Zaman akar… Olaylar peş peşe sıralanır. Hayat bir nehirde akan su gibi her an değişken bir hal alır.
Oysa nehirlerin önünde duran setler, suyun revanca akmasına izin vermezler. Engel olurlar akıntıya. Dere yataklarının önünü tutan engeller suyun akmasına ayak diretirler.
Toplumlar da nehirler gibi zaman içerisinde akmaya devam ederler. Ancak, nehirlerin önünü kesen engeller gibi toplumların da önlerini kesen engeller vardır. Akmanın, dönüşümün ve değişimin önünde durup hareketi engellemeye çalışırlar.
Hz. Pegamber (sav)’in hidayet rehberi olarak Nur dağından; darboğaza girmiş, çıkış arayan, hakikat önderlerinden yoksun Mekke toplumunu insan olmaya doğru yürüyüşe, değişime, gelişime ve kemale ermeye yönlendiren mesajını haykırdığı günlerde, rotasını kaybetmiş insanlığın önüne büyük fırsatlar çıkmıştı. Vicdanları ve ruhları özgür olan toplumun ezilmişleri, bu büyük çağrıyı benimseyip toplumlarını saran şirk çemberini ve toplumun önünde duran aristokrat düzeni aşarak özgürleşme ve kemale erme yolunda adım atmaya başladılar. Ancak bunlar Mekke toplumunun sadece bir azınlığıydı.
Mekke halkının büyük bir kısmı değişime ve özgürleşmeye açıktı. Ancak, toplumun önünde duran siyaset ve sermaye cambazları akarsuyun önündeki engeller gibi değişimin önünde dimdik duruyorlardı. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler, Velidler ve Ebu Süfyanlar değişimin önündeki büyük setlere dönüşmüşlerdi. Şirk patronlarının halkın önünü kesmesi, binlerin sefalet içerisinde yaşamaya devam etmesine ve Allah Resulü’nün özgürlük çağrısının gönüllerine ulaşmasına engel oluyordu.
Bugün ülkede aynı görüntünün farklı versiyonlarıyla karşı karşıyayız. Halka rağmen zorla iktidarı elde eden Kemalist rejim, halkı dönüştürmek için yıllarca çabaladı. Bu dönüştürme çabalarında sopasını halkın tepesinden eksik etmedi. Sonu gelmeyen yoğun uğraşılar dininden ve kültüründen koparılmaya çalışılan halkta derin izler bıraktı.
Değişen dünya şartlarında dayanaklardan yoksun Kemalist rejimin fikri altyapısında çatırtılar duyulmaya başladı. Halkın fıtrat omurgasını bozan hastalıklı rejimin çatırtıları hayırlı bir geleceğin işaretlerini vermekte. Ancak, putperest Mekke toplumunun önünde duran ve müşrik rejimin değişimine engel olan günümüz Ebu Cehil ve Ebu Lehepleri değişim rüzgârlarının önünde durmak için bütün imkânlarını sonuna kadar seferber ettiler.
Müşrik rejimin aristokratlarının rolünü oynayan Kemalist rejimin aristokratları Baykallar ve Bahçeliler, değişimlerin, dönüşümlerin ve halkın fıtratına dönüş gelişmelerinin koltuklarını sarsacağının krizini yaşamaktadırlar. Eskimiş ve çürümüş bozuk bir düşüncenin ürünleri olarak özgürlüğe açılacak bir toplumda varlıklarının beş para etmeyeceğini hesaba katarken, sonuna kadar diretmeden başka çare bulamadılar.
İnsanlara acımayan, en gelişmiş silahları toplumun genç nesillerine karşı son kurşununa kadar kullanmaktan çekinmeyen rejim, kocaman bir duvara toslamış gibi en zor günlerini yaşarken, hasta zihniyetin aristokratları ağır nefes çeken rejimi geleneksel baskıcı ve zalim siyasetiyle ayakta tutmaya çalışmaktadır. Herhangi bir gelişim ve değişim kokusuna karşı, vatanın parçalanacağı figanıyla avazları çıktığı kadar bağırmakta, kuruntu ve hayal ürünü uydurmalarıyla halkı galeyana getirerek rejimin ömrünü uzatmayı amaçlamaktadırlar.
Bunlar sadece baskı, zulüm ve kan dilinden anlarlar. Usta oldukları en iyi sanat insanların kafalarına vurma sanatıdır. Televizyon ekranlarında cenazeleri kaldırılan asker sayısı ne kadar fazla olursa yaşamdan o kadar zevk alırlar. Kavganın, kanın ve öldürmelerin olmadığı ortamlarda yaşayamazlar.
İnsan haklarının ve insanlığın düşmanıdırlar. Cahili dönemdeki Mekke aristokratları gibi toplumu köleleştirerek sırtlarına basa basa yaşamaktan mutlu olurlar. İnsanların haklarının verildiği, insanların özgürce ve insanca yaşadığı ortamlar varlıklarıyla çeliştiğinden, böyle bir kokuyu aldıklarında derhal harekete geçip silahlarına davranırlar.
Kürdün ve Türkün kardeşçe yaşamasından bahsedildiği zaman boğazları yırtılırcasına vaveyla ederler. Özgürlük, kardeşlik ve insanca yaşama en nefret ettikleri kavramlardır. Ellerinden gelse ülkedeki bütün sözlüklerden ve hatta dünyadaki bütün sözlük ve ansiklopedilerden bu kelimeleri kaldırıp ömür boyu yasaklayacaklar.
Diğer taraftan Kürd cenahında kendisini Kürdlerin Atakürdü olarak nitelendiren baron da bu hasta ruhlu siyasetçilerden geri kalmamakta. Bazılarını kendisine taptırmayı beceren İmralı baronu, Baykal ve Bahçeli ile adeta aynı resmin karesini oluşturmaktadır. İmralı baronu için Kürdlerin hak ve özgürlüğü çok fazla bir şey ifade etmemekte. Önemli olan kendisinin özgürlüğüdür. Bir kitlenin önünde duvar olup insanların hür iradeleriyle haklarını aramalarına engel olmaktadır. Bütün amacı kendisini tek adam haline getirip kitleleri kendisine taptırmaktır. Bu alanda epey de ilerleme kaydetmiş. Kendisine bağlı teşkilatların amacı İmralı baronunu hapisten kurtarmaya odaklanmış. O cezaevinden çıksın da Kürdleri bir seksen yıl daha ezerler mi, yok mu sayarlar, haklarını mı çiğnerler fazla önem taşımamaktadır.
Yıllar önce bağımsız Kürdistan hayaliyle binlerce Kürd gencini evlerinden dağa kaldıran İmralı baronunun hedefi küçüle küçüle sadece zindandan kurtulmaya kilitlendi. Dağlarda can veren ve cezaevlerinde acı çeken binlerin varlığı veya yokluğu hiç de umurunda değil. Aslında onların varlığı, savaşlar ve akan kanlar kendisini kıymete bindirdiği ve tek adam olma hedefine doğru yol aldırdığı için nispeten önem taşımaktadır.
Mekke aristokrasisi onca gücüne ve ihtişamına rağmen aziz peygamberin özgürlük çağrıları önünde sarsılıp yerle bir edilip küçük bir miras bırakmaktan yoksun kaldığı gibi, savaşla ve kanla beslenen Ortaçağ zihniyetli aristokratların da sonu farklı olmayacak. Hiçbir kanun, ilke ve silahlı güç, halka acı çektiren ve halkın özgürlüğe yürüyüşünü engelleyen zihniyetleri kurtaramayacak. Tarihin bütün dönemlerinde hak ortaya çıkınca batıl yok olduğu gibi, bugün de hakkın ortaya çıkışıyla batıl çılını çırpını toplayıp tarih sayfalarının içerisinde hak ettiği yere dönecek. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın…
Selam ve dua ile…
İbrahim FIRAT |