Çin zulmü altında ezilen, can çekişen mazlum Uygurlar! Yaşadıklarınızı ben bilirim. Acılarınızı, sıkıntılarınızı, yüreğinizin korunu ben bilirim. Her sabah uykularınızdan uyanınca sıkıntısız ve zulme uğramamış bir gün geçirmek için yaptığınız duaları… Büyük belalara ve musibetlere duçar olmasın diye çocuklarınıza yaptığınız düzinelerce nasihati… Evlerinizden çıkınca işyerlerine kadar sizi takip edenin olup olmadığını, konuşmalarınızı, davranışlarınızı, bakışlarınızı ve nefes alış verişinizi bile büyük ihtiyatla bin bir çile çekerek ördüğünüzü ben bilirim… Akşam evinize döndüğünüzde kapınıza ulaşıncaya kadar sıkıntı ve heyecanı yüreğinizin en derin yerinde hissettiğinizi, yüzünüze kapı açıldığında eşinize veya annenize ilk solukta sorduğunuz “Beni kimse sordu mu?” kelimeleri olduğunu ben bilirim. Kapınız her çaldığında “Yine mi onlar?” deyip yüreğinizin büyük gürültüyle çarptığını, gece yarılarında defalarca uyandığınızı, beklenmeyen acımasız zorba misafirlerin kapınızı her an çalabileceği korkusuyla uykularınızın en tatlı ve en derin yerinden nasıl da defalarca bölündüğünü ben bilirim… Eğer varlığından söz edilebilecekse insanlık ailesinin, aziz İslam ailesinin bir ferdiyim ben. Varlığım büyük bir suç sayılır bu çağda. Emperyalizmin ve sömürgecilerin ruhuna hükmedilen birer maşası, alnına uşaklık mührü vurulmuş birer kölesi olmam istenir. Hayatta bana biçilen en büyük değer budur. Toprağım, suyum, kısaca tüm vatanımın ruhuna kirli pençelerini geçirir, sonuna kadar sömürmeye çalışırlar. Hayâsız isteklerine kurban etmek için namlularını yüreğimin en hassas noktasına çevirirler. Onların zulmü Âdem (as)’in yeryüzüne inişiyle başladı. Onlar hep vurdular, öldürdüler, yok etmeye, bütün varlığımızı dünya yüzeyinden silmeye çalıştılar. Katran çukurlarında yaktılar, çoluk çocuk hepimizi. Dağların tepelerinden boşluklara fırlattılar. Kelle avcılığına çıktılar topraklarımızda. Kimi zaman gövdelerimizi onlarca parçaya ayırdılar. Kellelerimizi gövdelerimizden ayırıp kafataslarımızdan dağlar kurdular. Kafalarımızdan hınçlarını alamayınca derilerini soymaya kalkıştılar. Yine de doymadılar zulümden, kanlarımızı içmekten… Bu güne kadar hep vurdular, parçaladılar, öldürdüler… Daha dün çirkef medeniyetlerinin en orta yerinde yani Bosna’da binlercemizi canlı canlı toprağa gömmediler mi? Bugün dünyanın dört bir yanında her gün yüzlercemizi vahşi emellerine kurban etmiyorlar mı? Sincan’da, Swat’ta ve Gazze’de bugün yaptıklarını dün Halepçe’de, Dersim’de, Srebrenitsa’da, Grozni’de, Hama’da, Mogadişu’da, Mezarışerif’te, El-Halil’de, Sabra’da ve Şatilla’da yüz binlerimizin gövdelerini çoluk çocuğumuzla birlikte paramparça etmediler mi? Onlar canlarımızı, yüreklerimizi acıtır, gövdelerimizi parçalarlar. Kafataslarımızdan dağlar ve tepeler kurarlar. Kanlarımız kabarır, nehirlere dönüşür. Onlar öldürdükçe bereketli fidanlar gibi yeniden diriliriz. Onların işkence cehennemlerini içimizden akan rahmet gülistanında birer birer idam ederiz. Onlar bedenlerimizden birini öldürünce kendileri binlerce kez ölümleri tadar. Onlar vurdukça tükenmeye başlarlar. Binlerce yıldır bu işi yaptıkları halde yine de kendileri tükenmekte. Bizler öldükçe baharın en güzel çeşmelerinden sulanan en güzel fidanlar gibi yeniden diriliriz. Onlar sadece bedenlerimize işkence edebilir, vücutlarımızı parçalayabilirler. Oysa ruhlarımız gökyüzünde halkalanan nur şuleleri gibi zalimlerin dünyalarını çepeçevre kuşatmaktadır. Günbegün kabararak büyüyen ruhlarımız ve hayat kaynağı yüreklerimiz yeryüzünü zalimler için birer azap çukuruna çevirmiştir. Döktükleri kanlarımızda yükselen bereketli kan çiçekleri onların geleceğini büyük bir cehenneme döndürecektir. Onlar kinlerini kusup öldürdükçe daha çok küçülmekte, vahşi ve yırtıcı hayvan sürülerine dönüşmektedirler. Yırtıcı hayvanlar gibi saldırıp öldürdükçe bizi değil, kendilerini ve geleceklerini yok etmektedirler. Onlar öldürdükçe kanla sulanmış mümbit topraklarımız zalimleri ve zorbaları içerisinde boğacak cehenneme dönüşürken, mazlumların ruhları ise nur şuleleri gibi arşa doğru halkalanarak cennet bahçelerinin gülistanında ebedi mutluluğa kavuşmaktadır. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir! (Şuara, 227) İbrahim FIRAT |