Bismillah Vaktiyle bulunduğu küçük yerde geçim sıkıntısı çeken dürüst ve temiz yaratılışlı genç bir adam; bir an memleketine çok uzakta bulunan bir şehir merkezine giderek iş bulup çalışmaya, kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verir. Bu niyetle vakit kaybetmeden hazırlanır ve yola koyulur. Genç adam bu yolculuğu sırasında yorum ve açıklaması kendisi için imkansız olan bir takım olaylarla karşılaşır. Bu olayların ilki de şu idi; Bazı kimseler tarlaya buğday ekiyorlar ve ekilen buğdaylar hemen yetişip olgunlaşıyor, onlar da hiç vakit kaybetmeden hasat ediyorlar. Sonra bu yetişip olgunlaşan buğdayları ateşe verip yakıyorlar. İkincisi ise bu adama hayli acayip gelmişti. Bir adam büyük bir taşı kaldırmaya çalışıyordu. Ama bir türlü bu taşı kaldırmaya muvaffak olamıyordu. Bu taşa küçük bir taş daha ekleyince ancak kaldırabiliyordu. Taşlara bir üçüncüsünü ekleyince daha rahat kaldırabiliyordu. Üçüncüsü de; Bir adam bir koyuna binmiş, onun üzerine bir başka adam daha binmiş halde iken bu koyunu koşturuyorlardı. Bu vaziyette iken arkalarından başkaları da koşup yetişmek istiyorlardı. Gördüğü bu olaylarla kafası karışmış bir haldeyken yolculuğun nasıl bittiğinden haberi olmadan, şehre varmış, şehrin kapısına dayanmıştı. Burada nurani yüzlü, ihtiyar bir adam kendisini durdurup, nereden geldiğini, niçin geldiğini, yolculuğun nasıl geçtiğini sordu. Genç adam her şeyi anlatır ve yolculukta karşılaştığı, kendisi için anlaşılmaz olan olayları, hadiseleri ve serüvenleri de unutmadan anlatır. İhtiyar bu genci can kulağıyla dinleyip bu olayların açıklamalarını yapar. Ve şöyle der; “Senin yolda rastladığın ilk hadise olan buğdayı ekip hemen hasat eden ve sonra onu ateşe verip yakan insanlar, iyilik edip de onu sağda solda konuşarak, yaptığı iyiliklerin değerini sıfıra indirenlerin durumunu anlatır. Bunlar her şeylerini dünyada bırakmayı seven ve ahireti hiç düşünmeyenlerin de içine düştükleri gaflettir. Taş kaldırmaya çalışan ise şunu anlatır; insanın ilk işlediği günah kendisine çok ağır gelir. Bu günahı altında ezilir. Ama ona tövbe etmeden başka günahlara dalar, bunlar da devamlı olur ve hiç pişmanlık duymadan, geri adım atmadan sürekli olarak yapmaya devam eder. O küçük taşlar devam ede geldiği günahlardır. Koyun ve ona binenlere gelince de; Koyun cennet hayvanlarından bir hayvandır. Koyun sırtındakileri cennete taşımaktadır. İlk defa binen alimlerdir. Alimlerden sonra binenler ise, her sınıftan müminlerdir. Bunları arkasından koşanlar da inançsızlardır.” diye bu adamın gördüklerine manalar vermiştir. Beni ademi adamlıktan çıkaran, yaptıklarını ya minnet ederek veya övgü olsun diye başkalarının ona teveccühlerini artırmak içindir. Bu durum insanı helakete götürür, Allah rızasından başka bir rızayı aramaya koyulmasına iter. Allah muhafaza, nefsin helakine sebebiyet verir. İlk hadise; Dünyanın ekin yeri olduğunu, ektiklerini biçmenin yerinin de ahiret olduğunu anlatır. İnsana ilk işlediği çok ağır gelir. Bu ağırlığı altından kalkamaz ve ezilir veya bu duygu ile kendini yer bitirir. Yaptıklarına ses çıkarmayanlar olduğu zaman arsız olup her şeyi aşina yapmaya başlar. Bu insanlara yapılacak en büyük yardım, tövbe kapısının her zaman açık olduğunu hatırlatmak ve ar damarlarının çatlamamasını, yüzsüz olmamalarını sağlamaktır. Cennete gidenlerin arkasından herkes koşar, onlara yetişip ardalarından gitmeyi, herkes sever. İmanı olup olmamasına hacet yoktur. Kim cennetin ve nimetlerinin ne olduğunu duyarsa veya anlarsa mutlaka ona gitmeyi, kavuşmayı, mekanının orası olmasını ister. Üstad Beddiüzzaman’ın diliyle “Bu dünya, darül hikmettir, darül hizmettir; darül ücret ve mükafat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve ahirettedir. Buradaki a’mal, berzahta ve ahirette meyve verir. Madem hakikat budur, a’mal’i uhreviye ye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de memnunane değil, mahzunane kabul etmek lazımdır. Çünkü cennet’in meyveleri gibi, kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla, baki hükmünde olan ameli uhrevi meyvesini, bu dünyada fani bir surette yemek, kar’ı akıl değildir. Baki bir lambayı, bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lamba ile mübadele etmek gibidir.” Mektubatlar s.551) Selam ve dua ile …..Hatip İbrahimoğlu |