Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
KUTSAL DEĞERLERE SALDIRIYA TEPKİSİZ KALMANIN BAHANESİ OLAMAZ / ABDULLAH HOCAOĞLU
İslami sorumluluk taşıyan tüm ferd ve camiaların olmazsa olmazı İslami değerleridir. Yani mezhep fırka ne olursa olsun mukaddesat olarak kabul edilen temel İslami değerler ortak paydadır ve kutsal dokunulmazlıklardır. Mesela hangi grup veya cemaatten olursa olsun herkes için Resullullah (sav) eşsiz insan, kainatın efendisi ve son peygamber olarak kutsal bir değerdir. Aynı şekilde Kuran-ı Kerim mukaddes kitaptır. Yani grup ve mezhepler ne kadar çok olursa olsun temel yaklaşımlar birdir. Ayrılıklar ise meseleleri yorumlamada yani furuatta ve metottadır.
İslami temel değerlerin korunması tüm müminlerin üzerine düşen bir görevdir. Müminlerin, bu değerlerine halel getirilmesine tepkisiz kalması imanın zayıflığının bir belirtisi kabul edilir.
Tüm müminler İslami değerlerini korumak ve inanç sistemine yönelen baskılara karşı mücadele etmek zorundadır. Eğer temel inançlara yani mukaddesatlara örneğin Peygamber efendimize veya yüce kitabımıza yönelik bir saldırı olursa, mümin mensup olduğu yapı veya mezhebe bakmadan elinden gelen tepkiyi ortaya koymalıdır. Çünkü İslami mukaddesatlar tüm değerlerin üstündedir. Bunları muhafaza etmek demek inancın temellerini ve İslamı muhafaza demektir.
Müslümanlar tarih boyunca bu konuda duyarlı olmuş kutsal değerlerine yönelik saldırıların karşısında durmuştur. Nitekim son dönemlerde Avrupa’da geliştirilen bu türden saldırılara tüm İslam aleminden mezhep, meşrep, grup veya cemaat taassupları yaşanmadan anlamlı tepkiler yükselmiş saldırganlar gerekli cevabı almışlardır.
İslam düşmanlarının mukaddesatlarımıza yaptığı saldırının bir benzeri de Hakkari Yüksekova’da yaşandı. Tüm İslami kesimlerin bu olayı en azından kınaması gerekirken bırakın tepki göstermeyi haber olarak dahi vermekten çekinip, bu yetmezmiş gibi olayı kamuoyuna duyurup tepki verenleri dahi büyük bir vebalin altına girmekle itham edenlerin olması Müslümanlar açısıdan ağlanacak bir durumdur.
Bakınız Sayın Nurettin Şirin, olayı kendi sitesine taşıdığından dolayı nasıl bir tepki ile karşılaştığını şöyle belirtiyor: “…Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde Newroz törenleri sonrasında bir grup DTP’linin ilçedeki Mustazaf-Der şubesine baskın düzenleyip Kur’an-ı Kerim ve dini kitapları yere saçması olayının ardından Batman’daki Umut-Der ile genel merkezi Diyarbakır’da bulunan Mustazaf Der’in bu gelişmeler çevresinde kamuoyuna yaptığı basın açıklamaları, iman ve vicdan sahibi her insanı önemli bir sorumlulukla karşı karşıya bırakmıştır.
Bu gelişmelerle ilgili haberi Velfecr’e aktardığımızdan dolayı bize tepki gösteren bazı kişiler ve dostlar, bizi büyük bir vebalin altına girmekle, oynanmak istenen bir oyuna alet olup bundan sonra ortaya çıkabilecek daha vahim hadiselerin sorumlusu olmakla suçladılar…” (30 Mart 2008 Pazar Nurettin Şirin Velfecr.com)
Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş her mümin için bu tablo vehamettir. Bir yerde yüce kitabımıza saldırı olacak, İslami değerler hakaret görecek bunu kamuoyuna duyurmak ve saldırıyı kınamak ise ayıplanacak. Bunu İslami değerlerle izah etmek mümkün değildir.
İslami kişi ve çevrelerin bu olaya sessiz kalmaları anlaşılır türden değildir. Eğer gerçekten birileri kirli oyunlardan korkuyorsa, ortaya çıkabilecek vahim hatalardan endişe ediyorsa bu yaklaşım makul karşılanabilir. Ki bölgede TC ve yerel despotlar binbir türlü hile ve oyunla bir kaos ortamı oluşturma çabasındadırlar. Ama bu durum Kuran-ı Kerim’e saldırı yapılmasına sessiz kalmak için bir mazeret olamaz.
Saldırıya uğrayan Mustazaf-Der ve Umut-Der’in yaptığı basın açıklamalarında, sağduyu çağrısı yapmaları ve takındıkları basiretli tavır, ‘kirli oyunlar oynanıyor’ diyerek sessiz kalanların tezlerini çürütmektedir.
Kanaatimce bizler kutsal değerleri koruma yerine kafaların derinliğindeki kör taassupla uğraşıyor ve taassuba yeniliyoruz. Yoksa böylesi aleni bir saldırıya sessiz kalmak ve tepki verenleri de eleştirmek başka ne şekilde izah edilebilir. Taassup ve grupçuluk ruhu öyle bir seviyeye ulaşmış olmalı ki, mukaddesata yapılan bir saldırı dahi görmezlikten gelinebilmektedir. Bu gerçekten içler acısı bir durumdur.
Bir camianın siyasi görüşü beğenilmeyebilir, faaliyetleri tasvip edilmeyebilir veya takip ettiği metod eleştirilebilir. Bunlarda İslam’ın çizdiği sınırlar çerçevesinde adavete düşmeden ve kul hakkını gözeterek yapılmalıdır. Varsayalım saldırıya maruz kalan kesimler sessizliğe bürünen kesimlerce kabul görmüyor. Bu durum yüce kitaba saldırı yapılmasına sessiz kalmayı meşru kılar mı? Veya kendilerini sorumluluktan kurtarır mı?
Demek ki kör taassup öyle bir seviyeye ulaşmış ki ne pahasına olursa olsun korunması gereken değerler için dahi ölçü ve mihenk olabiliyor. Evet ortada gerçekten bir provokasyon vardır. Kürdistan’ın mazlum Müslüman halkı kirli bir savaşın içine çekilmek istenmektedir. Bölge ile biraz olsun aşinalığı olan duyarlı herkes bu durumu görebilmektedir. Nitekim Mustazaf-Der ve Umut-Der açıklamalarında bu kirli oyunlara işaret etmiş ve oyuna gelmeyeceklerini ısrarla belirtmişlerdir. Buna rağmen İslami duyarlılığı olduğu bilinen kişi ve çevrelerin sessiz kalması ve hatta bir kısmının DTP gözüyle olaya yaklaşması kabul edilebilir mi?
Malum 20. Yüzyılın başlarında Osmanlı her taraftan kuşatılmış, gün geçtikçe kaybedilen toprakların sayısı artmış ve her gün yeni bir bölge işgale maruz kalmış. Böylesi hassas bir dönemde Kayseri Kadısı ile Konya Kadısı arasındaki en büyük tartışma nedir biliyor musunuz?
Hayır, düşmanı savuşturmak veya talan edilen namusları kurtaracak metod üzerine bir tartışma ve müzakere olmamış bu efendiler arasında. Her tarafta kan gövdeyi götürürken kadı efendiler, sarığın sırta sarkan ucunu sağdan mı bırakmak gerekir, yoksa soldan mı? Tartışmasını bazı kaynaklara göre yedi yıl boyunca sürdürmüş ve işi birbirlerini tekfir edecek boyutlara taşımışlar.
Acaba diyorum o zamanla günümüz arasında yaklaşım olarak ne fark var? Bir yandan kutsal değerlere saldırı olacak, mukaddesatlarımız çiğnenecek tüm müminlerin elbirliği ile bu durumu lanetlemesi gereken bir ortamda, İslami geçinen kesimler sessizliğe bürünecek ve İslami medya da bilmem falan futbolcunun pozisyonu ofsayt mıydı, değil miydi tartışmalarıyla gün geçirecek ve televizyonlarında saatlerce entelektüel tartışmalarla İslami tebliğ görevi yaptığını düşünecek. Bunu vicdan sahibi hiçbir müminin kabul etmesi mümkün değildir.
Birileri kendi yöntemini en doğru olarak kabul edebilir.
Birileri mezhep ve meşrebini en doğru kabul edebilir.
Birileri kendisi dışındakileri doğru da görmeyebilir.
Bunların sorumluluğu yapanlara aittir ve hesabı yüce Mevla’ya havale edilir.
Ama hiç kimse kör taassuplarını ve basit hesaplarını bahane ederek İslam’ın mukaddesatlarına saldırılara sessiz kalamaz ve kalmamalıdır. Eğer birileri bunu yapıyorsa niyetini sorgulamak gerekir.
Bölgede yapılan etkinliklerin görmezden gelinmesine mazlum Müslüman Kürd halkı yabancı değildir. Örneğin yüz binlerin buluştuğu kutlu doğum etkinlikleri İslami görülen medyanın bir kısmında görülmez veya kerhen verilen cılız haberlerle geçiştirilir. Yine bölgede onbinlerin toplandığı Filistin’e destek mitinglerini görmeyip sonradan iki üç bin kişi ile İstanbul’da yapılan mitingler için: “Türkiye’de ilk defa Filistin için bu büyüklükte bir miting yapıldı” şeklinde yazan anlı şanlı Filistin uzmanı geçinen mümin yazarların da tavırları bir yere kadar anlayışla karşılanabilir. Çünkü bölgede yapılan etkinlikleri görmemeleri ve gündeme getirmemeleri bölge Müslümanları tarafından bilinen bir vakıadır.
Buraya kadar tamam da bu coğrafyada yüce kitaba yapılan saldırıyı görmemezlikten gelmek ve saldırıyı yapanların ekmeğine yağ sürercesine onların ağzıyla konuşmak yukarıdaki durumlarla kıyas edilemeyecek bir durumdur. Eğer halka hizmet amacıyla faaliyet yürüten bir kuruluş saldırıya uğruyor ve Kuran-ı Kerimler yerlere atılıp üzerine bira şişesi bırakılıyorsa bunun kanları dondurması ve şiddetle kınanması gerekirdi. İslami değerlere sahip çıkma böylesi vahim bir durumda olmayacaksa ne zaman olacak acaba?
Tüm bunlar bir yana, varsayalım ki bu vahim olaylara karşı sessiz kalan hatta bununla yetinmeyip bu konuda duyarlılık gösteren Müslümanları eleştiren kesimlerin kendilerini avutacak bir bahaneleri olsun.
Bunun ilahi boyutunu düşünmek, hesaba katmak gerekmiyor mu?
Kutsal değerlerin saldırıya uğraması, zihinlerdeki taassup zincirlerini kırmaya yetmiyor mu?
Kutsal değerlerimizin ferd, grup, mezhep veya meşrepler üstü olduğunu anlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz?