İsrail siyonist çetesinin bugüne kadar şehid ettiği çocuklar gözümün önüne gelince hep kendime sormuşumdur. Acaba bu zalimlerde hiç mi duygu yok, niçin ellerini bu mazlumların kanlarına batırmaktan sakınmazlar? Bu aşırı güç kullanma hırsının tek sebebi bizlerin gözünü korkutup, bizleri yılgınlığa düşürmek midir? Evet psikolojik savaşta bu şüphesiz önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin Kemalist Rejim, kuruluşundan sonra özellikle Şeyh Said’in şehadetinden sonraki dönemlerde Kürdistan’daki Müslüman Kürt halkına öyle zülüm ve işkenceler yaptı ki, tanık olan bir büyüğümüzün deyimiyle artık köye bir tek jandarma geldiği zaman kaçacak yer arıyorduk. Bununla birlikte Haçlı seferlerinde Müslüman yerleşim yerlerinde öyle katliamlar yaşanmış ki ne kimsenin demeye dili varır, ne de okumaya yürek dayanır cinsten. Yani düşmanını öyle bir yıkımla yıkıma uğratacaksın ki senin ismin zikredildiği zaman o dehşet saçtığın hal ve ortam akıllarda zuhur etsin ve düşmanlarının kolu ve kanadı kırılsın gibisinden. Aynı bu türden şu an siyonist çetenin uygulamış olduğu taktikle birebir örtüşmektedir. Bu minvalde yapmış oldukları vahşetlerine SABRA ve ŞATİLLA kampları başta olmak üzere bir çok yer ve zamanda şahit olmuş bulunmaktayız… Siyer-i Nebiyi(sav) bu gözle inceleme altına aldığımız zaman garip birkaç hadiseyle karşılaşmaktayız. Şöyle ki; yıl takriben Miladi 574-575 yer, Ben-i Sâd yurdu, Allah Resulu (sav) henüz 3-4 yaşlarında süt annesi Halime Hatunun yanında… O dönemde Ben-i Sâd yurduna Yahudi bir topluluk uğrar. Halime Hatun; yurtlarına uğrayan bu Yahudi Cemaatine : “Siz, bu oğlum hakkında bana bir şey söylemeyecek misiniz?” deyip, Hz. Âmine’nin kendisine anlattığı gibi “Ben ona hamile iken şöyle şöyle, onu doğurduğumda şöyle, rüyada da şöyle gördüm;” diyerek görülenleri anlatınca, Yahudiler birbirlerine, “Onu öldürünüz” dediler. Halime Hatuna da “O, yetim midir?” diye sordular. Halime Hatun: “Hayır! Şu, onun babasıdır. Bende annesiyim” dedi. Yahudiler : “Eğer yetim olsaydı, onu muhakkak öldürürdük” dediler. Halime Hatun, Peygamberimizi (sav) hemen oradan götürüp kendi kendine “ Az kalsın emanetimi harap edecektim” dedi. (Kaynak Asım Köksal İslam Tarihi) Demek oluyor ki, bu zihniyet binlerce yıldan beridir küçük-büyük demeden Muhammedileri öldürmekten, onlara suikastler düzenlemekten çekinmemişlerdir. Fakat Siyer-i Nebi’de garip bir hadiseyle daha karşılaşmaktayız. Tam bu olaydan takriben 2-3 yıl sonra yani Miladi 576-577, Allah Resulü bu kez o zamanki ismiyle Yesrib (Medine) de babası Abdullah’ın kabrini ziyaret için Anneleri Hz. Âmine ve Dadısı Ümmü Eymen ile birlikte Yesrib’e (Medine) giderler. Bir aya yakın Yesrib’de kalan Resulullah (sav) Yesribli Yahudilerin dikkatini çeker . Bunu Allah Resulunün (sav) diliyle nakledelim. “Yahudilerden birtakım kimseler, yanıma gelirler, bana bakar dururlardı. Bir gün, Yahudilerden bir adam da, bana dikkatli dikkatli bakıp durduktan sonra, dönüp gitti. Yalnız bulunduğum bir günde, tekrar yanıma gelip; Ey çocuk! Senin ismin nedir? Diye sordu. Ahmed! Dedim. Sırtıma bakınca; bu, bu ümmetin Peygamberidir! Dedi. Peygamberimizin (sav) Dadısı Ümmü Eymen de bu husustaki hatırasını şöyle anlatır: “Bir gün, gündüzün ortalandığı sırada, Medine Yahudilerinden iki kişi gelip; “Ahmed’i yanımıza çıkar da, bir bakalım? Dediler. Kendisini onların yanına çıkardım. Uzun uzun süzdüler, evirdiler, çevirdiler. Hatta, onun edeb yerine bile baktılar! Onlardan birisi diğerine: “Bu, bu ümmetin Peygamberidir. Burası da onun hicret yurdudur. Bu şehirde de öldürme ve sürgün etme gibi birtakım büyük hadiseler vuku bulacaktır dedi.”(Asım Köksal İslam Tarihi) İran İslam Cumhuriyeti, Lübnan Hizbullahı, HAMAS ve bölgemiz Hizbullah’ı gibi İslami yapılanmalar, Allah Resulu Hz. Muhammed’in (sav) vahyin gözetiminde icra ettiği hareket metoduna başvurdukları için yeryüzünde gerçek adalet ve özgürlüğün tesisi ve himayesi konusunda önemli misyon yüklenmişlerdir ve artık öyle olarak da görülmeye başlanmışlar. Allah u Tela daima küçük Muhammedilerin kanlarında büyük intifadalar nasip etti ve edecektir. Çünkü bizler Mazlum ve Mustazaf onlar ise zalim ve tağutturlar… Akibetini bile açıklamaktan çekindikleri Şaron gibi insanlıktan nasipsizler, tıpkı ataları gibi bugünün küçük Muhammedlerini katletmekten gözlerini kırpmamışlardı, ama tarih onu ve onun gibilerini öyle nasipsiz kılmaktadır ki, kendisi siyonist çetenin başbakanı iken birden ortadan buharlaşıp gitti. Acaba ölmeden önce içindeki kin, nefret ve kötü duygular dış suretine yansıdı mı dersiniz? Acaba yansımış olduysa nasıl bir surete bürünmüştür dersiniz? Acaba insanlıktan zerre kadar nasiplenmiş birileri kendisine ağlamış mıdır dersiniz? Ben şahsen zannetmiyorum? Günün hadisi; Ebu Hureyre’den (ra) rivayetle, Allah Resulu (sav) şöyle buyurdular : “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü’min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.” (Tirmizi, iman 12- Nesai, İman 8) Selam ve dua ile…
İSLAM HANİFOĞLU |