Bir Ayet:
Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen veya ölenlere gelince; Allah onları muhakkak güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Hacc, 22/58)
Bir Hadis: Resulullah (sav) buyurdular ki: ''Ademoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur, ikamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su.'' (Tirmizi, Zühd 30, (2342)
PEYGAMBER ANI OLMAMALI... / ZEYNEP ÇAĞLAYAN (HUSEYNİ SEVDA OKURU)
Peygamberimiz bir Müslüman için sadece bir “anı” değilse, Kutlu Doğum münasebetiyle içinden geçilen günlerdeki etkinlikler de, “Dostlar beni hatırlasın” türünden bir “anı”ya dönüştürülmemelidir.
Diyanet’in yuvarladığı küçük kar topu, büyüdü büyüdü kocaman bir dağ oldu. Günlere, haftalara sığmadı. Kutlu Doğum Haftası olarak başlatılan merasimler, Nisan’ın tamamına yayıldı, Nisan neredeyse kutlu doğum ayı haline geldi. Camilere sığmadı. Salonlara, hatta statlara taştı.
Bu yıl kutlamalar isim değiştirdi. Anlamlı bir jestle “Kutlu Doğum Haftası” artık “Peygamberler Haftası” olarak kutlanacak. Geçen yıl Danimarka’da ortaya çıkıp birçok Batı başkentinde yayımlanan çirkin karikatürler, insanlığın son adası olan Hz. Peygamber’i dünyanın gündemine oturttu. Bu iş âdetâ, cüzi şerle murad olunan külli hayra dönüştü. Müslümanların alemlere rahmet Hz. Muhammed’le olan irtibatları tazelendi.
Batı, Müslümanların verdiği tepkiyi anlamadı. Biz de Batı’nın anlamayışını anlamadık. Bunun temelinde, Hıristiyan Batı’yı peygamberli saymamız yatar. Oysa, Hıristiyan Batı (ateist Batı’dan söz etmiyorum) bizim inandığımız anlamda bir “peygamber tasavvurundan” yoksundu. Yani peygambersizdi. Onlar Hz. İsa’yı tanrılaştırdıkları günden beri peygambersizler. Teslise inanan birinin inancında peygambere yer kalmamıştır. Onun için de, peygamberli bir dini, toplumu ve ferdi anlayamıyorlar.
Biz Müslümanların peygamber sevgisini de anlayamadılar. Hatta geçmişte Hz. Meryem’e yönelik Batı’da ortaya çıkan çirkin davranışlara Müslümanların tepki göstermesini de anlayamadılar. Zaten bu, karikatür terbiyesizliği münasebetiyle girdikleri “Siz de İsa için aynısını yapın, ödeşelim” tavrından anlaşılıyordu.
Bu arada, her zaman olduğu gibi bizde de işin istismarını yapanlar çıkmıyor değil. Peygamberimizle ilgili yayıncılık alanında yaşanan şu enflasyona bir bakın. Nasreddin Hoca’nın kazanı gibi, eski kitaplar yeni yavrular doğuruyor. Ciddi bir siyer okuru bile olmadan siyer yazmaya kalkanların haddi hesabı yok. Kaş yapayım derken göz çıkarılıyor. Vahyin inşa ettiği bir peygamber tasavvurundan mahrum olarak yazılmış, hakikate ve kaynağa sadakat kaygısı taşımayan harcı alem ve çala kalem eserler.
En tehlikelisi de, bu işin Cahiliyye şirininin ana damarlarından biri olan “medhiye” yarışına dönmüş olması. “Kim daha çok övecek?” yarışı çığırından çıkınca, iş Hz. Peygamber’i “tanıtma” değil, “tezgahlama” yarışına dönüşüyor. Olan, vahyin inşa etmeye çalıştığı sahih “peygamber tasavvuruna” oluyor. Efendimizi tanıtma iddiasıyla çıkılan yolda, efendimiz tanınmaz hale getiriliyor. Allah’ın “örnek” göstererek hayatımızda üretmemizi istediği bir değeri, bizler acımasızca ve arsızca “tüketmeye” koyuluyoruz.
Şimdi cevaplanması gereken sualler şunlar: Peygamberimizin bizim methiyemize mi ihtiyacı var, yoksa bizim onu örnek alıp hayata taşımamıza mı ihtiyacımız var? Bu ikincisi gerçekleşmiyorsa, birincisi ona ödenmiş bir “manevi rüşvet” olmaz mı? Dahası, o adıyla sanıyla zaten “övülmüş”tür. Onu Allah övmüştür. Onun bizim övgümüze ihtiyacı yok, ama bizim onun modelliğine ihtiyacımız hadsiz. Hal bu iken, neden böyle yaparız?
“Güzel örnek”i kendi hayatlarımıza taşımanın YOLLARINI ARARIZ İNŞAALLAH..