BİSMİRABBİŞŞÜHEDA
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selamın en güzeli Hz. Muhammed’e, O’nun pak ehli beytine, ashabına ve onun yolunda kanlarını dökmüş bütün şehidlerin ve Mü’minlerin üzerine olsun.
Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; Allah yolunda savaşmak ve öldürülmek, sonra savaşmak ve yine öldürülmek, sonra savaşmak ve yine öldürülmek isterdim.
Evet böyle diyordu gözlerimizin nuru (sav). O’nun aşıkları, her devir ve her zamanda bunun canlı örneği olmuşlardır. Her ortam ve şartlarda katre katre, yudum yudum içmişlerdir bu şerbeti. Onlar iftiharla haykırmışlardır şehadetin hayatın mutlak sonu olmadığını, bilakis gerçek yaşamın başlangıcı olduğunu ve onlar korkusuzca bu uğurda savaşmışlardır. Her yerde söylemişlerdir hiçbir davanın şehidsiz olamayacağını ve onlar bu yolda eylemlerin en güzelini yapmışlardır, her şeyden daha aziz ve tatlı canlarını Allah yolunda feda etmişlerdir. Çünkü onlar biliyorlardı bu yolda can feda eden insanları, Allah’ın iyi kullarının arasına katacağını, manevi derecelerinin en yükseklere çıkaracağını, cennet bahçelerinde yaşatacak ve huzurunda akla hayale gelmeyecek nimetlere erdireceğini. Onlar biliyorlardı tarihin sayfalarına gömülü kalmayacaklarını, çünkü onlar bütün bir insanlık için Allah yolunda giriştikleri mücadele ve şehadetleriyle destanlar yazdılar. Onlar topluma can ve kan vermek ve ışık tutmak için feda etmişlerdir kendilerini. Onlar biliyorlardı ki kanları boşa akmayacak ve kan asla heder olmayacak, yere dökülüp asla yokluğa karışmayacak. O kanın her damlası yüzlerce katreciklere bölünüp insanlara kan ve can olup kendi toplumlarını sulayıp canlanmasına sebebiyet verecek…Evet küfür nerede ve nasıl olursa olsun, onların şehadetiyle seslerinin kısılacağını, davalarının gevşeyeceğini sanıyordu. Ama her zaman yanıldılar. Şehidin kanının bereketi mücadelesinden daha çok söz ettiriyor ve Müslümanları daha çok bir araya getiriyor. Tıpkı o yüce insanlardan birinin dediği gibi : “Zulüm kısman istediği sesi nara yapar ve bazı ölüler daha yüksek sesle konuşur” (Malkolm X)
Evet onlar bu ölümü, ölümün en güzeli, en şereflisi olarak seçmişlerdi. Onlar şehadete giderken bile geride kalanları düşünüyor, onlara ve bütün asırlara meşale olacak sözler haykırıyorlardı. İşte sadece onlardan bir tanesi : “Bu yolda ölümle karşılaşmak şereftir bizim için. Zillete boyun eğmektense izzet ile ölürüz. Müslüman; kula kul olmayacağını bilendir. Müslüman kolay değil zora, sefaya değil cefaya, refaha değil çileye, savaşa değil barışa, kötülüğe değil iyiliğe, cehenneme değil cennete talip olandır.” (Şehid Şeyhmuz Durgun)
Evet işte bundan 15 yıl önce, 23 Şubat 1993’te bir aziz daha akıttı kanını bu yola.
Şehid Süleyman Akyüz
1950 yılında Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Sümer köyünde dünyaya geldi. 1980 yılında ailesiyle Mersin’e yerleşti. Burada ticaretle uğraşmaya başladı. Yaratılış itibariyle çok temiz karakterli, dürüst, cömert ve çalışkan bir insandı. İslam’ı seven, namazına düşkün, eline geçen dini kitapları okumaktan zevk duyardı. Şehit Süleyman, güzel ahlakıyla akrabaları tarafından çok sevilen ve sayılan bir kişiliğe sahipti. O olmadan yahut ona danışmadan hiçbir iş yapmazlardı akrabaları. Bütün Müslümanlarda olduğu gibi Şehit Süleyman’da da Hac (Kabe) aşkı vardı. Maddi durumu iyi olmadığından bu yolculuğa çıkamıyordu. Nihayet 1991 yılında Suudi Arabistan’a işçi olarak gitti. O; “Benim gözüm oradaki parada değil, ben Kabeyi ve Peygamber (sav)’in kabrini ziyaret edip, Hac yapmak istiyorum” diyordu. İlahi tecelliye bakın ki Hac zamanına 20 gün gibi kısa bir zaman kala orada rahatsızlanıp bir ameliyat geçiriyor ve acil olarak Türkiye’ye getiriliyor. Evet çoğu zaman insan arzusuna ulaşmaya bir adım kaldığını düşünür, ama bir bakar ki arada dağlar kadar mesafe vardır. Şehidin o bayram nasıl ağlayıp kendinden geçtiğini ve telbiye getirdiğini görenlerin unutmasına imkan yoktur. Onun Arabistan’dan dönmesi, hayatında yeni bir sayfa açıyordu. Eşinin tesettüre büründüğünü, kendi ağabeiyle birlikte cemaatle tanıştıklarını gören şehid, bundan mutluluk duyar. Cemaat fertleri Müslümanlar, hastalığı sebebiyle onu ziyaret ettikleri zaman güzel davranışların görüp cemaate bağlılığı artıyordu. Hasta yatağında bol bol kitap okuyordu ve Müslümanların sohbetlerini dinleyip kendini geliştiriyordu. Öte yandan nifak kazanı yine olanca gücüyle kaynıyordu. Sevip saydıkları ve kendilerine baş kabul ettikleri bir insanın cemaate katılması onları kudurtuyordu. Kendi değimleriyle; onları bırakıp düşmanların safına katılmıştı. Şehidin yanına gidip gelişleri arttı, süslü ve sinsi sözlerle onu cemaatten soğutmaya çalıştılar, ama şehid onlara davanın güzelliğini anlatmaya çalışıyordu. Fakat ne fayda. Beyinleri aptalca felsefelerle yıkanmış bu insanlar dinlemekten bile kaçınıyorlardı. Hastalığı sebebiyle başka bir iş yapamayan şehid bir bakkaliye dükkanı satın alıp işletmeye başladı. Bu sırada mülhitler kepenk kapatma eylemi başlattılar. Onlar şehidten de dükkanını kapatmasını istediler. Fakat şehid onlara böyle bir şey yapmanın halka zulüm olduğunu ve kendisinin böyle bir zulme ortak olmayacağını söylüyordu. Artık süslü sözlerin yerini tehditler almıştı. Evet onlar doydukları çanaklarına tükürecek kadar aptal ve nankör idiler, şimdiye kadar ekmeğini yedikleri, ondan her türlü iyilik gördükleri bir insanı ölümle tehdit ediyorlardı. Onlar; can tatlıdır kaidesiyle hareket ediyor ve şehidin tehditlerinden korkacağını sanıyorlardı. Fakat hesaba katmadıkları bir şey vardı, o da şehidin Rabbına olan aşkıydı. Şehid, okuduğu kitaplardan ve şehidlerin hayatından etkilenmiş, o ölümü başa bir taç bilip bunu arzulamaya başlamıştı. Bir gün dışarıdan eve dönen şehid oğlunun, şehidlerin fotoğraflarını kendi fotoğrafının etrafına dizdiğini görmüş. Bundan çok etkilenmiş ve oğluna : “Oğlum sen beni şehitlerin arasına katmışsın, dua et Allah (cc) da katsın” Evet çok geçmemişti ki tehditler fiiliyata geçti. Bir akşam; şehit, eşi ve küçük oğlu dükkanının içinde iken dükkan bombalandı. Çoğu insanların bazen canları pahasına korudukları ve peşinden gittikleri dünyalık, şehidi hiç etkilemiyordu. Dükkanı yanarken o eşi ve çocuğu ile kapıda tekbir sesleriyle hakkı haykırıyorlardı. Bu olaydan sonra mülhitler şehidin korkup onlara boyun eğmesini beklerken, aksine şehidin Rabbına olan sevdası artıyordu. Ona zarar gelmesini istemeyen Müslümanlar, eğer istersen dükkanını kapatabileceğini söylediler. Fakat buna şehidin cevabı şu oldu : “Biz bu yola canımızı vermeye hazırlanmışız, birkaç dünyalık metaın gitmesi gözümüze gelmez, bu dükkan benim cihadımdır, burada kanımı dökmeye razıyım, fakat onlara asla boyun eğmem.” Artık şehadete adım adım yaklaşıyordu, bunu şehit ve ailesi de anlıyorlardı. Şehit dışarıya çıktığı vakit eşi ondan dikkatli olmasını istiyordu, fakat o hanımına : “Allah’ın dilediğinden fazlası olmaz, onların söyledikleriyse bizim arzumuzdur, o halde neden korkuyorsun?” derdi.
Şehidin Şehadet Rüyası
Şehidin yakın akrabaları da onun gidişatından dolayı korku ve endişe taşımaktan olsa gerek, halinden rahatsızlık duyuyorlardı. Şehid; kendisinin yanlış yolda olduğunu söyleyen kayınvalidesine hitaben : “Teyze, vallahi bu işkenceler, bu şehadetler bizim hak yolda olduğumuzun bir ispatıdır. Ben dün gece rüyamda gördüm ki bembeyaz örtülü bir kanepe üzerinde uzanıyordum, içimde sebebini bilmediğim bir korku vardı, birden kapı açıldı, içeriye bembeyaz kanatlı iki tane melek girdi, yanıma gelip kanatlarıyla başımı sıvazlayıp “sakın korkma” dediler ve ondan sonra o korku benim yüreğimden çıkıp gitti. Ben bunun boş bir rüya olmadığını hissediyorum.”
Şehadet Günü
Bu konuşmanın üzerinden sadece üç gün geçmişti. Vuslatına varacağı an gelmişti. Şehid, sabah namazına uyandığı vakit, hiç ihtiyacı olmadığı halde gusül abdesti alır, sabah namazını kılar ve hiç olmadığı kadar aceleyle evden çıkar. Vakit, vakitlerin sultanı seher vakti. Üstündeki bütün dünyalık kirden arınmış, tertemiz bedeniyle Rabbına doğru koşuyordu. Evet aşık, maşukuna doğru yol alıyordu. Geldim Allahım geldim, diyerekten koşuyordu. Hac’da getiremediği telbiyeyi burada getiriyordu. Gökleri yırtan kurşun sesleri onu arzusuna kavuşturuyordu. Damarlarındaki kan oluk oluk akarken, o tevhidi ve tekbiri haykırıyordu. Şehidin baş ucuna varan eşi, şehidin başını dizleri üzerine alınca, şehid gözlerini açtı, bir eşine bir kızına bakıp gülümseyerek gözlerini yumdu. Evet gülümsüyordu, sanki ben arzuladığıma kavuştum, benim için üzülmeyin der gibi…Yada Muhammed’in Rabbine andolsun kazandım der gibi. Kim bilir belki de ruhunu Allah katına götüren meleklere gülüyordu. Evet o gülümsüyordu, fakat onun baş ucuna gelenler sessiz sessiz ağlıyorlardı. Evet biz ağlıyorduk, ama senin şehadetine değil, seni bir daha görmeyeceğimize, şefkatli kollarına atılamayacağımıza, senin özlemini yaşadığımız sürece içimizde bir hasret yarası olacağı için ağlıyorduk. Şehitler kanlarını toprağa akıttıkları anda meyvelerini toplamaya başlıyorlar. Daha şehidin kutlu cenazesi yerde iken Müslümanları çok seven fakat dünyalık korkusundan olsa gerek, cemaate katılmayan bir Müslüman sokağın başından geçerken, Müslümanların toplandığını görüyor. Onlara katılıp katılmamak arasında tereddüt ederken kendi kendine; o Müslüman canını vermiş yerde yatıyor, ben ise burada dünyalık korkusu yaşıyorum diyerek Müslümanların arasına katılmış ve o insan yıllar sonra şehadet mertebesine ulaşacak kadar Allah katında makbul bir kul olmuştur.
Şehidi bizzat yıkayan kardeşinin anlattığına göre; şehidi yıkamak için musalla taşına yatırdıkları zaman sağ elinin parmakları kapalı, sadece şehadet parmağını kaldırdığını görürler. Elini açıp yıkıyorlar, bıraktıkları vakit ise eski halini alıyor, bunu üç sefer tekrarladıktan sonra şehit sağ gözünü açıp onlara gülümsüyor, onlar da elini olduğu gibi bırakıyorlar.
Kızının anlattığına göre; o gece ağlamaktan sabaha kadar yatamayan kızı sabah namazından sonra uykuya dalıyor ve rüyasında babasını görüyor. Babası ona hitaben : “Kızım sen benim için çok ağlıyorsun, eğer babanın nasıl güzel bir yere gittiğini bilsen hiç ağlamazsın, gel sana orayı göstereyim. Daha sonra elinden tutup beraber evin damına çıkıyorlar, şehid oradan bir kapı açıyor, bu kapı rengarenk ve çeşit çeşit güllerin olduğu bir gül bahçesine açılıyordu, bak işte benim yerim burası, artık benim için ağlama, ben şimdi yerime gidiyorum, sen de evine dön” diyordu.
Şehidin cenazesi arkadaşlarının elleri üstünde tekbir ve tehlillerle toprağa teslim edildi. Evet biz o gün seni toprağın bağrına vermeden önce, senin de duyacağın şekilde yemin ettik ki; sizin kanınıza ihanet etmeyip her ne şekil ve şartlarda olursu olsun sizin yolunuzu sürdüreceğiz ve bu gün Allah’a hamd olsun ki verdiğimiz yeminin üzerindeyiz. İnşallah Allah teala, ölünceye kadar ayaklarımızı bu yol üzerinde sabit kılar. Bu gün size sesleniyoruz ki sizin destanlarınızı nesilden nesile aktaracağız ve sizin mücadelenizi, yolumuzu aydınlatan bir meşale bilip ışığında yürüyeceğiz.
Selam olsun tüm şehitlere ve yollarını sürdüren azizlere.
Rabbimiz ! indirdiğine iman ettik ve peygambere uyduk. Şimdi bizi şehitlerden yaz. (Al-i İmran 53)…….
HİCRAN SILA |