Yıllar vardır ki unutulmayan, peygamber İbrahim (a.s) nin hak davayı yürütmek adına, zulüm, işkence ve eziyetlere katlanmıştır. Ancak Allahın Hak davası olan tevhit inancı, yapılan baskı, zulümler ve eziyetlere karşı yılmaya, Hakkın davasını yürütmeye engel teşkil etmemiştir. Hz. İbrahim (a.s) hayatının büyük bir kısmını, Nemrud’un zulmüne maruz kalmış bir şekilde geçirmek zorunda kalmıştır. Bu zulüm, baskı ve eziyetler, İbrahim olan için davasını bırakıp, ardına bakmadan kaçmaya mahal vermemiştir. O peygamber bundan dolayıdır ki Allahın dostu lakabına layık ve müyesser olmuştur. Dava ehli olan insan, yani Allaha iman etmiş bir fert halife görevini üstlenmiş demektir. Halife olan bir insan da Hz. İbrahim ve diğer peygamberler gibi, Allahın davasına sımsıkı sarılıp Eyyüp’çe sabretmişlerdir. İbrahim (a.s) nasıl ki hak davasından taviz vermeyip, ’’Allah ne güzel vekildir.’’ deyip kendi davasında başarılar kazanıp, Nemrut gibi bir zalimin karşısında hakkı anlatıp, putlarını kırdıysa, Allaha iman etmiş bir insan da İbrahim olmak zorundadır.
Yaşadığımız yüz yılda, her ne kadar adları Nemrut diye geçen insanlar olmasa da, bir isim değişikliği yapıp Nemrut görevini yapan zalim, zorba insanlarla doludur. Bazen belki İbrahim (a.s) gibi ateşe atılan Allah’ın veli kulları olacaktır, bazen Yusuf (a.s) gibi zindan duvarları arasında halvet eden, Allah’ın sadık kulları olacaktır. Ancak yaşanılan sıkıntılar, girilen Medrese-i Yusuf ile inanan insanların, sahip oldukları inanç ve iman itikadından ayrı kalmalarına mani olmamışlardır. Çünkü Allah (c.c) bunu ta bindörtyüz yıl önce, yüce kitabı Kur’an-i Kerim’de ’’Sizden önce gelen ümmetin başına gelenler sizinde başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi zannettiniz.’’ Şeklinde O’na inanan kabile ve topluluklara büyük bir uyarıda bulunmuştur.
Bizden önce gelen ümmetlerin başına gelenlere baktığımız zaman; Onlardan kimisi, Bilal (r.a) gibi kızgın çöl kumlarında, kendi ağırlığından daha ağır taşlar bedenine koyularak işkenceye maruz kaldı, kimisi Ammar gibi acımasızca işkencelere maruz kalmışlardır. Bazen de Ashab-i Uhdud gibi topyekun hak davalarını haykırdıkları için, ateşlerde yanmaya mazhar olmuşlardır. Ancak davalarının verdiği Hakkaniyet inancı onların geri adım atmasını engellemiştir. Çünkü yine Allah ( c.c) ‘’Sabredenleri müjdele.’’ Ayeti celilesi ile baskı ve zulüm altında olan, kendisini Allah’a abd olma noktasında endeksleyen, muttaki insanlara ışık kaynağı olmuştur. Eman çağında yaşadığımız bu yüz yıl içerisinde Allaha iman etmiş bir insan, kendine Üstad Bediüzzeman Sadi Nursi’leri örnek alıp, verdiği mücadele de yılmadan, yıkılmadan, zindanlarda dahi olsa, Hakkın varlık ve birliğini duvarlara haykırmak zorundadır. Zaman ahir zamandır ve insanlar, İslam’a susamış, biçare bir şekilde arayışlar içindedirler. Nitekim Üstad Bediüzzeman Said-i Nursi ( r.a ) davet konusunu bir sözünde şöyle dile getirmiştir. ’’Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere ulaşıyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum, Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; Ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler’’ Evet önümüzde göklere ulaşmış, küfrün Nemrut misali yaktığı alevler yükseliyor. İçinde yanan bu aciz, biçare yanan imanları kurtarmak, Allahın davasına sımsıkı sarılmış insanların en büyük vazifeleridir. Şüphe yoktur ki, bu alevleri söndürmeye giden bir beden, bazen İbrahim (a.s) olup yangınlarda yanarken ’’Allah ne güzel vekildir.’’ Deyip yanan ateşleri, gülistana çevirecektir. Sabır ile tevekkül ile koşar adımlarla bu yangınları söndürmek Davetçinin en büyük vazifelerinden biridir. Velev ki zindanlar da dahi olsa Yusuf (a.s) gibi zindan duvarlarına haykırmak zorundadır, hak davasını, bazen Bediüzzeman olup, eserleri ile İslam’a susamış insanların yüreklerine su serpintisi serecektir.
Belki Hz. Hamza olup küfrün yüzüne haykırarak şahadet şerbetini içecektir. Ama sabır vardır, sabırla gelen’’Sabredenleri müjdele !!!’’ ayet-i kerimesi vardır. Ama sonuç itibari zehir acısında olan sabrın baldan daha tatlı tadlara mazhar olmak vardır
O üstad Bediüzzeman Said-i Nursi şöyle demektedir.
’’Ey benden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş sessizce nurun sözünü dinleyen ve gaybi bir nazarla bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Tahirler, Yusuflar, Ahmetler... sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız. ’’sadakte-doğru söylediniz’’ deyiniz, böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım varsın beni dinlemesinler, tarih denen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin için konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz, şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz; mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarımıza uğrayınız, o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız, kapıcıya tembih edeceğiz, bizi çağırınız, mezarımızdan ’’henien leküm-helal olsun’’ sesini işiteceksiniz…’’
İşte üstadın bu sözleri İslam dinini kendine şiar edinmiş bir insan için kulağına küpe olacak sözlerdir. Çünkü o sabır ile dava uğruna yapılan çalışmalar elbette ki İbrahim (a.s) nin ateşi güle çevirmesi gibi, Allah Resulü (s.a.v) nin asr-i saadet döneminin gelmesine inkılap olacaktır. Unutmayalım ki Sabır ve gayretle gidilen menzilde, her ne kadar taşlar bulunsa da, ayakları kanatacak dikenler olsa da sabrın verdiği güzellikler neticesinde, ulaşılacak Cennet-i alalar olacaktır. Rabbine ak bir alınla, Rozi mahşerde, dünyada zulüm püskürten zalimin zulmünün hesabını soracağı gün vardır.
Onun içindir ki davetçi, İbrahim (a.s) nin hayatını kendisine şiar edinip, küfrün yüzüne haykırarak kendi davasını haykırmalıdır, öyle ki zaferlerden zaferlere, İslam a susamış insanlara su verme ihtiyacını karşılasın, zaferler elde ederek, Bediüzzeman gibi asra hitap edecek, külliyetlerle insanlara ışık olsun ve belki şahadet şerbetini içip ak bir alınla Rabbinin katına çıksın.
Muhammed Yusuf
|