Şia’nın 11. İmamı İmâm Hasan’ül Askerî, Hicret’in 232. yılında Rebîülahir ayının 8. gününde Medine-i Münevvere’de dünyaya geldi. Babaları 10. imam Aliyy’ün Nakî’il Hâdi, anneleri Hadis’tir. İmâm Hasan’ül Askerî, babaları Hz. İmâm Aliyy’ün Nakî Hak’ka kavuştuğunda 23 yaşlarında idi. Künyeleri; “Ebû Muhammed”, lâkapları; “Hâdi, Rafıyk, Zekiyy, Takıyy, Hâlis” ve “Askerî”dir. Babalarıyla Samerra’da, Asker mahallesinde oturdukları için ikisine de “Askeriyyen” denmiştir. İmâm Hasan’ül Askerî; ehlibeyt evlâdı içinde apayrı özellikler taşıyan bir kişiliğe sahipti. Ağırbaşlılığı, bilgisi ve olgunluğuyla genç yaşında herkesin saygısını kazanmıştı. Babasının dizi dibinde İslami ilimleri tahsil etmiş, henüz gençlik yıllarında çok sayıda talebeye İslami ilimler alanında ders vermiştir. Fazla bir ömür sürmemesine rağmen, kısa ömrüne çok şey sığdırmış, çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, bugüne kadar ulaşan değerli eserler bırakmıştır. İlmi faaliyetlerinin önemli bölümü Medine’deki yıllara denk gelmektedir. Babasının şehadetinden sonra 23 yaşlarında Şiiler tarafından imam olarak seçildi. İmam olduktan sonra zamanın Abbasi halifelerinin baskısıyla karşılaştı. İmamlığının başlamasıyla zamanının büyük bölümünü zindanda geçirdi. Serbest bırakılınca Müslümanların akın akın yanına uğramasının doğuracağı tehlikeler düşünülerek yeniden tutuklanıp cezaevine konuluyordu. Hicretin 260. Yılında zindanda bulunduğu sırada hastalandı. Hastalık bedenini oldukça zayıflatmıştı. Durumunun kritik olması üzerine Abbasi hükümdarı zindandan serbest bırakılmasını istedi. Evine gittikten birkaç gün sonra 8 Rebiülevvel 260’ta hayata gözlerini yumdu. Bazı kaynaklar, İmam Hasan Askeri’nin zindanda zehirlendiğini, hastalığın tesiriyle de evinde şehit düştüğünü anlatırlar. İmameti yaklaşık 6 yıl sürmüştür. İmam Hasan Askeri’nin bıraktığı eserler şunlardır. 1. Tefsir, 2. Kısa sözler, 3. Mektuplar, 4. Helâl ve harama ait risâleler. İlim ve irfan deryası olan İmam Hasan Askeri’ye ait zikredeceğimiz bazı sözler onun büyüklüğü hakkında gerekli ipucunu verecektir: “Bütün dünya ve dünyada ne varsa hepsi bir lokma olsa, bende o bir lokmayı alsam da; bilen, îman ve irfân sahibi olan birisine versem, yine de onun hakkını ödeyememekten korkarım. Ama bilgisiz, kötü bir kişiye, bir yudumcağız su versem aşırı gittiğimden, israf ettiğimden korkarım.” İmâm Hasan’ül Askerî, Müslümanlara şu öğütlerde bulunmaktadır: “Allah yolunda takvâya riâyet etmenizi, mücâhedede bulunmanızı, iyilikte bulunandan, yâhut günah işleyenden, kimden olursa olsun size emanet edilen şeylere riâyette bulunmanızı, emanete hıyânette bulunmamanızı tavsiye ederim. Komşularınızla iyi geçinmenizi, Allah’a ibâdetteyken secdede uzun müddet kalmanızı, kulluğu bırakmamanızı dilerim; çünkü Resûlullah’ın risâleti bu esaslara dayanmaktadır. Halkla iyi geçinin, onları dolaşın, hastalarının hatırlarını sorun. İçinizden biri; takvâ sahibi olur, doğru söyler, gerçek muamelede bulunur, İslâm’ın edeplerine riâyet eder, dîni vazifelerini yerine getirirse; halk, bu kişi “Ehl-i Beyt’in” yolunda der; buysa bizi sevindirir; bizim övüncümüz olun, buna gayret edin; başımızı yere eğdirecek hareketlerden çekinin; bize halkın sevgisini celb edin; bizden onların kötü zanlarını, bize lâyık olmayan düşüncelerini giderin. İmam Hasan Askeri (ra) Müslümanların vahdetiyle ilgili şunları buyurur: “Müslümanları bir ailenin fertleri bilmen vazifendir; yaşlıları baba mesabesindedir, küçükleri evlât, yaşıt olanlarıysa kardeş. Bunu böyle kabul edersen, nasıl olur da onların birine zulmedebilirsin? Bu böyle kabul edilince kim bir başkasının aleyhinde bir adım atabilir? Yahut onun aleyhinde bulunur yahut da zararına çalışabilir? Şeytan, öbür îman kardeşlerinden daha yüce, daha üstün olduğuna dair gönlüne bir şüphe salarsa, ondan üstün olduğunu sandığın kişi senden yaşlıysa, o elbette benden daha fazla hayırlı işlerde bulunmuştur, benden fazla iyilik etmiştir de; yok eğer senden küçükse, ben de ondan daha çok suç işlemişimdir, ondan daha fazla isyân etmişimdir; o hâlde, o benden çok daha iyi. O kişi, seninle yaşıtsa, ben işlediğim suçları biliyorum; ama onun suçlu olup olmadığına şüphem var; nasıl olur da şüpheyi yakinden üstün tutarım de. Şunu bil ki insanların en iyisi; iyiliği, hayrı insanlarca bilinen; fakat kendisi halkın ayıplarını, gizli şeylerini yaymayan kişidir.” İbrahim Fırat |