Muasır medeniyetler seviyesine ulaştığı düşünülen devletlerin, bunu demokrasi ile elde ettikleri ve demokrasinin vazgeçilmez yönetim biçimi olduğu iddia edilir. Kabaca insanların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmelerine ve kendi kendilerini yönetmelerine demokrasi denilmektedir. Dünyada sözde Amerikan demokrasisi, Avrupa demokrasisi ve özelliklede İngiliz demokrasisi meşhurdur. Bu devletler demokratik yönetime sahip gözükür, içeride düzenli seçimler yapılır ve halk yönetime ortak edilir. Hatta bazı Avrupa ülkelerinde bu iş daha ileri boyutlara götürülmekte ve bir sokak isminin dahi değiştirilmesi için referandum yapılabilmektedir. Demokratik yönetimi savunan devletlerin yönetim biçimleri halkları cezp etmekte ve özellikle Avrupa demokrasisine ulaşılması birçok halk için bir medeniyet seviyesi olarak görülmektedir. Acaba gerçekte durum böylemidir? Savundukları ve birçok ülkeden istedikleri demokrasiye kendileri ne kadar inanmakta ve demokratik kurallara ne kadar bağlı kalmaktadırlar? Gerçek anlamda uygulandığında ve kurallarına bağlı kalındığında, elbette demokrasinin iyi yönlerinden bahsedilebilir. İnsanların yönetime ortak olmaları, özgür birey olarak yaşamaları ve kendileri hakkında alınacak kararlarda söz sahibi olmaları olumlu uygulamalardır. ABD ve Avrupa ülkeleri bunu kendi halkları için bir yere kadar meşru görmekte ve uygulamaktadırlar. Kendi ülkeleri ve içeri söz konusu olunca, demokrasiden ve nimetlerinden istifade etmekte sakınca görmemektedirler. Hatta oluşmuş belli bir yaşam standardını da emsal göstererek demokrasiyi cazip hale getirmekte, hâkim olmak istedikleri ülkeler için özellikle de Müslüman memleketleri için kendi demokrasilerini dayatmaktadırlar. Ülke ve toplumlara nüfuz etmenin ve halkları etkileyebilmenin en kolay yolu, toplumsal beklenti ve ihtiyaçları, kısacası toplumu cezp edecek meseleleri insani boyutuyla ön plana çıkarmaktır. Birçok İslam memleketinde bu yola başvurulmuş, toplumlar cezp edilerek belli bir noktaya getirilmiş ve insanlar kendi kaderimizi kendimiz tayin ediyoruz diye oyalanmış ama gerçekte demokrasi adı altında emperyalist ülkelerin, özellikle de ABD’nin kuklası bir diktatör başa getirilmiştir. Emperyalistlerce üçüncü dünya ülkeleri diye tabir edilen bu ülkelerde zahiren seçimler yapılmakta, bazı haklardan bahsedilmekte ama gerçekte halkın yönetimde söz sahibi olması veya kendi kaderini tayin etmesi mümkün olmamaktadır. Emperyalist ABD’nin birçok İslam beldesine dayattığı ve son yıllarda zorbalıkla fiiliyata geçirdiği sözde demokratikleşme ve halklara demokrasi getirme yalanı halka kan, çile ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. ABD önce Afganistan’ı demokratikleştirme ve medeniyet getirme iddiasıyla on binlerce insanı öldürdü ve tüm haklarını gasp etti. Çağdışı ve terörist olarak ilan ettiği Taliban yönetimini uzaklaştıran ABD, kendisine kukla olacak bir yönetimi iş başına getirerek kendi iddiasıyla kadınları burka’dan yani tesettürlerinden kurtarmak(!) demokrasi adına büyük bir zaferdi. Afganistan’ı kan ve zulüm ile demokratikleştiren(!) ABD, Saddam Hüseyin’in diktatörlüğünü bahane ederek Irak’ın demokratikleşmesi gerektiğini ve Saddam’ın yönetimden uzaklaştırılmasını dile getirmeye başladı. Görünüşte geçerli ve doğru iddiaları vardı. Saddam Hüseyin yıllarca Irak halkına kan kusturmuş ve muhaliflere çok büyük zulümlerde bulunmuştu. Ama inandırıcı olmayan, ABD’nin daha önce besleyip sağa sola saldırttığı Saddam Hüseyin’i bahane etmesi ve Irak için var olan demokrasi aşkıydı. ABD çok demokratik bir ülke görüntüsü verdiği için durup durduğu yerde Irak’a saldırması inandırıcılığını yitirirdi. Saldırı için nükleer silah yalanı ortaya atarak birleşmiş milletlerin olumsuz kararına rağmen kendi kuklalarını da yanına alan ABD, Irak’ı işgal etti. Getirildiği iddia edilen demokrasinin sonucu; onbinlerin öldürülmesi, kadınların iffetine dokunulması, yüz binlerce insanın işkenceye maruz kalması, yine yüz binlerin ülkesini terk etmek zorunda kalması ve ülke kaynaklarının emperyalist ABD tarafından talan edilmesi oldu. ABD’nin demokrasi yalanı, Afganistan ve Irak halklarını çok daha ağır şartlara maruz bırakmış ve her iki ülkenin halkı çok büyük acılar yaşamaktadır. Öyle ki bir dönem İslam beldelerini yakıp yıkan Moğollar dahi bu seviyede zulüm yapamamışlardı. ABD ve Bush bu zulümlerle yetinmemekte, İran ve Suriye başta olmak üzere birçok İslam ülkesine demokrasi getireceği iddiasıyla işgal emelleri gütmektedir. ABD’nin bu ülkelere şimdi saldıramamasının tek nedeni Irak ve Afganistan’da bataklığa saplanması ve askeri olarak başarısız olmasındandır. Eğer işler planladıkları gibi gitseydi, söz konusu ülkeler de aynı oyunlarla işgal edilmeye çalışılırdı. Garip olan ise çağdaş Moğollar, hatta Moğolları dahi aratacak durumdaki emperyalistlerin zulümleri tarihte eşine az rastlanır bir seviyeye ulaşsa da nedense adına savaş denmemekte, yönetimleri demokratikleştirme ve halklara demokrasi getirmek olarak lanse edilmektedir. Allah’a emanet olunuz ABDULLAH HOCAOĞLU |