İnsanoğlu anasından doğunca masumca açar gözlerini yeryüzüne. Bu doğum insanın yol alacağı hayat güzergâhının en kemal noktasıdır. Masumluğun ve günahsızlığın zirvesidir dünya hayatına geçiş anı. Kulların hayat yolunda aynı çerçeveyi gözetlemeleri için hayatın şart ve ilkeleri Allah Teala tarafından öğretilir. Daha doğrusu hayatı nasıl yaşayacaklarını öğretmeleri için elçiler gönderir. Elçilerin uydukları ve uyulmasını istedikleri ölçü Allah Teala’nın kitaplarının içerisinde mufassal bir şekilde zikredilir.
Ezilmişlerin ve erdemlilerin önderi Hz. Peygamber (sav), goncasından sıyrılan bir gül gibi masum olarak anasından doğan insanoğlunun aynı paralelde hayatını sürdürmesi yolundaki işaretleri yerleştirmek için yoğunca bir çaba harcadı. O’nun zamanında yaşayan ve sonradan gelecek insanların açmazlarını çözmek için hayatını bir olgu olarak insanlığın hizmetine sundu.
Bu arada Müslümanlar İslam’dan mesafe aldıkça Hz. Peygamberin (sav) çizdiği hayat çizgisinin uzağına düştüler. Uzaklaştıkça, bela ve musibet deryalarında yollarını kaybeden sergerdanlar olarak sorunlu hayata yelken açmak zorunda kaldılar.
Osmanlı’nın yıkılmasıyla üzerimize zorla laik cumhuriyet gömleği giydirildi. Sopalarını sırtımızdan eksik etmediler. Varlığını sürdürme uğruna rejimin önüne çıkan herkesi ezip geçtiler. Yaş kuru, kimsenin gözünün yaşına bakılmadı. Teker teker öldürmeler tatmin etmeyince toplu katliamlara giriştiler. Bunları da lehlerine çevirmeye, akıttıkları mazlum kanlarını rejimin harcı yapmaya çalıştılar. Döktükleri kanları başkalarına yıkmaya yeltendiler. İlk yıllarda münferiden veya topluca katledilenler yüzbinlere ulaştı. Yüzbinleri de zorla sürgünlere mahkum ettiler. Sonraki yıllarda taraftar ve destekçiden yoksun rejimlerine yandaş bulmak için yeni katliamlara giriştiler. Örneğin Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta ve Gazi Mahallesinde Alevileri öldürdüler. Katliam kendi eserleri olduğu halde Sünnileri sanık sandalyesine oturttular. Her zaman olduğu gibi katliamları yaparken suçlanan ve linç edilmek istenen halktan başkası değildi.
İşin acı tarafı rejimin oyunlarına gelen insanımızın alet olarak kullanılmasıydı. Örneğin rejimin ajan ve provokatörleri vasıtasıyla önce olayın fitili ateşleniyor, halkın birbirlerinin canına okuması için gerekli zemin hazırlanıyor. Zavallı halk, sanki haklı ve zaruri bir iş yapıyormuşçasına birbirinin canına kıymaya başlıyor. Oysa bu kavganın halkla ilgisi yoktu.
Rejimin istediği gibi zulmedip insanımızı katletmesinde aklı başında herkes bir ölçüde sorumludur. Bu arada en büyük sorumluluk İslami kesime aittir. İlahi temelli bir davayı yüklendiklerinden düzenin karanlık oyunlarını birer birer ortaya çıkarıp, zulüm fırtınalarına teslim olmuş insanlara kucak açarak aziz İslam’ın hayat veren şemsiyesinin altına toplamaları için çabalamaları gerekirdi. Böylece İslamdan uzaklaşmış insanımızın İslam’ın şemsiyesi altında bir araya gelmesi, zalimlerin zulüm yollarını daraltabilirdi.
Aylardır dehşet içinde izlediğimiz olaylar, zalimlerin kirli çamaşırlarını birer birer ortalığa dökmektedir. İşlenen cinayetlerin ve yolsuzlukların çok cüzi bir parçası ortaya çıktığı halde, ortaya çıkan çirkinlikler insanı hayretler içerisinde bırakmaktadır.
Başbakanın bir adım ileri atarak karanlık güçlerin oyunlarından dolayı halkımızın çektiği acıları gündeme getirmesi, Maraş, Çorum, Sivas, Başbağlar ve Gazi Mahallesinde karanlık eller tarafından yapılan katliamların anaların yüreklerini yaktığını ve gözlerinden nehirler gibi yaş akıttığını dile getirmesi kaybedilen menzile yeniden dönüşün işareti gibi bir görüntü vermektedir. Baştanberi gösterilmesi gereken ancak geç kalınsa da dile getirilen bu söylem, özellikle İslami kesimleri harekete geçirebilse ve özeleştiri kapısını aralayabilse gelişmelerin gelecek için güzel şeyler vaad ettiği düşünülebilir. Ancak bunlar başbakanın konuşmalarının satırları arasında kaybolursa hiçbir şeyi değiştiremeyecek.
Kendimizi keşfe çıkmalıyız. Kaybolmuş insanlığımızı keşfetmeliyiz. Varlığımızın dayanağı olup bize kemal bahşeden, taassuplardan arındırılmış aziz İslam’ın şemsiyesi altında kendimize gelmeliyiz. Başkalarının çektiği acıları paylaşabilmeli, yüreği yanan insanların dertlerine ortak olabilmeliyiz.
Müslümanlar, peygamberi ruhla donanarak birbirlerine karşı duydukları kin ve nefret duygularından sıyrılmalı... Irkçılık, mezhepçilik, grupçuluk ve particilikten arınıp İslam’ın merhamet iklimini herkesin yüzüne açarak, yolunu kaybetmiş, sıkıntı üstüne sıkıntı yaşayan insanlara yol göstererek Tevhidi bilinç çerçevesinde yeni bir perspektif geliştirmelidirler.
Farklı meşrep ve mezheplerdeki insanlarımız Müslümanlara rağmen başkalarına sığınıyorlarsa, merhameti başkalarında arıyorlarsa, kötünün iyisi deyip Müslümanların yerine ellerini cellâtlarına uzatıyorlarsa, bu vahim görüntünün irdelenmesi, yapılan yanlışın ortaya çıkartılması gerekir. İslam’a dayanan grup, mezhep ve meşreplerin en ince noktasına kadar özeleştiride bulunmaları, İslam’ın hayat bahşeden pınarında yapılanmaları gerekir.
İslam’a rağmen insanların başka yerde çare aramaları yanlışla iştigaldir. Geçen seksen yıllık zulüm tarihinde görüldüğü gibi, hayatın İslami sorumluluk çerçevesinde algılanmmasıyla zalime daha fazla cesaret, zulme daha uygun zemin hazırlandı.
Müslümanlar, tek alternatifin ve tek çarenin İslam’da olduğu bilincini halka kazandırmamışlarsa, bu büyük bir musibet olup aynı zamanda Müslümanların sorunudur. Gelişen olaylar karşısında, taassuplardan sıyrılarak tavırlarını Müslüman’ca ortaya koymaları, nereden ve kimden gelirse gelsin zulüm ve haksızlıkların karşısında durmalıdırlar. Zulüm ateşinin sönmesi Müslümanların duyarlılıklarına ve Müslüman’ca hareket etmelerine bağlıdır.
Selam ve dua ile…
İbrahim FIRAT |