17- CİHAD, DİRENİŞ VE ŞEHADET KÜLTÜRÜ Kur’an-ı Kerim, sosyal, ekonomik, kültürel, ideolojik veya askeri saldırılara karşı erkek ya da kadın olsun Müslümanların düşmanın saldırılarına karşı durmaları, saldırıya hedef olan Müslümanların yardımına koşmalarını gerektiğini dile getirir. Bu konulara detaylıca değinen Kur’an-ı Kerim Müslümanların yapması gerekenleri de açıkça beyan eder. DÜŞMANA KARŞI NASIL DAVRANILMALI
“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (Enfal Suresi 60) Görüldüğü gibi Müslümanlar düşmanlarına karşı her alanda hazırlıklı olmalı ve ihtiyaç duyulan bütün donanımlara sahip olmalıdır. Müslümanların gücü ve hazırlığı düşmanda korku ve caydırıcılığa yol açacak kadar geniş çaplı ve ileri düzeyde bulunmalı. Hepsinden önemlisi ise Müslümanların güvenliğinin sağlanmasının gerekliliğidir. Güç bulundurma ve hazırlık, saldırı ve zarar vermek için değil, düşmanı caydırmak, İslam coğrafyasına saldırılarını önlemek ve zarar vermesinin önüne geçmek içindir. “Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarîlere: Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir? demişti. Havarîler de: Allah (yolunun) yardımcıları biziz, demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Saff Suresi 14) İşte bu, Kur’an toplumunun ulaştığı en yüksek makamdır. Allah Teala’nın yardımcıları olmak, inanan insanlar için büyük bir makam ve sonu gelmez bir mutluluktur. Bütün bunlar Allah’ın dinine sımsıkı sarılıp İslam’ın varisleri olarak İslam’ın tarafında bulunmakla ve hayatı İslam ile dizayn etmekle gerçekleşir. Kur’an toplumunun fertleri Hz. İsa’nın havarileri gibi hayatlarını Allah yoluna vakfedip, olaylara da bu pencereden bakmalıdırlar. Böylece Allah Teala, kendi yardımcıları olan Mü’minleri düşmanlarına karşı destekleyecek ve üstün gelmelerini sağlayacak. “Ey inananlar! Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar” (Muhammed Suresi 7) Allah Teala’nın dinine yardım, onun ölçüsünün, insanlar için uygun gördüğü hayat sisteminin uygulanması için verilen mücadeledir. Kur’an toplumunun sorumlu olduğu en önemli vazifedir. Toplumu temizleme, arındırma, gelecek nesilleri İslam’a göre yetiştirme, Allah Teala’nın uygun gördüğü sistemin fertlerde ve toplumda yer edinmesi için yapılan çabalar Allah’ın dinine yapılan yardımlardır. Mücadele ve cihad, Allah Teala’nın adaletinin geçerli kılınması ve zulmün yeryüzünden yok edilmesi amacıyla yapılır. Allah’a yardım edilmesi durumunda zor ve sıkıntılı olan ve insanların değişik sebepler ileri sürerek girmeye cesaret edemedikleri mücadele ve cihad meydanlarına açılıp direnmeleri için Allah Teala güç vermekte ve Mü’minlerin ayaklarını sabit kılmaktadır. Bu uğurda atılan adımlar Allah Teala’yı hoşnut edecekse ve yapılan faaliyetler sevap getirecekse Kur’an toplumunun fertleri neden mücadeleden geri dursunlar? “Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiç bir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Enfal Suresi 72) Allah yolunda mal ve canla cihad Kur’an toplumunun en bariz özelliklerindendir. Bu topluluğun hiçbir ferdi kendisini bu çerçevenin dışında göremez. Bu çizgi üzere yaşanınca, bazı aşamalarında zorunlu olarak Mü’minlerin önüne hicret çıkar. İslam düşmanlarının ardı arkası kesilmeyen zulümleri üzerine Mü’minlerin sıkıntılara girmeleri ve hayatlarının tehlikeyle yüz yüze gelmesi üzerine hicret yolu açılır. İnsanlığa yeni ufuklar açan Hz. Peygamber (sav) ve ashabının Mekke’den Medine’ye hicreti bu çerçevede gerçekleşmişti. Mekke’de İslam’ın saflarına katılanlar aile ve kabilelerin sıkı asabi bağlarını bir tarafa bırakıp Allah Resulü (sav)’in etrafında toplandılar. Bu numune topluluk Kur’an toplumunun ilk çekirdeğini oluşturuyordu. Aynı bedenin uzuvları gibi birbirlerinden kopmayan sağlam bir cemaate dönüştü. Müşriklerin zulmünün çekilmez hale gelmesi ve İslami mücadelenin yeni bir aşamaya girmesi üzerine Medine’ye hicret ettiler. Medine’de devletleşen Kur’an toplumu, müşrik sistemi derinden sarsıyordu. Geleceği tehlikeli gören İslam düşmanları bu yeni devletin gelişmesini durdurmak ve yok etmek için dört koldan saldırılar gerçekleştirdiler. Saldırıları bertaraf etmeye çalışan Mü’minler yoğun bir direniş hattı oluşturdu. Canları ve mallarını ortaya koyarak büyük fedakârlıklarda bulunup bu taze fidanın tehlikelerden kurtulması için çabaladılar. Müslüman olmuş, mallarının gitmemesi ya da akrabalarıyla ilişkilerinin bozulmaması veya müşriklerin öldürücü darbelerinin getirdiği korkuyla Mekke’de kalıp hicret etmeyen Müslümanlar vardı. Küfür toplumunda perakende yaşıyorlardı. Kur’an toplumunun iradesinin ve gücünün geçerli olduğu alanda yaşamadıklarından, müşriklerden bütün bağlarını koparıp hicret edinceye kadar ya da yaşadıkları yerde Kur’an toplumunun iradesi geçerli olana kadar Kur’an toplumunun bunlar üzerinde velayetinden söz edilemez. Ancak din konusunda zulme uğrayınca yardıma ihtiyaç duyduklarında yalnız bırakılmamaları ve yardımda bulunulması istenir. Kur’an-ı Kerim bir ince noktaya daha açıklık getirip bütün bu yardımların Kur’an toplumunun anlaşmalı olduğu toplum aleyhinde olmaması gerektiği kaydını düşer. Zira anlaşmanın Kur’an toplumu için oluşturduğu hayati önem söz konusu olduğu gibi, Kur’an toplumunun zararına da olsa verdiği sözün ve yaptığı anlaşmanın arkasında olduğu gerçeğinden dolayı orada yaşayan Müslümanların karşılaştıkları sıkıntılara rağmen anlaşmanın gözetlenmesi istenir. “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara Suresi 190) “(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (Bakara Suresi 193) Kur’an toplumu, istikbar güçlerinin sistemini kabul etmediği ve boyun eğmeye yanaşmadığı için değişik sorunlarla karşılaşır. Kur’an toplumunu susturmak ve etkisiz hale getirmek için saldırılar başlar. Savaş dayatılır. Allah yolunda (olduğunuzdan dolayı) size savaş açanlara karşı sizin de savaşmanız, saklanarak, kaçarak ya da boyun eğerek ortamı onlara terk etmemeniz istenir. Ayette, savaşta bile olsa İslam toplumunun uyması gereken muazzam ölçü ortaya konur. Aşırı gitmeme ölçüsü! Kesin ve net ifadelerle bu ölçü dile getirilmekte ve Allah Teala’nın aşırı gidenleri sevmediği belirtilmektedir. Yani Allah’ın dini ve davası için bile olsa Mü’minler aşırılıkta bulunamaz. Mücadele ve savaş itidal çizgisini aşmamalı ve aşırılıklardan kaçınılmalıdır. Müslümanların İslam’ı anlatma ve tebliğ etme, muhataplarının da kendi hür iradeleriyle kabul etme veya etmeme hakları var. Ne Müslümanlar, İslam’ı kabul etmeleri için onları zorlayabilir ne de başkaları Müslümanların İslam’ı anlatma ve yaşamalarına engel olabilir. Müslümanların engellenmesiyle sıkıntı başlar. Zulme uğradıkları zaman karşı koyup zulümden kurtulmak için çabalamaları gerekir. İnanç ve ifade özgürlüğünün sonuna kadar geçerli olduğu toplumlarda Müslümanların şiddete başvurması ve savaşa yeltenmesi söz konusu değildir. Önemli olan düşüncelerini ifade etme ve inandıkları gibi yaşama çabalarıdır. Özgürlüklerin sağlanması insanların İslam’ı tanımalarına, kabullenmelerine ve dolayısıyla sosyal hayatta katkıda bulunduklarında sağlıklı bir toplumun oluşmasına yardımcı olmalarına yol açar. İslam’da cihad, inancın baskı altına alınması, Mü’minlerin zulme uğraması ve engellenmesi üzerine devreye girer. Ganimet elde etme, başkalarının mülkünü ele geçirme veya servet çoğaltma uğruna cihad yapılmaz. “Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz. Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.” (Nisa Suresi 74-76) İslâm’da toprak işgali, bir ırkın üstünlüğü, bir toplumun elindeki kaynakları ele geçirme ya da zenginliklerine konma gibi amaçlarla savaşa izin verilmez. Savaşın amacı, düşmanın saldırılarına karşı koymak, yeryüzünde zulmün sona erdirilmesi ve Allah’ın adaletinin gerçekleşmesi içindir. Allah yolunda cihad kararının verilmesiyle Mü’minler, bütün bahaneleri bir tarafa bırakıp vazife bilinciyle hareket etmelidir. Zulme maruz kalan kadın, çocuk ve mustazafların yüzleştiği sıkıntılardan dolayı Allah’tan yardım dilemeleri üzerine Allah Teala, bu işe şahitlik yapan Mü’minlere seslenmekte, bütün bunlar olduğu halde neden savaşmıyorsunuz? gibi sert bir çıkışla dikkatler celbedilmektedir. Resul-i Ekrem (sav) ve ashabının hicretinden sonra iman ettikleri halde hicret etmeyip Mekke’de kalan Müslümanların müşrikler tarafından zulme uğramaları ve Allah Teala’dan yardım istemeleri üzerine Mü’minlerin dikkatleri bu noktaya yönlendirilmektedir. Kendilerini savunamayan bu insanların imdadına koşmaları, zulümden kurtulmaları için yardım etmeleri istenmektedir. Mü’minlerin Allah yolunda savaşabilecekleri, güç, makam, mevki ve servet gibi hedefler için asla savaşamayacakları zikredilmektedir. İşte Mü’minlerin biricik amacı yeryüzünde Allah Teala’nın adaletinin gerçekleşmesi uğruna verilen mücadeledir. Kafirler ise tağut uğruna, yani Allah’a ve Allah’ın sistemine karşı çıkan güçler adına Allah taraftarlarına karşı savaşırlar. De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi 24) Müslümanların ilişkilerinde kırmızı çizgileri net bir şekilde ortaya koyan ayeti kerime, Mü’minlerin beşeri hayatlarının dayanaklarını açıkça zikreder. Dünyanın bütün nimetleri bir tarafa, diğer tarafa ise Allah, Allah Resulü ve Allah yolunda cihad yerleştirilmekte ve terazinin bu kefesinin kesinlikle diğerlerinden ağır basması gerektiği bildirilmektedir. Eşler, evlatlar, güzel evler ve tatlı hayat bir tarafa bırakılırken; zor, zahmetli, hayattan bedeller isteyen, hayatı zor ve sıkıntılı kılan Allah yolunda cihad Mü’minlerin en önemli görevi olarak tanımlanır. İşte Kur’an toplumunun üstünlüğü burada yatar. Her merhalesi kendine has sıkıntıları olan, insanı düşmanın hedefi haline getiren, birçok alanda saldırılara maruz bırakan, bugün karşılaştığımız gibi düşmanın bütün silahlarını ateşlediği bir mücadeleye katılma zorunluluğu. Bugünkü şekliyle güçlü imkanlarını harekete geçirip yalan ve uydurma haberlerle insanların zihinlerini etkileyen düşman, ateşli silahın kullanılmadığı alanda bile Mü’minleri zor durumlarda bırakabilmektedir. Bütün bu sıkıntılı tablolara rağmen sadece Kur’an toplumu Allah yolunda mücadelede ısrar etmelidir. Ucunda bir ömür zindan, sürgün ve hicret olan, zulüm ve baskıları eksik olmayan bir mücadeleyi Kur’an toplumundan başkası sırtlayamaz. Bütün bunlar dünyadan el etek çekme, dünya nimetlerinden faydalanmama anlamında değildir. Allah, Allah Resulü ve Allah yolunda cihad kalpteki bütün sevgilerin tepesinde yer alınca, Allah’ın yarattığı nimetlerden helal yoluyla faydalanma kapısı ardına kadar açıktır. Allah Teala’nın insanoğlundan istediklerinin hiç biri insan gücünün üstünde değildir. İnsan fıtratı ve kabiliyetleri bu sorumlulukları yüklenecek kapasitede yaratılmıştır. İnsanlar Allah’ın istediklerinin zor olduğunu söyleyip uzak duruyorlarsa, bu durum, güçlerini aştığından değil, kendilerini yeterince işe vermemelerinden ve dünya nimetlerinden vazgeçmemelerinden kaynaklanmaktadır. Oysa Allah’ı, Allah Resulü’nü ve Allah yolunda cihadı önceleyip hayatın bircik desturu haline getirenler ve bunu hayatlarında yaşayanlar, maddi olarak büyük sıkıntılarla yüz yüze kalsalar da, hayatlarından büyük haz almakta, ruhen büyük bir mutluluk içinde bulunmaktadırlar. İşte Kur’an toplumuna zevk ve mutluluk veren ve hayatı sevimli hale getiren biricik yol… İbrahim FIRAT |