Allah’ın
adıyla!
Silahlı Kanadın Cemaate Katılmadan Önceki Dindarlık Durumu
Dini
hassasiyet bölgenin en belirgin özelliklerindendir. Dolayısıyla bireylerde dine
ve dinle ilgili alana yönelik bir potansiyel bulunmakla birlikte bu potansiyel,
doğru dini bilgi ve yaşamla doldurulmadığından suiistimallere açık hale
gelmiştir. Analizde kullanılan dindarlık düzeyleri özgeçmişlerdeki ifadeleri
yansıtacak şekilde kategorize edilmiştir. Buna göre;
Çok Dindar olarak kodlananlar; bütün dini ibadet ve görevlerini aksaksız
yapanları,
Orta Derecede Dindar olarak kodlananlar; birçok dini ibadet ve görevini kısmen
aksatan ve bazı kusurları olduğunu söyleyenleri,
Az Derecede Dindar olarak kodlananlar; dini ibadet ve görevlerini sıkça
aksatanları,
Hiç Dindar olmayan olarak kodlananlar; dini yönden herhangi bir aktivitesi
olmayan ve bu konuda sorumluluk hissetmediğini söyleyen Cemaat mensuplarını
tanımlamaktadır.
Hizbullah Cemaatinin silahlı kanat üyelerinin %76’sı, Cemaate katılmadan önce
kendisini az dindar veya hiç dindar değil olarak tanımlamıştır ki bu silahlı
kanat mensuplarının ¾’ünün dindar olmadığını göstermektedir. %19’u kendini orta
derecede dindar olarak tanımlarken ancak, %5’i kendini tüm ibadet ve dini
vecibelerini yerine getiren kişiler olarak tanımladıkları anlaşılmaktadır. Dini
ideolojiye sahip ve bölgeye şeriat yönetimini hâkim kılmayı hedefleyen bir
Cemaatin elemanlarının Cemaat liderliğine hitaben yazmış oldukları
özgeçmişlerinde dindarlık seviyelerinin bu derece az olması düşündürücüdür.
Cemaatin hedefi öncelikli olarak zaten Allah’ın dinini tebliğ etmektir. Cahili
toplumu vahiyle aydınlatmaktır. Bu yüzden bahsedilen tespit cemaat için menfi
değil ancak müspet bir değerlendirme olabilir. Cemaat mühendislik projesi
peşinde değildir. Raporun dindar olarak nitelediği toplumu jakoben yöntemlerle
tepeden inme, zor kullanarak baştan aşağı değiştirme yolunu değil, ıslah
metoduyla asli kimliği olan İslam’a döndürmeye çalışmaktadır. Raporda geçenin
aksine, Cemaat mensuplarının dindarlıkları toplum vasatının üstündedir. Bilinç
ve bilgi düzeyleri raporlara yansıtılmaya çalışıldığı gibi değildir. Burada
amaç; cemaati, savunduğu ve uğruna mücadele verdiği yüce İslam davasından kopuk
gibi göstermektir. Bu inandırıcılıktan uzak bir iddiadır.
Silahlı Kanadın Cemaate Katılmadan Önce Dini Bilinçli Yaşama Durumu
Araştırmanın en önemli değişkenlerinden birisi, Cemaat elemanlarının cemaate
katılmadan önce, dini bilinçli yaşayıp yaşamadıklarıdır. Bu bulgu bir önceki
bölümde yer alan Cemaat elemanlarının kendi ifadelerine göre belirlenen
dindarlıkları ile birlikte değerlendirilerek yorumlanmalıdır. Silahlı kanat
elemanların %76’sı Cemaate katılmadan önce kendisini az dindar veya hiç dindar
değil olarak tanımlamışken sadece %24’ü “çok” ya da “orta” derecede dindar
olarak tanımlamıştır. Buna karşın, silahlı kanattaki Cemaat elemanlarının %95’i
dini bilinçli yaşamadığını belirtmektedir. Yani %24’lük dilim her ne kadar
kendini dindar olarak tanımlamakta ise de dini bilgisi ve bilinci düşüktür.
Rapordaki istatistiki veriler Cemaat aleyhinde kullanılsa da Cemaatin Kürt
toplumu içerisinde dindarlığı ve dindarlık bilincini ne kadar yükselttiği
devletin istihbarat birimlerince de ortaya koyduğu verilerle itiraf edilmiştir.
‘Dini hassasiyet bölgenin en belirgin özelliklerindendir. Dolayısıyla
bireylerde dine ve dinle ilgili alana yönelik bir potansiyel bulunmakla birlikte
bu potansiyel, doğru dini bilgi ve yaşamla doldurulmadığından suiistimallere
açık hale gelmiştir.‘ Denilerek resmi ideolojinin kurguladığı din dışındaki
‘sahih İslami öğreti’ bozgunculuklarına rağmen ‘ıslah ediciler bizleriz’
tavrıyla mahkûm edilmektedir.
Bundan sonraki bölümde, devletin istihbarat uzmanları silahlı kanat
mensuplarının yukarda bahsedilen karakteristiklerini, iki ana başlık (yetersiz
din bilgisi ve PKK mağduriyeti) etrafında yorumlayarak Hizbullah cemaati
özelinde silahlı kanada nasıl eleman kazandığını açıklamaya çalışmışlardır.
Yetersiz Din Bilgisi
Dini hassasiyet, düşük din bilgisi ile birlikte değerlendirildiğinde bölge
insanının, bilinç düzeyi düşük dindarlık yaşadığı ve doğal olarak da dini
söylemlerle gelen Cemaat propagandalarına açık olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Nitekim doğru dini bilginin eksikliği, cemaatler tarafından eleman kazanma
noktasında istismar edilen en önemli noktalardandır. Araştırma bulgularına
bakıldığında; her 100 Cemaat elemanından 95’inin dini bilinçli yaşamadığı
görülmektedir. Doğru ve sağlıklı dini bilgiye formel mekanizmalar aracılığıyla
ulaşımın mümkün olmadığı durumlarda oluşan bu boşluk, Hizbullah Cemaati gibi
cemaatler tarafından kolaylıkla doldurulmaktadır. Bir uzman sağlıklı dini
bilgiye ulaşımın kısıtlı olduğu durumlarda boşluğun Cemaat elemanlarınca nasıl
doldurulduğunu şöyle anlatmaktadır; “Hizbullah kelimesinin geçtiği bir ayet var.
O ayete atıfta bulunarak eylemlere motive ediyorlar. Elemanlar da propaganda
yapanlara inanıyorlar. Şimdi birçoğu zaten dini bilgi ve dini anlayıştan yoksun
insanlar, bunların inandıkları itibar ettikleri kişiler ‘Aslında din bunu
emrediyor, din mücadeleyi emrediyor, din cihadı emrediyor, din bu adamın
ölmesini emrediyor’ dedikten sonra, bunlar itibar ettikleri kişinin sözüne
dayanarak, gidip adam öldürüyorlar. “
Terör ve Cihad’a Bakışımız
Terör kavramı tıpkı Laiklik kavramı gibi sağa, sola çekilmeye müsait, esnek bir
kavramdır. Büyük ölçüde uluslararası çıkar hesaplarının gözetilmesi nedeniyle
“benim teröristim iyi, senin teröristin kötü “ şeklinde sığ yaklaşımlar terör
kavramını daha karmaşık hale getirmiştir. Yıllarca özgürlük fedaileri olarak
takdim edilen bazı örgütler, çıkarlar gerektirdiğinde teröriste dönüşüyor ya da
benzer nedenlerle terörist kabul edilenler bir anda özgürlük fedailerine
dönüşebiliyor. Örneğin PKK birçok ülke tarafından “Kürt direnişçiler” olarak
kabul edilmişti yıllarca… Onları yine bu ülkelerce terörist yapan tek şey
uluslararası çıkar hesaplarıdır. Yoksa PKK dün ne idiyse bugün de aynıdır.
Değişen hiçbir şey yok. Türkiye tarafından terörist olarak kabul edilmeyen Çeçen
mücahitler, Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması sonucunda terörist oluverdiler.
Bu örnekler yaşadığımız dünyada hayli fazladır.
Hizbullah cemaatine terör örgütü, mensuplarına da terörist deniliyor. Bunu, bize
yapılabilecek en ağır hakaret olarak kabul ediyor ve söz konusu hakareti
müddeilere aynen iade ediyoruz.
Genel olarak terörü üç başlık altında toplamak mümkündür.
Bunlar;
a) Bireysel Terör: Amaç her ne olursa olsun, bir bireyin şiddet içeren her türlü
fiili terördür. Hiçbir bireyin tek başına adaleti sağlama amacıyla bile olsa
şiddet uygulamasını dinimiz kabul etmez. “Bana haksızlık yapıldı” diye herkes
hakkını şiddet yoluyla almaya kalkışırsa kaos ve anarşinin önüne kimse geçemez.
Ancak can, mal, ırz, namus gibi değerlerin savunulmasını bu kapsamdan ayrı
tutuyoruz.
b) Örgütsel Terör: Amaçları, hedefleri ve hedefe gidecek yolu aynı olan
insanların belli bir hiyerarşi doğrultusunda bir araya gelerek oluşturdukları
yapıya örgüt diyoruz. Bir örgütün ideolojisi, yapısı, ismi, amacı, hedefi her ne
olursa olsun, ideolojisini kabul ettirmek için şiddete başvuruyorsa, biz buna da
terör örgütü diyoruz. Ancak şiddeti, zorunlu bazı nedenlerden dolayı son çare
olarak uygulayan istisnai teşkilatlar da vardır ve biz de bu istisnalardan
biriyiz. Niçin şiddete başvurduğumuz halde terörist değiliz? Bunun ayrıntılı
izahını PKK ile mücadelemiz bahsinde yer vereceğiz. Burada ayrıca açıklamaya
gerek görmüyoruz.
c) Devlet Terörü: En vahim olanı da devlet terörüdür. Ne yazık ki bu terörün bol
miktarda örneği de vardır. İsrail ve Amerika’nın yaptıkları bir yana, bizzat
kendileri birer terör devletidir. Her ikisi de terör faaliyetleri neticesinde
kurulmuştur. Dolayısıyla bu devletlerin varlıklarını sürdürebilmek adına
yaptıkları her faaliyet doğal olarak terördür. Amerika’nın Afganistan, Irak ve
daha pek çok ülkeye yaptığı mütecaviz saldırı ve işgalleri, İsrail’in Filistin
halkına karşı uyguladığı sistematik zulmü, Çin’in Doğu Türkistan’a, Rusya’nın
Afganlara, sonrasında Çeçenlere ve daha birçok mazlum halka yaptığı mezalimi
devlet teröründen başka neyle izah edebiliriz? Bir devletin sahip olduğu kudret,
zulüm için kullanıldığında insan dışındaki diğer yaratıkların hiçbirinde
görmediğimiz bir şiddet ve acımasızlık ortaya çıkmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı politikayı da ‘Devlet Terörü’ kapsamında ele
almak mümkündür. Genel olarak tüm Müslümanlara, özelde de Müslüman Kürt Halkına
karşı İstiklal mahkemelerinden ta bugünkü mahkemelere kadar hak ve adaletten
yoksun kararları, mazlumca ve masumca idam edilenleri, gözaltı işkencelerini,
kontrgerilla faaliyetleriyle yapılan hunharca katliamları, Müslümanların
dinlerini yaşama haklarının baltalanmasını, Müslüman Kürt halkının yok sayılması
ve asimilasyon faaliyetlerini terörden başka hangi kavramla isimlendirebiliriz?
Doğu ve Güneydoğuda yaşanan gayri insani uygulamalar, herkesin hafızasında canlı
olarak durmaktadır. Özellikle kırsal kesimde mazlum Müslüman köylülerin
başlarına getirilenler, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı terörü aratacak
boyutlara ulaşmıştır. Buna rağmen yapılan bu terör faaliyetleri, ferdi ve
kontrol dışı uygulamalar olarak gösterilip üzeri örtülmeye çalışılmıştır.
Devletin üniformalı görevlileri tarafından yapılmış olan terör çok daha
yıkıcıdır, çünkü arkasında koca bir devlet vardır ve kanunlar tarafından
korunmaktadır. Hele bu üniformalılar yaptıkları terörü, devletin gizli bir
politikası neticesinde yapıyorlarsa, bunun salt bir terör kavramı ile
açıklanması yetersiz kalacak, bu zulmün tanımı için belki ‘ jenosit’ kavramı çok
daha uygun düşecektir.
Günümüzde kullanılmakta olan terör, terörist, terörizm gibi birbirinden
türetilmiş kavramları İslami terminolojide bulamayız. İslami terminolojide tüm
bu kavramları kapsayan fitne, fesat ve zulüm kavramları yer alır. Fesat–fasit,
zulüm–zalim gibi birbirinden türetilmiş veya birbirleriyle yakından ilgili olan
kavramların izahı, bu fiillere getirilen cezai müeyyideler, bunlardan
Müslümanları menetmeye yönelik ikaz ve şiddetli uyarılar yüce dinimizde o kadar
çoktur ki, İslam hukuk sisteminin büyük bölümünü teşkil etmektedir. Çünkü İslam
bir adalet, sulh ve emniyet dinidir. İslam’da aslolan barıştır, sulhtur. Savaş
ise istisnadır. Tersi olsaydı, o zaman dinimizin ismi İslam değil belki kıtal
olacaktı. İstisna olarak değerlendirdiğimiz savaş veya daha kapsamlı bir
ifadeyle cihat, esas itibariyle zulmün ortadan kaldırılması gibi yüce bir amacın
gerçekleşmesi için yapılır. İslam’a göre cihadın farziyeti, cihada yapılan
teşvik, İslam’da savaş hukuku gibi kapsamlı konular hakkında burada yeterli bir
izahat getirmek imkân haricidir. Hizbullah cemaatinin bu konulara olan yaklaşımı
ve düşüncesini merak edenler, muteber fıkıh kitaplarına müracaat edebilirler.
Genel olarak tüm Müslümanların muteber kabul ettiği eserlerde bu konular nasıl
anlatılıyorsa, bizim düşüncemiz de bundan farklı değildir.
Konumuzla alakalı olması hasebiyle çok kısa olarak cihadın hangi durumlarda caiz
olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz. Buna göre cihad ancak şu iki halde caiz
olur
1– Canın, malın, ırzın ve düşmanlara karşı vatanın müdafaası
2– Allah’ın dinine yapılan davetin önündeki engellerin kaldırılması.
Bu iki durumdan herhangi biri ortaya çıktığında buna karşı şiddete başvurmak
yani cihat yapmak, gücü yeten her Müslüman’a farzdır. Bunu yapmak –haşa– zulüm
olamaz, bilakis zulmü ortadan kaldırmak olur. Yani günümüz kavramlarıyla bunu
şöyle formüle edebiliriz: Cana, mala, ırza, vatana yapılan her türlü tecavüz ile
Allah dinine yapılan daveti engelleme terörizmdir. Bu teröristlerle mücadele ise
cihattır ve Müslümanlar bu teröristlerle mücadele ile emrolunmuşlardır. Nitekim
bir hadis–i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Malını savunurken ölen şehittir. “ (Ebu Davut, Tirmizi, Nesei)
Bakara suresi 199. ayette de Cenab–ı Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
“Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları
sevmez. “
Hizbullah Cemaati ancak bu iki durumdan dolayı şiddete başvurmuştur. Biz buna da
ancak cihat diyoruz ve yaptıklarımızla iftihar ediyoruz. Bilhassa PKK ile
mücadelemiz bahsinde bu konuya örnekleriyle açıklık getireceğiz inşaallah.
(Savunmalar)
Allah’a emanet olun.
MUSTAFA AY
|