Bir müddettir, İslam ümmeti arasında, bu İslam ümmetinin, özellikle de Sünni aleminin alim, sözü dinlenen ve dini bir otorite olarak bilinen birine dayandırılarak fitne tefrika ateşi yakılmak istenmektedir. Bilindiği üzere birkaç hafta önce Büyük Üstad Karadavi’ye dayandırılarak“…İranlıların Şiiliği yaymaya çalıştığı…” şeklinde bir açıklamasının olduğu medyaya yansımıştı. Şahsen ben, Üstad Karadavi gibi bir şahsiyetin bu türden açıklamaları yaparken ard niyet taşıyacağına inanmıyorum. Fakat gel gör ki, onun bu açıklamasına ard niyetli, ABD’ye ve Siyonizme hizmet etmekten başka işleri ve güçleri olmayan sözde Arap televizyonları özellikle de, Suudi’nin bütçesi ile yayın yapan el-Arabiye televizyonu balıklama bu demecin üzerine atılarak, İslam ümmeti arasında şii ve Sünni ihtilafını körükleyecek yayınlar yaparak, İslam düşmanlarının özellikle de ABD, İngiltere ve Siyonistlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Ayrıca, İranlı siyasi bilimcileri ve din alimlerine göre el-Arabiye televizyonunun şii ve Sünni ihtilaf ateşinin alevlenmesi için eylemler yapan bir terörist gurubundan farklarının olmadığını dile getirmektedirler. Kanaatime göre bu konuda son derece haklıdırlar. Bugün el-Arabiye’nin yaptığı bu yayınlar, her taraftan gelen haçlı seferlerine karşı bugün İslam ümmetinin en çok ihtiyaç duyduğu ‘birlik ve beraberlik çatısı’nın temeline büyük bir dinamik koymaktan başka bir şeye yaramamaktadır… Son zamanlarda büyük bir teessüfle müşahede etmekteyiz ki, Türkiye’de de bu meyanda çabalar vardır. İslam ümmetine sırtını dönerek, Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve sorunları hiçe sayarak Amerikancı İslam fikrine hizmet edenler vardır. Gerek Şii ve Sünni ihtilafı ve gerekse Müslümanların arasındaki diğer ihtilaflar, hiçbir Müslümanın, hiçbir Müslüman halk ve topluluğun yararına değildir, aksine zararınadır. İslam’ın, İslam ümmetinin ve Müslüman halkların zayıflamasına ve sürekli zalimler tarafından ezilmelerine zemin oluşturmaktadır. Bu zeminin oluşmasına katkıda bulunmak ise fitnedir. “Fitne katldan beterdir” ayetini unutmayalım. Bunun mesuliyeti hem dünyada hem de ahrette vardır… Üstad Bediüzzaman’ın; “Hariciden gelen saldırılara karşı, dahiliyedeki düşmanlıkları bir kenara bırakarak, hariciden gelen saldırılara karşı durmak gerektiği…” düsturunu da hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım. Allah hepimize akıl fikir ihsan etsin… Eğer, ‘Filistinli kardeşlerimizin kanlarını istisnasız her gün akıtan işgalci İsrail devletinin düşmanıyız, ABD’nin bölgedeki emperyalist emellerine karşıyız’ diye bir iddiamız var ise bütün enerjimizi ve imkanlarımızı, ellerindeki tüm imkanları Filistin direnişi için seferber eden İran’ın değil de, İslam düşmanlarının bölgedeki güçlerini kırmak için kullanmalıyız. Halbuki İran’da İmam Humeyni’nin önderliğinde yapılmış olan İran İslam Devrimi; küfrün başı ve zulmün kaynağı olarak bilinen ABD’nin, İngiltere’nin ve işgalci Siyonistlerin köklerinin bu topraklardan atılmasına, orta doğuda da hareket alanlarının kısıtlanmasına vesile olmuştur. Devrimden önce şahlık İran rejimi, ABD’nin ve siyonizmin ileri karakolları görevini görmekteydi. Arap halkları özellikle de liderleri şunu çok iyi hatırlamaktadırlar ki İsrail-Arap savaşında, İsrail’in tüm savaş uçakları bu ülkeye uğrayarak hem yakıt hem de silah ikmali yapmaktaydılar. Aynı şekilde, birleşmiş milletlerde ve diğer bütün uluslar arası işlerde, Şah rejimi daima Siyonistlerin yanında yer almaktaydı. Halbuki İran İslam Devriminin gerçekleşmesi ile birlikte, Siyonistlerin Tahran’daki büyük elçiliği Filistin kurtuluş cephesine devredilmiş, devrimden buyana 30 yıldır maddi ve manevi desteklerini esirgememiş ve bu desteklerini gün geçtikçe de daha da ileriye götürmek için çaba göstermektedir. Şu anda resmi olarak kendi bütçesinden Filistin için pay ayıran yegane İslam ülkesi İran’dır… bugün eğer Siyonist rejimin başbakanı “büyük İsrail projesi tamamen ortadan kalkmıştır…” diye bir demeç veriyorsa, şüphesiz ki bu, İran İslam Cumhuriyetinin Filistin direnişine vermiş olduğu maddi ve manevi destekten bağımsız değildir. Eğer İsrail’in “büyük İsrail projesi” gerçekleşmesi için yapılan plan ve saldırılara karşı, ‘sedde Zülkarneyn’ görevini gören Filistin direnişi ve Lübnanlı Hizbullahi Müslümanlar olmamış olsaydı, Arap liderleri bugün koltuklarında ve ülkelerinde rahat bir şekilde oturamayacaklardı. Büyük bir teessüf ile bugün görülmektedir ki, İran İslam Cumhuriyetinin bölgedeki nüfuzunun kırılması için Arap ülke liderlerinin çoğu; özelliklede Suudi, Ürdün ve Mısır liderleri büyük bir uğraş vermektedirler. Bu uğurda azılı İslam düşmanı olan ABD ve Siyonist rejim ile birlikte plan ve projeler üretmektedirler. Hatta İsrail’in ahtapot gibi İslam ümmetinin topraklarına uzanmaya çalışan kollarını kesen Lübnan Hizbullahını ortadan kaldırmak için bizzat Siyonistlerle işbirliği yapmakta, Allah’ın yardımı ile bu emellerini gerçekleştirmeyi başaramayınca, bu kez de İslam ümmeti arasındaki desteğini dağıtmak için alternatif örgütler kurma çabası içerisine girmişlerdir. İran İslam Devrimi gerçekleştikten sonra, İmam Humeyni’nin şu şiarı vardı. “La şiiye, la sünniye İslamiye İslamiye…” Sonuç olarak diyebiliriz ki, bugün şii ve Sünni ihtilafının gündeme gelmesi ne Suudi için ve nede bu meseleyi gündeme getiren hiçbir Müslüman için iftihar vesilesi edilecek bir mesele değildir. Olsa olsa utanılacak bir durumdur. İslam adına Müslümanların birlik ve beraberliklerini bozmak için uğraş vermek, bu dünyada en fazla utanılacak bir durum olsa gerek… Bugün İslam Ümmeti olarak kendileri ile gurur duyduğumuz İran İslam Devrimi, Hizbullah ve Hamas’ı ortadan kaldırmak ve İslam Ümmeti arasındaki sempatilerini yok etmek için ABD ve Siyonistler ile yapılan plan ve projeler üretip, İslam ümmeti arasında ihtilaf çıkarmak için gayretler içerisine girenler, kendi gerçek kara yüzlerini ümmete göstermekten başka bir şeyi beceremeyeceklerdir. “Her kim, şii ve Sünni meselesini gündeme getirirse, emperyalizme uşaklık yapmaktan başka bir şey yapmamaktadır…” ne kadar doğru söylemiştir İmam Humeyni (ra)… Selam ve Dua ile… H.Ahmet ÇELİK |