Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
“ÖTEKİ”LEŞTİRİLEN MÜSLÜMANLAR VE REJİMİN DEMOKRASİSİ / ABDULLAH HOCAOĞLU
Malum gündemde bir iki aydır başörtüsü ile ilgili anayasa değişikliği vardı. Değişiklik üç partinin oylarıyla kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Akabinde CHP yasanın iptali ve yürürlüğünün durdurulması talebiyle anayasa mahkemesine başvurdu. Bunun yanında seküler çevreler ve zinde güçlerin homurdanmaları artmaya başladı. Aslında ilk günden beklentileri ordunun sürece müdahil olması şeklindeydi. Bu beklenti gerçekleşmeyince çeşitli üniversitelerde provokasyon girişimleri ve başörtülü öğrencileri taciz etmeler başladı. Zaten yasa geçmiş olmasına rağmen çok az üniversite başörtülüleri kabul ediyordu. Buda laikçi zorbaları kesmemiş olacak ki sürekli yeni senaryolar devreye girdi. Son olarak Danıştay 8. dairesi YÖK başkanının yasakçı üniversitelere yönelik Anayasa kurallarına uymaları yönündeki genelgesini iptal etmesiyle, başörtülüleri kabul eden sınırlı sayıdaki üniversite de bu kararlarından geri adım atarak tekrar yasağı uygulamaya başladılar. Buraya kadar anlattıklarım sürecin görünen kısmıydı. Ama aslında perde arkasında birçok işin döndüğü tahmin ediliyordu.
Nihayet önceki gün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından, AK Parti hakkında "laikliğe aykırı eylemlere odak olma" iddiasıyla Anayasa'nın 69/6. fıkrasına istinaden kapatma davası açıldı. Davanın açılması sürpriz değildi. Başsavcı daha iki ay önce bunun işaretlerini vermiş ve başörtüsünün, laikliğin ihlali anlamına geleceğini söylemişti.
İşin hukuki boyutuna girmek istemiyorum çünkü TC’de hukukun kimler için nasıl işlediği ve gerektiğinde “zinde güçler” tarafından Kemalist rejime muhalif düşünen herkese karşı acımasızca kullanıldığı, bugüne kadar ki uygulamalarda görülmektedir. Dolayısıyla eşitlik, adalet ve hukukun olmadığı bir yerde hak, hukuk ve adaletten bahsetmek abesle iştigal olur.
AK Partinin ne derece İslami hassasiyet sahibi olduğu ortada, gerek parti tüzüklerinde gerekse icraatlarında laiklikle ters düşen bir tavırları yok. Aksine çoğu zaman “zinde güçleri” rahatsız etmemek adına normal bir hükümetin yapabileceği icraatları dahi yapmıyorlar veya yapmak isteseler dahi yarı yamalak ve temkinli yapmaya çalışıyorlar. Buna rağmen “Laikliğe aykırı eylemlere odak olma” iddiasıyla kapatılma davası açıldı.
Gelinen süreçte AK partinin kapatılıp kapatılmaması da fazla bir anlam ifade etmez. Başka bir isim altında faaliyetlerini bir şekilde sürdürürler. Nitekim geçmişte kapanan birçok parti değişik isimler altında siyaset sahnesinde yerini almış ve daha yüksek oylarla geri dönmüştür. Yaşanan süreçte esas olan AK partinin durumundan ziyade rejimin İslami değerlere olan kin, düşmanlık ve tahammülsüzlüğünün boyutudur. Yoksa onlar da çok iyi biliyorlar ki AK parti bu rejim için bir tehdit değildir ve rejimi değiştirme gibi bir endişesi yoktur. Bunun için bu tür davalar olsa olsa Kemalist rejimin İslam’a ve İslami değerlere bakışı açısından bir anlam ifade eder.
Rejimin kurulmasından beri İslami değerlere ve Müslümanlara yönelik taciz, baskı ve yasaklamalar sürekli artarak devam ede gelmiştir. Rejimin adında Cumhuriyet ibaresinin olması bir lakırdıdan ibarettir. Demokrasi veya halkın iradesi söylemleri sadece lafta vardır. Yoksa halkının kahir ekseriyetinin Müslüman olduğu bir ülkede, bireyin dahi İslami yaşantısı baskı altına alınıyor. Halkın tercihleri bazen ordu devreye sokularak, bazen yargıçlara havale edilerek yok ediliyor. Devlet, çetelerle derinden idare ediliyorsa bunun neresi demokratik hukuk devleti olur acaba?
Kemalist rejim kurulduğundan beri Müslüman halklar sürekli olarak “öteki”leştirilmiş, dışlanmış ve yabancılaştırılmıştır. Rejimin tüm bu faaliyetleri, mahiyeti, amacı ve İslam’a bakış açısına rağmen maalesef İslami kimliği kendisi için aidiyet kabul eden birçok kesim uyanamamış veya uyanmak istememiştir.
Demokrasi içinde mücadele edelim, kurumlarda İslami şahsiyetler olursa Müslüman halk rahatlar, parlamenter sistemde sorunlar hal edilir veya demokratik yollarla hoşgörü ile mutabakat olur gibi içi boş söylemlere inanılıp hayal kırıklıkları ve hüsran yaşanmıştır.
Öncelikle rejimin laiklik dediği olgunun din düşmanlığı olduğu ve demokrasi dedikleri ise kendi sistemlerini korumak için kullanılan bir araç olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Müslüman birey;
Çocuğuna istediği gibi din eğitimi mi veriyor?
İslami kurum ve kuruluşları müstakilen kurup faaliyet mi yürütüyor?
İnancı gereği giyinip okuluna veya işine mi devam ediyor?
İslami tebliğ faaliyetlerini istediği gibi serbest mi yürütüyor?
Tüm bunlar ve sıralanabilecek yüzlerce meselede özgür bir şekilde hareket ediliyor olsaydı, bu ülkede demokrasi ve laiklik vardır, kimse kimsenin dünya görüşüne karışmıyor, herkes inancını serbest olarak yaşıyor denilebilir ve belki o zaman rejimin içi boş söylemlerinin bir yere kadar anlamı olurdu.
Ama bugün öylesine garip bir ülkede yaşanıyor ki edep çizgisini aşan afişlerin olduğu bir reklama cılız bir tepki ile karşı çıkmak dahi laikliğe saldırı ve birey yaşamına müdahale olarak algılanıp laikçi cenahı top yekun harekete geçirmeye yetiyor. İslami hassasiyetlerinin olduğunu iddia eden parti ve kişiler ise laiklerin öfkesini dindirmek için binbir dereden su getirerek meselenin yanlış anlaşıldığını, böyle bir uygulamanın olmadığını söyleyerek kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar.
İslam’a ve İslami değerlere olan tahammülsüzlük bir yana en basit meselelerde dahi fırtınalar koparılıp dayatmaların yapıldığı bir ülkede, İslami aidiyeti kabul eden bir bireyin demokrasi ve laiklikten medet umması abestir.
Kabul etmek gerekir ki bu rejim kendisi gibi düşünmeyen herkesi “öteki”leştirmiştir. Ama ötekileştirilen kesim buna inanmamakta, ısrarla oyunu onların kuralına göre oynayıp bir yerlere varmak istemektedir ve maalesef bir yere varıldığı da yok.
TC gibi despotik rejimlerden medet ummak, demokratik uygulamalar beklemek veya asgari standartlarda da olsa inançları yaşayabilmek mümkün görünmemektedir. Yapılabilecek en acil iş, ne şekilde olursa olsun özünden yani İslami değerlerinden koparılan halkı bilinçlendirmek için çalışmak ve İslami değerlere ve İslami kimliğe taviz vermeden sahip çıkmaktır.
Bunlar yapıldıkça zaten azınlık durumunda olan laikçi zorbalar azalacak ve nesilleri kurumaya yüz tutacaktır. Şunu da unutmamak gerekir ki, her ne kadar azınlık olsalar da sistemlerini çarpık da olsa oturtmuş ve ülkedeki tüm hassas kurumları ahtapot misali kuşatmışlar. Ama bu onlarla hiçbir şekilde baş edilmez anlamına gelmez, yeter ki onların kendi menfaatleri ve düzenleri için yırtınıp çalıştıkları kadar İslami kesimler de kendi inanç ve davaları için çalışabilsin.
Toplumda İslami bilinç oluşur ve öze dönüş olursa laikçi zorbaların uzaydan yeni bir halk getirecek durumları olmadığına göre dinozor akıbetine uğramaktan başka yolları kalmaz.
İslami duyarlılık sahibi insanların ne şekil hareket etmesini tekrar tekrar hatırlatmanın bir anlamı yok galiba.
Rejimin uygulamalarına bakıp ne şekil hareket edilmemeli?
Nelerden bir fayda gelmez?
Bugüne kadar izlenen yoldan ne elde edildi?
Sorularını herkes kendisine sorarsa nasıl hareket edilmesi gerektiği zaten anlaşılır.
Bugüne kadar içi boş kavramlara beslenen ümitlerin, verilen tavizlerin ve iyi niyetli beklentilerin bir faydası olmamıştır.
Unutulmamalıdır ki; inandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Sizce laiklerin çürük ideolojileriyle bu kadar uzun yaşamasının bir sebebi de olmayacak vaatlere ve söylemelere kanarak farkına varmadan inancından ve yaşayışından taviz veren “ötekiler” değil midir?