ÖNLEYİCİ (SELBİ) HEDEFLER VE DİNİ DEĞERLERE KARŞI YÜRÜTÜLEN SAVAŞ
Halkı
Müslüman olan birçok ülkede, İslam dininin bir yaşam sistemi olarak topluma
hâkim olmaması için doğrudan karşı çıkma yerine, topluma resmi ideolojilerin
istediği İslam anlayışı verilmeye çalışılmaktadır. Bu yapılırken külli ret
yerine geneli kabul ediyor gözüküp istenen anlayış aşılanmaya çalışılmakta ve
toplum hazır hale getirilip uygulamaya geçilmektedir. Kemalist sistemin
kuruluşundan günümüze kadar gelen uygulamaları buna örneklik teşkil etmektedir.
Türkiye’de yaşayan halkların dini hassasiyetlerinin yüksek olduğu bir gerçektir.
Halkın kahir ekseriyeti İslam’a ve İslami değerlere saygı duymakta, pek çok
kimse geleneksel de olsa dini vecibelerini yerine getirmeye çalışmaktadır.
Bundan dolayı İslami çalışma yürüten kişi ve gruplar toplumda kabul ve saygı
görmektedir. Son yıllarda zahiren gerilemiş gözükse de Kemalist sistem sürekli
İslam ve Müslümanlarla mücadele etmekte ve toplumun İslam’a yönelmemesi için
birçok oyun sergilemektedir. Oyunlar sergilenirken toplumla sağlıklı bir irtibat
kurabilmek için yine halkın dini değerleri kullanılmaktadır.
Bugün darbe ile yargılanan 12 Eylül cuntasının dahi yeri geldiğinde ayetlerle
toplum birliğinden, dinin bütünleştirici unsurundan dem vurucu nutukları
hafızalardadır. Bunu sadece cuntacılar değil sağcısı, solcusu, liberali, askeri,
bürokratı tüm yönetici ve partiler kısacası tüm devlet erki yapmakta ve halen
yapmaya devam etmektedir. İslami değerlerin toplumda yeşermesi ve toplumun
İslami bir sistem istemesi kendileri için büyük bir korku olmasına ve buna karşı
olmalarına rağmen hiç biri genel anlamda bu değerlerle savaştığını ve engellemek
için uğraş verdiğini söylememekte, aksine toplumu etkileyecek bir iletişim
kurabilmek için İslam’a saygıdan ve Müslümanlıktan bahsetmektedirler. Burada
amaç korku duyulan olgu ile mücadele ederken topluma kendini dost, aynı sınıfta
ve aynı inançta göstermektir. Eğer halkımızın dini değerlerini külli ret veya
baskı yoluna gitseler zaten bir irtibat da söz konusu olmaz.
Kendini toplumun renginden gösterdikten sonra ikinci aşamada, uğraşılması
gereken olguyu tahrip etmek, yozlaştırmak ve soyutlamaktır. Malumdur ki, İslam
dini külliyen hedef tahtasına oturtularak bir netice alınması beklenemez. Eğer
açıkça İslam olgusu tartışılsa ve karşı çıkılırsa hiçbir inandırıcılığı da
olmayacaktır. Kemalist sistemin ilk otuz yıl uyguladığı politika külli ret
üzerine bina edilmişti. Ezanın Türkçeleştirilmesi, Kur’an kurslarına getirilen
yasaklar, camilerin kapatılması ve Müslüman halkın kılık kıyafetine uygulanan
baskılar sonuç vermek bir tarafa, toplum genelinde birikmiş bir öfkeye
dönüşmüştür. Demokrat parti iktidarıyla birlikte rejim raydan çıkmak üzere olan
bir tren misali makas değiştirmiştir. Ezanın tekrar Arapça olması, camilere
yönelik baskıların azalması ve imam hatip okullarının açılması ile yeni gelen
hükümetin halktan bir parça olduğu ve dini değerlere sahip çıkıldığı imajına yol
açmıştır. Yıllarca baskı altında yaşayan, gizli mekânlarda çocuklarına dini
değerlerini öğretmeye çalışan bir halk için bu adımlar küçümsenecek türden
değildir. Ama dönemin başbakanına “Efendim sizin mürteci olduğunuz
söylenmektedir?” şeklinde yöneltilen bir soruya verdiği cevapta: “debisi dolmuş
ve taşmak üzere olan bir barajdaki suyu tahliye etmek için baraj setinde
gedikler açtık” sözleri, yürütülen planlı psikolojik savaşın bir göstergesidir.
Başta o dönemin başbakanı olmak üzere demokrat parti ileri gelenlerinin çoğunun
İslami bir yaşantısı söz konusu değildi. Ama gerek propagandalarında gerekse
halkın gönlünü kazanmak için atılan adımlarda rejime yönelik otuz yıllık öfke
minimize edilmiş ve rejimi ayakta tutmuştur.
Uygulayıcılar açısından bakıldığında o dönemde, sistem için bilinçli bir selbi
ve önleme harekâtı yürütülmüştür. Külli ret ve tahrip politikası terk edilip
yerine cüzi kabul ve kısmi ihya politikasına geçilmiştir. Bu türden psikolojik
savaşta hedef, toplum genelinin isteklerine sahip çıkıyor gözükerek zararlı
olmayacak bir seviye yakalamaktır. Günümüzde dahi “İslam’a evet, ama dayatmaya
hayır. Dine evet ama aşırılara hayır. Ferdi herkes yaşamalı ama topumun huzurunu
bozmamalı” gibi görünüşte cazip gözüken sözde masumane yaklaşımlarla öncelikle
Müslümanların zihninde farklı bir İslam anlayışı yerleştirilmeye çalışılmakta ve
İslami değerler tartışma konusu yapılmaktadır. Değerler tartışma konusu yapılıp
aşındırılırsa artık zayıf bir noktadan hedef alınan değerlere yönelik
profesyonel saldırılara geçilir. Saldırıya geçebilmek için zihinlerin
kirletilmesi gerekir. Bunun yolu medyada özellikle de görsel argümanlarla
sürekli aynı konuları olumsuz bir şekilde işlemek adeta zihinlere kazımaktır.
Bunun en somut örneği 28 Şubat döneminde yaşanmıştır.
28 Şubat döneminde bazı ajanların piyasaya sürülmesi ve entrikalarla İslami
değerleri yozlaştırmak için yürütülen faaliyetleri hatırlamak gerekir. İslami
tesettüre sokulan, masum havası verilen bazı figüranların önce canlı yayında
“mağdur” ediliş hikâyesi ardından kanal kanal dolaştırılıp sözde yaşadığı kâbusu
anlatma senaryolarıyla toplum genelinde bir sorgulama süreci başlatıldı. Bahsi
geçen bayanın sıradan bir muhbir ve figüran olduğunu çok az kişi düşünebildi.
Televizyon dizisi gibi her gün farklı figüranlarla oynanan oyunlar neticesinde
şahıslardan çok İslam için hizmet yürüten yapılar tartışılmaya başlandı. Bu
yapılırken İslami değerlere doğrudan saldırı yerine İslami yaşayan insan, grup
ve cemaatler üzerinden üretilen senaryolarla psikolojik bir harekât uygulandı.
Neticede bugün gözaltına alınan dönemin kudretli paşası Çevik Bir’in bin yıl
sürecek öngörüsü gerçekleşmese de o günün şartlarında amaç hasıl olmuş ve halkın
yükselen dini değerlerine karşı profesyonel bir savaş yürütülmüştür.
Uygulayıcılar sürekli dini din tüccarlarından kurtarmadan ve dini değerlere
saygıdan söz ederek tüm yaptıklarına tepkisiz bir toplumsal süreç oluşturmayı
başarmışlardır. Korku kaynaklı bir tepkisizlikle birlikte uygulanan
senaryolardan etkilenenlerin sürece kapılarak uygulayıcılara tabi olması gözden
kaçmamalıdır. O dönemin sözde mağduru bayanın bugün ne yaptığını çok az insan
bilir. Belki o süreci yaşayan çoğu kimse bu figüranların ismini dahi unutmuştur.
Ama devletin istihbarat teşkilatlarınca hazırlanan senaryo; İslami yaşantıdan
uzaklaştırma, değerleri yozlaştırma noktasından etkili olmuş, gelişen İslami
bilinçlenme sekteye uğramıştır.
İslami mücadele yürüten grup ve cemaatlerin hedef edilmesi için cüzi hatalar
dahi büyütülerek kamuoyuna sunulmakta ve insanların ferdi olarak ibadetlerini
yapmaları bir din anlayışı olarak zihinlere oturtulmak istenmekteydi. Çoğu zaman
iftira ve karalama yoluna gidilerek toplumun cemaatlerden uzak durması ve
temayül etmemesi arzulanmaktadır. Arzulamaktadır diyoruz çünkü bu durum halen
devam etmektedir. İslami cemaatleri dış kaynaklı, başka ülkelerin taşeronu veya
mezhebi yönlerden farklı sunmaya çalışarak toplum içinde bunlara yönelik bir
tahrip yapılmak istenmektedir.
AK partinin varlığıyla göreceli bir rahatlık havasının olması aldatıcı
olmamalıdır. İslami hizmet yürüten gruplara yönelik karalayıcı kampanyalar,
toplum içinde küçük düşürme çabaları ve faaliyetlerinin önüne geçmeye çalışma,
bugün halen devam ettiği ve bu insanların toplum ile bağının koparılması için
birçok yola başvurulduğu bir ortam devam etmektedir.
Toplumun harcı olarak görülen ve silinemeyecek bir dini elbette kendi biçtikleri
bir modelle topluma sunma ve zararsız hale getirme yoluna gidecekler ve yeri
geldiğinde bu harçtan istifade edip kullanmaya çalışacaklardır. Resmi
ideolojinin arzuladığı ve tasarladığı dini anlayış ferdi yaşam ile sınırlı
kalmaktadır. Yine kitle iletişim araçları ve özellikle televizyonlar ile büyük
tahribatlar yapılmaktadır. Bir yandan İslam anlayışını zedeleyici onlarca dizi
ve film verilirken diğer taraftan sözde din adamları birçok konuda gerçek İslam
anlayışıyla uyuşmayan dini yaklaşımlarla zihinleri bulandırmaktadır. Amaç, asıl
değerler yerine arzulanan değerlerin toplumda yer bulmasıdır. Suya, sabuna
dokunmayan din anlayışı on yıllardır oturtulmak istenmektedir. Yürütülen tüm
psikolojik savaş ve tahriplerin amacı budur.
Allah’a emanet olunuz.
Abdullah HOCAOĞLU
|