veya dokümanın savunma avukatına da verilmesi gerekirken, mahkeme; “görüntüler kişinin özel hayatı kapsamında olduğu” hükmüyle avukatlara verilmesini reddetti. Burada bir noktayı belirtmek gerekir. Özel hayat dedikleri, aklınıza gerçekten kişinin özel ve mahrem hayatını getirmesin. Kastedilen özel hayat; muhbirlerin deşifresi ile ilgili bilgiler, dolayısıyla derin devletin yaptığı ajanlaştırmaların deşifresidir. Mahkemenin özel hayat dediği devletin bu tür kirli icraatlarının deşifresinden başka bir şey değildir. İşkence, domuz bağı, işkenceli sorgu kasetleri vs. tamamının psikolojik savaş mahsulü olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Şöyle ki; bundan iki üç yıl önce yine mahkemeye yansıyan bu tür bir dosyada Murat Kurtboğa adlı ajanlaştırılmış şahsın faaliyetlerinden bahsedilmekteydi. Medyaya yansıyan kısmı dahi, devletin ne tür kirli işlere bulaştığı, örgütlerle mücadele adı altında hukuku nasıl ayaklar altına aldığı, insanları tehdit ve şantajla nasıl ajanlaştırıp kullandığı ortaya çıkmıştı. Mahkemenin görüntü CD’lerini avukatlara, dolayısıyla kamuoyuna vermeyi reddetmesinin nedeni aslında belli. Bu CD’leri izleyen yargıçlar derin devletin faaliyetlerini ve eğer bunlar bilinirse derin devletin Hizbullah eliyle ne şekil deşifre edildiğinin toplumca bilineceğini anlamış olmalılar ki bu şekil bir karar aldılar. Aslında derin devletin tartışıldığı, derin devlet adına faaliyet gösteren çetelerden her gün yeni birinin deşifre olduğu(!) böylesi bir ortamda, cesur bir yargıcın bu CD’leri kamuoyuna açma yönünde karar alması gerekirdi. Eğer bu görüntüler toplumla paylaşılmış olsaydı, kanaatimce devletin bir kısım gizli faaliyetleri, girdiği yasa dışı işler, “irticai örgütlerle mücadele” adı altında Müslüman kesimlere yapılan gizli baskı ve komplolar birer birer ortaya çıkmış olacaktı. Bir devletin “terörle” mücadelede istihbarat ihtiyacını karşılamak için her şeyi kendine mubah gördüğü, yasadışı bir çok işlere bulaştığı, ajanlaştırdığı zavallılara her türlü çirkefi işlettiğinin kanıtı o CD’lerle deşifre olabilir. Kemalist rejim kurulduğundan beri kendini muhafaza için her yolu mubah görmüştür. İstihbarat akışını sağlamak dedikleri: zayıf insanları türlü türlü tehdit ve şantajlarla kendilerine bağlayıp kullanmak, suça bulaştırmak, cinayet işlettirmek ve bir paçavra gibi atmaktır. Bu görüntüleri, öyle görünüyor ki daha uzun süre kamuoyundan gizleyecekler. Ama merak edenler, Eşreften Esfele kitabını okurlarsa devletin o dönem Müslümanlara karşı mücadele adı altında yaptığı yasa dışı faaliyetlerin ve hukuksuzlukların bir kısmına vakıf olabilir. Demek ki Hizbullah arşivlerinde ele geçirildiği söylenen CD’lerde derin devleti deşifre edecek ve zor durumda bırakacak bilgiler var ki kişilerin özel hayatını kapsıyor bahanesiyle kamuoyuna sunulmuyor. Eğer durum böyle olmasaydı ve o CD’lerde Hizbullah aleyhinde bir şeyler olsaydı, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki rejim bunları sonuna kadar kullanır ve İslami kesimleri karalamaya çalışırdı. Beykoz operasyonu sonrasında yapılan psikolojik savaşı hatırlayalım, madem bu kadar propaganda yapıldı ve Müslüman bir cemaat vahşi bir örgüt olarak tanıtıldı, o zaman devletin iddiasına kanıt olduğu öne sürülen görüntüler neden halen gizleniyor? Acaba rejim bu sorgu kasetleriyle; bölgede fuhuş ve eroin kaçakçılığını organize eden kendi çetelerinin deşifresinden mi korkuyor? Yine bölgede belli konuma gelmiş devlet ajanlarının deşifresi mi söz konusu? Bunun yanında insanların tehdit ve şantajlarla nelere itildiği, ne tür faaliyetler yapıldığının ortaya çıkması, Kemalist rejimin yeni bir deşifresi olduğu içim mi korkuluyor? Bu sorular çoğaltılabilir. Bilinmesi gereken, derin devlet Kürdistan’da terörle mücadele adı altında akla hayale gelmeyecek karanlık faaliyetler icra etmekte ve hukuku hiçe saymaktadır. Hizbullah arşivinde ele geçtiği söylenen bilgi ve belgeler de bunun bir kanıtıdır. Yıllarcadır bölgede devlet ile Hizbullah arasında gizli bir savaş devam etmekteydi. Bu savaşta elbette ki rejim için her yola başvurmak mubahtır. Çünkü rejim, gerekli gördüğü zamanlarda hukuku da demokrasiyi de rafa kaldırmayı bir hak görmektedir. Dolayısıyla derin devlet, acımasız ve gaddarca yöntemlerle Kürdistan’da İslami hareketi yok etmek için çok uğraşmıştır. Rejim Beykoz sürecinde cambaza bak taktiğini çok iyi uyguladı. Şöyle ki; bir yandan Hizbullahı vahşi gösterip toplumu bununla oyalarken diğer taraftan bölgedeki İslami şahsiyetleri ve Hizbullah mensuplarını çeşitli bahanelerle yakalayıp her türlü eziyet ve işkenceyi uygulayarak kendi vahşi yüzünü gizlemeyi başardı. Zaten Kemalist rejimin tarihi bu tür zülüm ve işkencelerle doludur. Ama bunun uzun sürmeyeceği aşikârdır. Gün geçmiyor ki derin devlet adına faaliyet gösteren yeni bir çete deşifre olmasın. Tabii ki bu yeterli değildir. Deşifre olanlar buz dağının sadece görünen kısmı ve derin devlet çeteleri arasındaki çekişmelerden dolayı gözden çıkarılan yapılanmalardır. Eğer bu ülkede hukuk olsaydı, yargı bağımsızlığı söz konusu olsaydı, bununla birlikte hukuku işleten kurumlar cesur ve kararlılık gösterebilseydi, çetelerin ortaya çıkarılması Türkiye gibi bir ülkede zor olmazdı. Ancak bu iş; kendini rejimin sahibi gören “zinde güçlerin” işine gelmeyeceğinden, oldukça zor görünmektedir. ABDULLAH HOCAOĞLU