21. Uluslararası İslami Vahdet Konferansının Ardından Uluslararası İslam mezheplerini takrib kurumu tarafından geçen ay Tahran’da gerçekleştirilen 21. uluslararası İslami Vahdet konferansı üç gün boyunca deval etti. Bu konferansa, İslam ülkelerinden düşünce adamı, yazar, araştırmacı ve üniversite öğretim görevlilerinden oluşan 250 kişi katıldı. İslam mezheplerini takrib kurumu tarafından geçen yıl tasvip edilip yayınlanan İslami vahdet taslağı göz önüne alınarak, günümüzde takribin önünde bulunan engeller, bu alandaki müzakereler, İslami eğitim ve tebliğ, yazışmalar, akımlar, fetvalar, mutedil düşünce ve kültür, itidal ve eleştiriyle ilgili gerekli beyanatlarla birlikte İslam’i vahdet bildirgesi hakkında bir dizi araştırma ve tahlil yapıldı. İslami Vahdetle ilgili yapılan basın toplantısıyla Uluslararası İslam mezheplerini takrib kurumu tarafından www.taghribnews.com sitesinin Arapça ve Farsça dilleriyle yayınına başladığı bildirildi. Katılımcıların çoğunluğunun dile getirdikleri ve üzerinde ciddiyetle durdukları konu, tekfir yerine diğerlerini kabullenmenin gerekliliğiydi. Aşağıdaki zikredeceğimiz yorumlar, bazı katılımcıların konferansta sundukları tebliğlerin önemli kısmının derlemesini oluşturmaktadır. İslami vahdet alanında geçen yirmi konferansta bazen nazari görüşler ileri sürülmüş, bazen de bunların amele dönüştürülmesi yolları üzerinde durulmuştu. Uluslararası İslam mezheplerini takrib kurumu, bu yılki faaliyetlerini daha çok İslami vahdeti yazılı kanun haline dönüştürme üzerine yoğunlaştırdı. Bu önemli konunun ilk düşünceleri geçen yılki İslami vahdet konferansında dile getirilmişti. İslam ulemasının toplantı ve söyleşilerinde İslami vahdetin zorunluluğu dile getirilmiş, bu alanda ameli bazı adımların atılması istenmişti. Bunun üzerine İslam dünyasının düşünce ve ilim adamları tarafından bu alanda bir anlaşmanın imzalanması düşüncesi geliştirildi. Bu çerçevede geçen yıl, uluslar arası İslam mezheplerini takrib kurumu tarafından, İslami vahdeti yaygınlaştırma ön görüşmelerinde İslami vahdetle ilgili 16 madde kabul edildi. Ancak bu işin başlangıcı yıllar öncesine dayanmaktadır. Örneğin Kahire’de Darut-takrib’in tesis edilmesi ve tüzüğünün yazılması, Ayetullah Hui’nin hayır müessesesinin kurulması, İslam Konferansına bağlı Aysesku kültür müessesesi tarafından İslam mezheplerini yakınlaştırma stratejisinin tedvini, Irak’ın Şii ve Sünni uleması tarafından üzerinde anlaşılan Mekke senedi bu alanda atılmış adımlardan bazılarıdır. Bu ön anlaşmanın İslam dünyasında 2000 düşünce adamı ve alim tarafından imzalandığı söylenmektedir. Bu bildirge taslağının tedvini için İslam’ın farklı mezheplerinden uzmanlar ve alimlerden oluşan bir komitenin kurulduğu, bu komitenin, geçmişin tecrübeleri ve İslam dünyasının bugünkü durumunu göz önünde bulundurarak faaliyetlerini yürüttüğü bildirilmektedir. Bildirinin mukaddimesinde şu kayıtlara yer verilmiştir. “.. İslam Müslümanların yanında bir emanet, onun mukaddes haremini savunmak bütün Müslümanlara farz olduğundan, bütün alanlarda İslami vahdetin gerçekleşmesi için çalışmak, İslam toplumları arasında kardeşliğe dayanan ilişkileri geliştirmek, mantığa dayanan akıl, karşılıklı söyleşi ve müzakerenin önünü açmak, işbirliği, dayanışma, bütünleşme ve İslam’ın yüksek menfaatlerini gerçekleştirmeye çalışmak, İslam düşmanlarının çirkin yaklaşımları ve yoğun saldırılarını göz önüne alıp dünya istikbarına ve Siyonist kültüre karşı İslam ümmetinin özgürleşmesi, kültürel alanda, değerlerde ve ümmetin menfaatleri alanında yöneltilen bütün düşmanlık ve tecavüzlere karşı İslam ümmetinin maddi ve manevi bütün güçlerinin seferber edilmesi gerektiğini bildiriyor, bu bildiriyi imzalayan biz düşünürler ve ilim adamları, Müslüman alimlerin Mekke-i Mükerreme’de, Tahran’da, Amman’da, Kahire’de… attıkları değerli adımların bilincinde olarak, aşağıda zikredilen esaslara bütün kalbimizle inanarak ve bütün varlığımızla arkasında durarak, başkalarını da bu zorunlu işe davet ediyoruz…” Bunun alt maddelerinde ise takrib alanında yapılabilecekler ve genel programlar yer almaktadır. Bütün bunlardan ayrı olarak İslami vahdetin temel kaynakları olan Kuran ve Nebevi sünnetin İslami vahdetin temel müşterekleri olduğu zikredilmiş, kardeşliğin geliştirilmesi, tefrikadan uzak, ortak alanlarda Müslümanlar arasında birlikteliğin oluşturulmasına işaret edilmiş, İslami mezhepleri yakınlaştırmanın gerekliliği üzerinde durulmuş ve bu alanda yapılabilecekler zikredilmiştir; - Müslümanlar birbirlerini fasıklık ve tekfirle ithamdan kaçınmalıdır. Biz, Müslümanlar olarak İslami kaynaklar çerçevesinde içtihadın meşruiyetine inanıyor, bunun gereklerini ve sonuçlarını kabul etmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Her ne kadar diğerlerinin içtihat bakış açıları bizim nazarımızda hatalı görünse de, iman ve küfür nazarında görüşümüzü doğru yöne kanalize etmeliyiz. Aynı şekilde sözlerinden veya görüşlerinden dolayı diğerlerini küfürle itham etmek bizim nazarımızda dinin usulünü inkar etmekle eş anlamlıdır. - İslam’daki içtihat çeşitlerinin neticesini kabul etmekle ihtilaflar saygın bir şekilde karşılık görmelidir. - Kuran-ı Kerim, Müslümanları, hakikate ulaşmaları için karışıklık ve korku ortamından uzak, diğerleriyle mantıki müzakerelere davet etmektedir. Böylece Müslümanların, ihtilaflarını hoşgörü içerisinde, birbirleriyle konuşarak, mantık ve ahlak adabına riayet ederek hal etmeleri ve bu yolda ilmi adımlar atmaya çalışmaları gerekir. - Tarih, akide ve fıkıh alanında Müslümanlar arasındaki ihtilaflarda konuşma ve müzakere kapısı açık olup, mütehassıslar tarafından, kardeşlik ruhu esas alınarak hakikatlerin ortaya çıkarılması gerekir. Bundan dolayı, akide, fıkıh ve tarihi meselelerde karşılıklı söyleşi ve müzakere merkezlerinin oluşturulması uygun olan zemini doğuracaktır. - Mezhep uleması, orta yol ve itidalin gelişmesi esası üzerine bütün ilmi… ve diğer kaynakları harekete geçirerek, itikat ve fıkhi mezheplere yapılandırıcı bir bakış açısıyla yaklaşarak, İslam’ın icradaki farklı şiveleri ve mezhepler arasındaki farklılıkları zıtlık ve ihtilaf değil, çeşitlilik ve tekamül kabul etmelidir. Ayrıca mezheplerin özelliklerini ve birbirlerinden ayrılma noktalarını öğrenip onların edebiyatıyla tanışmak gerekir. Sonuç bildiri taslağını inceleyip araştırmaya tabi tuttuğumuz zaman görürüz ki, İslami vahdet bildirisi, uzun tarihi geçmişi olan ve kökleri İslam toplumuna dayanan bir bildiri hükmündedir. Bu alanda kitap ve sünnet esas alınarak, Müslümanların düşünce ve bakış açılarındaki farklılıkların vahdetin önündeki engeller değil, aksine onu takviye eden etkenler olduğu bildirilmiştir. Böylece bildiride düşüncelere özgürlük ve beyan hakkı ortak bir dille açıklanmış, karışıklık, iftira ve tekfir yerine müzakere kültürünün yaygınlaştırılması vb… kabul edilmiştir. Vahdet konferansında yapılan konuşmaların çoğunda müzakerelerin şartları, temelleri ve onların önündeki engeller üzerinde ciddiyetle durulmuştur. Kuran-ı Kerim’in En Sağlam Kaidesi İslam dünyasının bugünkü durumu, Resulullah’ın (sav) Medine’ye hicret ettiği günlerle benzerlik taşımaktadır. O günlerde Müslümanların vahdetine şiddetle ihtiyaç vardı. Zira Resulullah (sav), öncelikle Müslümanlar arasında, ardından Müslümanlarla ehli kitap arasında anlaşmalar yaptı. Ayetullah Haşimi Rafsancani, bu benzerliği açıklamakla dinleyicilerin zihnini, günümüzde İslam vahdetinin zaruretine yönlendirmeye çalıştı. 1- Bugünün İslam dünyasında esef verici ihtilaflar bulunmaktadır. İslam’ın değerli ulemasına rağmen ifratçıların Müslümanları parçalama ve tekfirlerine şahit olmaktayız. Son zamanlarda esef verici bu durum, savaşa ve öldürmelere dönüşmüştür. Bu bildiriyle ilgili en önemli vazifelerden biri, istikbarın öğretilerini etkisiz hale getirmek için uyanık davranmamız gerektiğidir. 2- İslam dünyasının dışındaki dünyayla irtibata geçmek! İslam, bütün dünya insanlarıyla irtibat kurulmasını ister. Konuşma ve müzakereler için ortamın hazırlanması gerekir. “İslam’ın kılıcı kullanma zorunluluğu bu yolda engellerle karşılaştığı zamandır. Fikirlerimizin temeliyle ilgili alanı resmetmeli ve bu alanda müzakere ve tartışma şartlarını oluşturup dünya insanlığının hakkı seçebilmesine yol açmalıyız. Son semavi peygamberle ilgili gerçeğin, diğer bütün mekteplerden daha çok insanlığın seçiminde olduğuna inanıyoruz. Konuşma, müzakere ve en iyisini seçme zeminini hazırlamak zorundayız” İran İslam Cumhuriyeti nizamın maslahatını teşhis kurumu başkanı, günümüzde İslam’a yapılan iftiraların Resulullah (sav)’in bi’setinin ilk yıllarındakiyle benzerlik taşıdığını ifade ederken, tarihi bir benzerliğe dikkat çekerek konuşmasını şöyle sürdürdü “Avrupa ve Doğunun karanlık orta çağları yaşadığı bir dönemde, ilk defa İslam tarafından insan hukukunu getirildi. Bunun en halis örneği Resulullah (sav) tarafından Medine’de icra edildi. Bugün bu işi neden yapmıyoruz? Resulullah (sav) “Onların işleri şura iledir” kaidesine dayanarak hareket ediyordu. Belki de bu, Kuran’dan istinbat edilen en sağlam kaidedir. Neden bu kaideyi esas alarak işlerimizi meşveretle yapmayalım? Bu kaideye dayanarak çok sağlam bir güzergah tayin edebiliriz. Bu iş yapıldığı zaman düşmanlar, insan hukukuna aykırı hareket ediliyor töhmetlerinde bulunamayacaklar” “Buhran’dan Çıkış” kitabının yazarı, İslam toplumlarında düşünce ve fikir beyanı alanında gösterilen ayrıcalıklar, sınırlamalar ve ihanetlere dikkat çekerek; “İslam ülkelerinin gençleri Batı ülkelerinden farklı olarak kendi ülkelerindeki parlamentoların yapmacık olduğunu görünce ümitsizliğe kapılmaktadırlar. Kadın haklarında ayırımcılıklar ve adaletsizlikler halledilmeli ki onlar (Batılılar) bize kadın hakları hediyesi sunmaya çalışmasınlar. İslam ulemasının yapacağı en hayırlı işlerden biri İslami ilimleri İsrailiyattan ve yanlışlardan temizlemeleridir. Şia ve Ehli Sünnet’te öyle fırkalar var ki virüs gibi tehlike arz etmektedir. İhanetler topluluğu eritip bitirmeye çalışmaktadır. Neden birbirimize iftira edelim? Tarihi tahlil etmek ve konuşmak kötü değil, ancak bir tarafa muhabbet besleyip diğer tarafı yaraladığı zaman zarar verir. Bu tür körü körüne taassupları Irak’ta görmekteyiz. Burada Allah rızası için kendilerini öldürenler veya başkasını katledenlerin durumu ne anlama geliyor? Ulema, bu tür fikri saplantılarla mücadele etmelidir. Ulemanın kendi alanlarında bu konuyu cesaretle dile getirmesi gerekir. Maalesef ciddi adımlar atıldığına tanık olamıyoruz. Çekişmelerin çoğu 1400 yıl önceki meselelere dayanmaktadır. Bugün için önemi olmayan konularla vaktimizi geçirmek abesle iştigalden başka bir şey değildir” Haşimi Rafsancani, dünya müstekbirleri ve zorbalarının, Müslümanların vahdetini değil bölünmelerini istediklerini dile getirerek konuşmasını şu cümlelerle noktaladı: “Müslümanlar, bir milyar 600 milyonluk nüfuslarıyla (dünya nüfusunun dörtte biri) dünya üretiminin % 20’sine sahiptirler. Doğudan batıya, güneyden kuzeye dünyanın en güzel coğrafyasında ve en önemli geçişleri üzerinde yaşamaktadırlar. Aynı şekilde insanı geliştirip olgunlaştıran en iyi mektebin sahibidirler. Bu güç, kardeşlik üzerine birleştirilse dünyada benzeri olmayan bir yapı ortaya çıkacak. İstikbar bu kudretin oluşmasını istemiyor. Neden Müslümanlar birbirleriyle savaşmaktadırlar? Neden gerçek düşmanlarıyla her türlü kardeşlik anlaşmaları yapabiliyorlar da kendi aralarında ticari bir anlaşma imzalayamıyorlar? Burada başkalarıyla irtibatlarının olmamasını kastetmiyorum… İnsani ve fosili kaynaklarımızın İslami mesajla birlikte dünya barışının hizmetinde olmasını istiyoruz. İslam’ın bize sunduğu güç, izzet ve itibar kaynaklarına sahibiz. Ayrıca bugün onları hareket geçirme tribünlerine de sahibiz. Karşılıklı işbirliği ve birlikte muamele yaptığımız zaman önemli bir güç (istikbari değil) olabiliriz. Dünyayla konuşmak zorundayız.” Vahdetin Ahlaki Kaynakları Takvasız vahdet mümkün değildir. Bütün ihtilafların, çarpışmaların, şerlerin ve fitnelerin kaynağı takvasızlıktır. Bu sözlerle konuşmasına başlayan İslami vahdet konferansı yüksek şura başkanı Mevlevi Muhammed İshak, İslami vahdetin ahlaki temellerini dile getirmeye çalıştığı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Takva olursa vahdetin gerçekleşmesi mümkündür. Takvalı insan, bir gruba veya bir mezhebe iftira etmez. Zaten ihtilaflar iftiralardan kaynaklanmaktadır. Takva sahibi, şeriatın çizdiği sınırlara riayet eder. Örneğin cihad esnasında elinde kılıç olan kişi öldürülebilir. Ancak kadınlar, çocuklar ve yaşlılara kılıç çekilmez. İslam ümmetindeki bütün bu fitnelerin ağırlık noktası takvasızlıktan kaynaklanmaktadır. Takva sahibi, ibadet için camiye giden insanları nasıl öldürebilir?” Ölçünün Kuran olduğuna işaret eden Mevlevi Muhammed İshak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kuran, biriyle düşmanlığın varsa adalet sınırlarını çiğnememen gerektiğini söyler. Bu usulle hareket ettiğimiz zaman İslam ümmetine zarar veren ihtilaflar (dini kuvvetlendirmek için oluşan ictihadi ihtilaflar değil) sıfır noktasına ulaşır. Bu ihtilafların Kurani bir dayanakları yoktur. “Şüphesiz Allah, adalet ve iyiliği emreder…” Allah’ın ipine sarılma istenmektedir ki bu da Kuran’ın kendisidir. Bunu terk edip parçalanmaya götüren meselelerin peşine düştük. Tefrika peşinde olanlar Allah’ın ipine sırt çevirmiş, sözlerini de dini bir renkle boyamaya çalışmaktadırlar.” Cehalet, vahdetin önündeki engeldir Bugün tekfir düşüncesi, köklerini İslam’ın öğretisine sızdırmaya çalışmaktadır. Bu girişle konuşmaya başlayan Hüccet’ul İslam ve Müslümin Seyyid Ali Fadlullah, devamla konuşmasını şöyle sürdürdü: “Cehalet İslam alemine zulmetmektedir. Cehaleti ortadan kaldırmak için çalışalım. ilmi, İslam aleminin bütün alanlarında geliştirelim ve derinleştirelim. İhtilafların kök salmasına izin vermeyelim. Siyasi sistemlere hükmeden karanlıkları ve ihtilaf noktalarını tanıyalım. Müslümanların barış içerisinde yaşamaları için gerekli ortamı hazırlamaya çalışalım. Maalesef bugün Sünniler ve Şiiler birbirlerinin aleyhinde faaliyet yürütmektedirler. İşin daha vahimi bazı İslam alimlerinin bu ateşi körüklemeye çalışmalarıdır.” Tekfir meselesini, İslam dünyasındaki tefrika’nın en uç noktası olan koyu cehalete dayandıran Fadlullah, konuşmasının devamında şunları dile getirdi: “İslam toplumundaki bazı problemler ve karışıklıklar karşısında İslam dünyasındaki ulemasının suskunluğu İslami vahdetin önündeki önemli engeli oluşturmaktadır. Bu suskunluk, başkaları tarafından tekfirle itham edilme korkusuna dayanmaktadır. Bu alimlerin çoğu tekfir korkusundan dolayı sadece kendi gruplarının taraftarlığını yapmaktadırlar… İslam dünyasında mezhepleri tebliğ etme ilmi dayanaklara dayanmalı, bu alanda hassasiyetlere dokunmaktan kaçınılmalıdır.” Önümüzdeki Ufuklar Mısırlı araştırmacı ve düşünür Doktor Abdulkerim Saih konuşmasını: “Yeşeren ümitler ve İslam ümmetinin şekillenmesi” çerçevesinde dile getirdi: “İslam ümmetinin şekillenmesi ümidinden kasıt, mezheplerin aynı şekle dönüştürülmesi değildir. Yani Şia’nın Sünnileşmesi ya da Sünniliğin Şialaşması kastedilmemektedir. Buradaki hedef, İslam mezheplerinden istifade ederek İslam’ın ufkunu yeniden yapılandırmaya çalışmaktır. Bununla birlikte Müslümanların vahdeti oluşturmaları zaruridir.” Konuşmacı, vahdetin kaynağına işaret ederek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bütün Müslümanlar yaratıcıları olarak Allah’a inanmaktadırlar. Hz. Muhammed’i (sav) peygamberleri, Kuran’ı kitapları, Kabe’yi de kıbleleri kabul etmekte olup, bunlar Müslümanların vahdetinin dayanaklarını oluşturmaktadır. Var olan mezhepsel ihtilaflar tabii bir durum olup korkulacak ve kaçınılacak bir şey değildir. İslam, akla dayanan müspet bir ruhsatı elimize verebilir ve farklı zamanlarda bundan faydalanma imkanını sunabilir. Müslümanların düşünsel faaliyetlerinin bastırılması kendi faydalarına değildir. Bir Müslüman’ın en iyi meyveleri zihinsel sızıntılardır. Akla hak ettiği yeri vermemiz gerekir. İhtilafın zaruri bir durum olduğunu eklemek istiyorum. Kuran-ı Kerim, müteşabih ayetlerle bir şekilde Müslümanlar arasındaki ihtilaf için zemin hazırlamıştır. Bu durum İslam toplumunun canlı, dinamik ve hareket halinde olması içindir. Birbirimizin mezhebini resmiyette tanımalıyız. Bu gerçekleşirse aydınlık bir gelecek resmedebilir. Böylece İslam ümmeti, tedrici olarak dünyadaki rolünü ve yerini tanıyacaktır.” Kaynaklara Dönüş Doktor Abdulkerim Biazar Şirazi: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.” ayetiyle konuşmasına başlayıp konuşmasını: “İslami vahdet, strateji ve taktik” mevzuu çerçevesinde sürdürdü. Biazar Şirazi, İslami vahdetin gerçekleşmesinde mezheplerin takribiyle ilgili tarifin bilinmesinin zaruri olduğunu ifade ederek konuşmasına şöyle devam etti: “Geçmişte, Mısır’ın İslami mezhepleri takrib kurumunun yetkilileri; İslam dairesinde rengi, kavmi ve ülkesi ne olursa olsun Müslümanların farklı mezhepleri arasındaki düşmanlığın önünü kesmenin ve Müslümanların vahdetini korumanın takrib olduğunu tarif ederlerdi. Buna dayanarak mezheplerin yakınlaştırılmasını (takrib) şu şekilde tarif edebiliriz; Nefsin, taassup gibi tefrika sebeplerinden temizlenmesi, Kuran ve İslam’ın dini usulleri etrafında bir araya gelerek, edep ve ahlak ölçüsünde müzakere ve söyleşide bulunarak, ittifak konularında işbirliğini geliştirip, ihtilaf konularında işbirliğinden kaçınmaktır. İslam Mezhepleri Üniversitesi başkanı, konuşmasının devamında, takrib ve vahdet konusunda tecrübelere ve Resulullah’ın sünnetine değindiği konuşmasını şöyle sürdürdü: “Resulullah (sav) Medine’ye hicret ettikleri zaman, Müslümanlar Evs ve Hazrec gibi farklı kabilelerin bünyesinde yaşıyorlardı. Ayrıca Medine’de, Araplarla birlikte Rum, Fars ve Afrika kökenli insanlar da vardı. Resulullah (sav) vasıtasıyla İslam’ı kabul eden bu insanların dağınık halleri, İslam’ın kalpleri arasında sevgi ve muhabbet köprüleri oluşturmasıyla giderildi. Resulullah (sav) onları Allah tarafına, İmam Humeyni’nin tabiriyle Allah kelimesinin etrafında bir araya getirdi. Böylece tek ümmet şekillendi. Bu birlik o kadar güçlü bir hal aldı ki, Müslümanlar yeryüzünün halifeleri oldular. Dünyanın doğusuyla batısını kontrollerine alıp buradaki insanların Müslüman olmasına sebep oldular. Böylece İslam’ın büyük medeniyeti şekillenmeye başladı.” Doktor Biazar Şirazi, konuşmasının sonunda dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu kötü durum ve tarihi geri kalmışlıktan bahsederken şunları dile getirdi: “Maalesef bugün Müslümanlar, önceki hallerine geri dönmüş, pek çok yol ve fırkalara bölünmüşler. Milliyetler renklenmiş, İslam’ın ise rengi solmuştur. Müslümanlar, akide ve düşüncelerini delille bağdaştırmış, ‘Kuran, bizim söylediklerimizi söylüyor’ demeye başlamışlar. Neticede çok sayıda farklı tabirler ortaya çıkmış. Şeyh Muhammed Abduh ve Allame Tabatabai, bu durumdan kaçınmak için Kuran’ın Kuran’la tefsirini yazıp, asıl kaynağa dönülmesinin zorunluluğunu dile getirdiler. Böylece, İslam mezhepleri arasındaki büyük çatlağın bir kısmı ortadan kalktı. Müslümanlar o kadar birbirlerine yabancılaştılar ki, kendilerini şeriatın yerine ya da şeriatın kendisi olarak göstermeye başladılar” İslam’i Vahdetin Boyutları “Din ve medeniyetle ilgili müzakerelerin kaideleri ve hedefleri” konusu, Hüccetul İslam ve’l Müslimin Ali Ekber Reşat tarafından dile getirildi. Konuşmasının başında vahdet mefhumunu şöyle sözlerle dillendirdi: “Vahdet, içe dönük ve dışa dönük olmak üzere iki boyutludur. Böylece vahdet, içteki birliğinin dışla irtibatından ibarettir. Bir millet, grup ya da ümmetin, içte birlik oluşturup dışla irtibat gerçekleştirmesi vahdeti geliştirir. Aynı şekilde düşünsel ve dini açıdan her iki tarafla irtibat gerçekleştirilmeli, içte ve dışta tarifi yapılmış bir nizamın ortaya çıkmasına çalışılmalıdır. Müslümanlar bu şekilde güçlü ve sağlam dayanaklara dayanan bir vahdet oluşturabilir. Buna ilave olarak içte kardeşlik bağlarının geliştirilmesi, Müslüman olmayanlarla dahi barışa dayalı irtibatın kurulması gerekir” İslam düşünce ve kültürünü araştırma kurumu başkanı, din ve medeniyet söyleşileri hakkında şunları dile getirdi: “Bazı düşünürler din ve medeniyetle ilgili alanlardaki müzakerelere muhalefet etmekte, bazıları da bunu kayıtsız şartsız kabul etmektedirler. Her iki bakış açısı da yanlıştır. Bu meseleyle ilgili en doğru görüş, tarif edilen hedefler ve bunlara bağlı kaideler çerçevesinde Müslüman olmayanlarla müzakereler yapılabileceğidir. Ümmetin vahdeti, dışarıyla irtibat kurulmasını gerekli kılmaktadır. Bundan dolayı müşahhaslaştırılan kaideler çerçevesinde İslam toplumunun dışıyla irtibatın kurulması gerekir. İşte bu üçüncüsü kabul edilebilir bir yaklaşımdır.” Hüccet’ul İslam Reşat, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasındaki ve Müslümanların kendi aralarındaki müzakerelerin hedeflerini açıklarken üç ana eksen üzerinde durmaktadır: “1- Birinci hedef, özellikle karşımızda Batı temeddününün büyük rakipleri varken, bugünkü dünyada, yüz yüze olduğumuz şartlara dönmeliyiz. Aynı şekilde bugün dünya dinleri meydanlara inmişler. Yeni medeniyet eski medeniyete meydanı daralttığı gibi, yapay dinler de, eski dinlere meydanı daraltmaktadır. Din ve medeniyete dayalı müzakereler bu daralmaları giderebilir ve gücümüzün muhafazasına yol açabilir. Hayatımız ve kimliğimizin ihyası bu tür müzakerelere bağlıdır. 2- İnsanlık tarihinin bu kesitinin yoğunlukla Batı’nın tesirinde bulunduğu bir dönemde yaşıyoruz. Batılılar için geleneksel dönem kat edilmiş, yenileşme son noktasına ulaşmışlar. Din, beşerin birliğine yol açtığından İslami öğretilerin ihyası tarihin bu kesitindeki dağınıklıkları giderecek ve problemlere çare olacaktır. Kitap ve sünnete dayanan İslami öğretiyi dünyalılara sunabiliriz. Bu iş için müzakere meclislerinin kurulması iyi fırsatlar doğuracaktır. Bilgimizin derin boyutuyla söyleşi alanında daha etkili olabiliriz.” Bildirinin Neşredilmesi Gerekir İslami vahdet bildirisinin neşri, yerel, bölgesel ve uluslar arası alanda İslam dünyası için büyük bir fırsat niteliğindedir. Bu sözlerle konuşmasına başlayan Tahran’daki Aysesku’nun bölgesel büro müdürü Abbas Sadri, İslami vahdet bildirisinin icrası için anlaşılır bir model ve doktrinin neşredilmesine ihtiyaç duyulduğunu ileri sürdü: “İslami vahdet bildirisinin icrasının hacmini geliştirmek” gerektiğini ifade ettikten sonra konuşmasına şöyle devam etti: “Gelecek çok hızlı bir şekilde bize doğru gelmekte, pek çok şeyi beraberinde getirmektedir. Geleceği İslami vahdet bildirisini esas alarak karşılamalıyız. Özellikle İslam dünyasının stratejik konumu ve imkanları celp edicidir. Problemleri tanıyabilirsek, onların hal yollarını bildiride öngörebiliriz. Diğer taraftan İslami ahlakın gelişimi ve eğitimi bu bildirinin gerçekleşmesinde özel ehemmiyete sahiptir. Burada özellikle sabır ve tahammülün yerini unutmamak gerekir…” Yazan: Muhammed Rıza İrşad Kaynak: Hemşehri Gazetesi Çeviren: Hanefi Aydın |