''İman edip de ALLAH yolunda hicret ve Cihat edenler, (Muhacirleri) barındıran
ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve
bol rızık vardır.''(Enfal süresi-74)
1429 Yıl önce Resul Mekke’de, ashabının bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişti.
Geri kalan Medine’ye verilen izinle hicret etmeye başlamıştı.
Müşrikler yaptıkları onca eziyet, ambargo ve nice işkenceye rağmen, dinlerinden
ayrılmayan, Resule bağlılıklarından zerre miskal taviz vermeyen bu ashabın
karşısında aciz kalmışlardı. Kendi meclislerinde yaptıkları toplantıda,
şeytanın önderliğinde alınan karar Resul önder öldürülecekti. Müslümanların
mallarına el konulmuş, aç bırakılmış, işkence edilmiş ama hep EHAD EHAD
kelimesiyle karşılaşmış ve çıldırmışlar. Hz. Sümeyye ve Yasir şehid edilmiş.
Müslümanların acıları artıkça artmıştı.
Hatta Habbab bin Eret(r.a)
''ALLAH ‘IN
yardımı ne zaman'' diye Resul’e sormak gereği duydu. Bütün bunların yanında
asıl endişeleri ve onları üzüntüye sevk eden dinlerini tam manasıyla yaşayamamak
ve tebliğin önünün kesilmesiydi. İşte özet halinde sunduğumuz böyle bir ortamda
hicret emri verildi.
Bunca acıyı yaşayan bu kutlu insanlar Mekke’den ayrılık başlayınca
içlerindeki hüzün ve hicran onları başka vurmuştu. Acıya alışık olan Ashap bu
hicran, bu ayrılık, bu hasrette karşı ağladılar, Rablerinde sabır dilediler.
Yüzlerini hep Mekke’ye dön derip ağladılar, ağladılar!
Tarih yeniden yaşanıyordu. Resullün sevdalısı, ashabın hayranı, Kerbela azizinin
takipçisi asrın HÜSEYN´i ayağa kalkmıştı. Yaz-kış demeden derdi olan ve o derdi
için her şeyi feda etmeye and içmiş bir HÜSEYİN. Tarih yine şahid oluyordu,
ambargo, işkence, zindan, şahadet ve muhaceret. HÜSEYI’NIN önderliğinde
yine canlanmıştı camiiler, mahalleler ve evler. Tabi şeytan ve avareleri yine
işbaşında. Şehitlerin haberi arka arkaya gelmeye başladı. Çocuklar ağlıyor,
analar ağlıyor. Bacılarım feryat ediyor. Ağıtlar yakılıyor. Karaca dağ, susa
acılar üst üstte geliyordu. Zindanlar Medrese-i Yusuf’ iye oldu. İşkence
hanelerde feryatlar yükseldi. Fakat Hüseyin’in mektebinde durmak yoktu.
Hüseyin’in mektebinde mücadele vardı, direniş vardı. Fedakârlık vardı. Kardeşler
kurşundan kaynatılmış bir duvar gibiydi. Tarih tekerrür ediyordu. Kâfirlerin
hesapları alt üst olmuştu. Hüseyin’in direnişi karşısında. İhlâs ve takvayla
atılan binanın temeli sağlamdı. Bina yükseliyordu. Herkes şahadeti arzuluyordu.
Hüseyin daha bir arzuluydu şahadete, Rabbinin huzuruna alkanıyla gitmeye. İşte
istediği oldu duası kabul olmuştu. Hüseyin şehid, Hüseyin tarihe altın harflerle
yazılacak bir direnişle küfrün yüzüne unutulmaz tokadını vurmuştu. Hüseyin
önderliğini, örnekliğini unutulmaz bir şekilde kafalara kazıtmıştı. Dünya
zalimleri sevinç naraları atıyordu-Hüseyin gitti, Hizbullah bitti-diye. Ahmaklar
bilmiyordu ki bir Hüseyin gitti, binlerce Hüseyin bütün dünyaya dağıldı.
Bilmiyorlardı ki Hüseyni mektepte şehit berekettir ve şehitler ölmezler. Her
yerde artik bir Hüseyin vardı.
Muhacirler Mekkelerinden ayrılmışlardı. Her gün Mekke yoluna bakıp ağlasalar
da elbet bir gün dönüşün olacağını ve de gür bir sesle- Hüseyin ölmedi, Hüseyin
her yerde, Hüseyin direnişte-nidalarıyla Mekke’lerine kavuşacaklar inşallah.
Evet, yeni bir hicri yılda hicretin kaçmak olmadığını, hicretin dava için
olmazsa olmazı olduğunu daha iyi anlıyoruz. Hicret mal ve makam için değil,
Hüseyni’n bayrağını her yerde yükseltmek için hicret edildiğini ve bu bilinçle
bulunduğumuz yerde omuzlarımızdaki bu sorumluluk bilinciyle hareket edip,
yaşantımızı ayarlamalıyız. İslami yaşamak, İslami anlatmak için buralarda
olduğumuzu unutmamalıyız.
Hicretimiz ALLAH ve Resul’ünedir. Hicretimiz davamızı omuzlayıp, kardeşliği
yaşayıp, mücadeleye devam etmek içindir. Hicretimiz rahat bir hayat yaşamak için
değil, Cemaattin prensipleri doğrultusunda hizmet aşkını kaybetmeden hizmette
devam etmek içindir. Hicretimiz nefsimizi yenip, ALLAH’A kul olmak içindir.
İhsan S.Sırma hocamızın dediği gibi: Hicret, İslam goncasının daha gürleşmesi
için saksı değiştirmesi. Hicret, çöllün yakıcı sıcağında Hakk’ın rahmetine
susamış kavruk gönüllere hayat iksirini ulaştırma yolu. Hicret, alelade bir göç
değildir. Hicretin gayesi Müslüman’ca yaşamak, ALLAH’IN kanunlarını ikame
etmektir. Hicret, ruhun bu ilahi kanunlarla terbiyesidir. Hicret, ilahi yaşam
kavgasıdır.
Yine o aziz, önder, Hüseyin’in sözüyle noktalayalım: Davet tarihinde,
davaların oluşumunda ve davaların zafere ulaşmasında muhaceretin önemli
ağırlığının olması da bilinen bir gerçektir. Ya da beni duygulandıran, kalbime
fazla dokunan bir şeydir muhaceret. Dolasıyla şimdi dava uğruna küçük yaşında
garip bir muhacereti yaşayan gençlere fazla meylim vardır. Benim yanımda çok
namdardırlar.
Ya Rabbim! Sen bizleri o azizlerin yolunda ayırma, ruhlarımızı şahadet ve iman
ile al.
Amin
GARİP MUHACİR
|