Dediler ki: “ona Rabbinden ayetler/mucizeler indirilmeli değil miydi?” De ki:
“ayetler/mucizeler ancak Allah katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
Kendilerine okunmakta olan Kitap’ı sana indirmemiz onlara (mucize) olarak
yetmedi mi? Kuşkusuz bunda (Kur’an’da) iman eden bir kavim için bir rahmet ve
bir öğüt vardır.” (Ankebut suresi:29/50-51)
Allah
(c.c) Peygamberlere, Risaletlerinin doğruluğuna delil teşkil etsin diye,
kavimlerine gösterilmek üzere birtakım mucizeler vermiştir. Bu mucizelerin
etkisi bazen zaman olarak kısa, bazen de peygamberlerin vefatıyla etkisi de
kalkmış oluyordu. Ancak Resulullah (s.a)’in en büyük mucizesi olan Kur’an ise,
kıyamete kadar etkisini göstermeye ve varlığını sürdürmeye devam edecektir.
Kur’an’ın İlahi bir mucize olduğunun delili ise, konumuzun başına almış
olduğumuz ayeti kerimedir: “Kendilerine okunmakta olan Kitap’ı sana
indirmemiz onlara (mucize) olarak yetmedi mi?” diye buyurulmaktadır.
Bu mucize, belki bütün peygamberlerin göstermiş olduğu mucizelerin etkisini
gösterecek kadar büyüktür. Kur’an’ın mucizevi etkisi ve bereketiyle, cehaletin
zirvesinde olan bir topluluk, insanlığa önder olmuş, onlara insanlık dersi
vermiş ve Allah (c.c)’a kulluk noktasında örnek İslami bir şahsiyet ortaya
koymuşlardır. Düşmanlarının çokluğu, ona ve mensuplarına olan tahammülsüzlüğüyle
beraber, Kur’an’ın kılavuzluğunda büyük fetihler gerçekleştirilmiş, fethedilen
topraklarda yaşayan insanlar, onun sayesinde cehaletten ve delaletten
kurtulmuşlardır. Kur’an’ın ruhuyla gerçek hayata kavuşmuş ve onun nuruyla da
karanlıklardan aydınlığa çıkmışlardır. Geçmiş tarihimize baktığımızda,
tarihimizin en göz alıcı dönemleri, Müslümanların Kur’an’a sımsıkı sarıldıkları
dönemler olmuştur. Ona sırt çevrilip gerekli ihtimamın gösterilmediği dönemler
ise, tarihimizin en karanlık ve zillet dönemleri olarak kendini göstermiştir.
Onun için İslam düşmanları, tarih boyunca Kur’an mucizesi karşısında hep
yenilgiye uğramış, rezil rüsva olmuşlardır. Yaşamış oldukları mukadder
yenilgiden kurtulmanın çaresi olarak, Müslümanları Kur’an’dan uzak bırakmaktan
bulmuşlardır. Heyhat ki zaman zaman bu şeytani projelerini uygulamada başarılı
olmuşlardır. Özellikle yaşamış olduğumuz coğrafyaya musallat olan İslam
düşmanları, Cumhuriyet adı altında kurmuş oldukları tağuti sistem ve bu sistemin
başına getirmiş oldukları sözüm ona büyük kurtarıcıya ilk yaptırmış oldukları
icraat, Kur’an ve onun eğitiminin yasaklatılması olmuştur. Asırlardır Kur’an’la
hemhal olmuş ve onu bütün hayatlarına geçirmiş olan bir topluluğu Kur’an’dan
uzaklaştırmak için, başta bu uygulamaya boyun eğmeyen alimler ve onların
takipçileri olan halk -kadın erkek demeden- kıyımdan geçirilmişlerdir. Süleyman
Hilmi Tunahan hazretleri, Müslümanların o dönemde yaşamış oldukları o korkunç
durumu, tarihe not düşecek şu ibretli sözle özetlemiştir: “Bütün bir toplumun
belleğinde Kur’an silinip unutulur endişesiyle iki kızıma hızlı bir şekilde
Kur’an’ı öğrettim ki, onlar da çocuklarına öğretsinler ve böylece Kur’an
unutulup gitmesin!” demiştir. Daha sonraları ise insanlara Kur’an’ı öğretmek
için, en sarp dağların mağaralarına çekilip, oralarda Kur’an’ı gizlice öğretmeye
çalıştığını zikretmiştir.
Mevcut mürtet sistem, kurulduğu ilk günden beri, Müslümanlara zulmün her
türlüsünü yaşatmış ve hala yaşatmaya da devam etmektedir. Bu süre, neredeyse bir
asrı devirmiştir. Gelmiş olduğumuz bugünümüzde ise toplum, sistemin asimilasyon
projesine adeta teslim olmuş, Kur’an ’sız bir hayatı kanıksamış ve şu ayeti
kerimede geçen peygamberi feryat toplumda kendini göstermiştir: “Peygamber
dedi ki: Ey Rabbim! Gerçekten kavmim bu Kur’an’ı terk edip bıraktılar.”
(Furkan suresi: 25/30)
Kur’an’ı bıraktığımız için toplum olarak nasıl sağa sola savrulduğumuz
ortadadır. Düne kadar Müslümanlar için umut vadedenler, iktidar mevkiine
geldiklerinde ise, önceki zalimlerin yapmış oldukları zulmün aynısını onların
döneminde yapılmaya başlamışlardır. Kur’an’ın bir emrini yerine getirmek ve
çocuklarına Kur’an’i bir hayat sağlamak için çırpınan anne ve babalara verilen
cezaları görmemezlikten geliryorsunuz. Hani “cennet annelerin ayağı
altındadır” diyordun. Hani “annemin ayağının altını öperim” diyordun.
Müslüman bir anne, kızına sahip çıktığı için ona yapmış olduğun bu zulümden
dolayı, Kahhar olan Allah’ın kahrının, kıyamete kadar peşinde olacağını
hatırlatıyorum!
Evet, Kur’an, bu toplumdan ve toplumun hayatından koparılıp atıldı. Müslümanlar
olarak, Kur’an’a olan bu duyarsızlığımızdan artık kurtulmamız gerekmektedir.
Geçenlerde hassasiyet sahibi bir Müslüman diyordu ki: “Müslümanlar, Kur’an’a
sahip çıkma, çocuklarını Kur’an terbiyesi üzeri yetiştirme adına, ağızlarına
alacakları bir lokmayı ve üzerlerine atacakları bir elbiseyi dahi kendilerinden
esirgeyip Kur’an’a hizmet yolunda harcamalıdırlar!” Toplumun içine düşmüş olduğu
bu korkunç durumdan kurtulması için, kocaman metropollerde, birkaç tane irili
ufaklı Kur’an kursunun faaliyete geçirilmesiyle bu işin hakkında gelineceği
düşünülmemelidir. Zaman, Müslümanlar olarak bütün varlığımızla Kur’an’a sarılma
ve toplumun kılcal damarlarına Kur’an’ın ruhunu zerk etme zamanıdır. Zaman,
zifiri karanlığa bürümüş olan topluma, Kur’an’ın nurunu yansıtma ve onunla
aydınlatma zamanıdır.
Allah Azze ve Celle, nurunu tamamlamak ve dinini en üstün kılmak istiyor. Aziz
İslam’ın ve Müslümanların tekrar hakimiyet sahnesine çıkmalarını diliyor.
Rabbimizin bu isteğine, geceli gündüzlü, vâridatlı vâridatsız, küçük büyük,
kadın erkek her Müslümanın, lebbeyk deyip ona doğru koşması gerekmektedir.
Zaman, oyalanma zamanı değildir. Vermiş olduğumuz mücadele, Müslüman olarak
yeniden var olma mücadelesidir. Müslümanlar olarak, asırlardır hep ezilmiş ve
tahkir edilmişiz. Değerlerimiz hep ayaklar altında ezilmiştir. Allah (c.c),
ezilen bu ümmetin, ayağa kalkmasını ve dünya üzerinde iktidar sahibi olmasını
istiyor. O zaman, hala neyi beklemekteyiz? Neden dünyanın basitliklerine takılıp
kalmaktayız. Zaman, Kur’an ve Sünneti başımızın üstüne koyup, onun uğrunda
mücadele verme zamanıdır. Zaman, her mahalle ve sokağı, Kur’an ve Sünnet
taliminin yapıldığı kurumlarla donatma ve onun nuruyla aydınlatma zamanıdır.
Rabbimizin bu iradesinin tecellisi için, bütün imkan ve değerlerimizle mücadele
sahnesine fırlayıp, büyük fedakarlıklar gösterme zamanıdır. Ufak tefek
infaklarla ve fedakârlıklarla Rabbimizin bu iradesinin tecellisi mümkün olamaz.
Tıpkı Resulullah (s.a.v) ve Ashabı gibi büyük fedakarlıklar göstermek
durumundayız: “Fakat Peygamber ve onunla beraber iman edenler, mallarıyla ve
canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlar içindir ve işte kurtuluşa
erenler de onlardır.” (Tevbe suresi: 9/88)
Bu satırları okuyan kardeşlerime sormak isterim: Hanenizde Kur’an’ı ezberlemiş
olan kaç insanınız vardır? Günlük olarak çocuklarını ve ailesini etrafında
toplayıp onlarla İbni Kesir, Kurtubi… den tefsir dersi, Buhari, Müslim, Tirmizi…
den de hadis dersi yapan kaç tane kardeş ve bacımız vardır? Kur’an’ı okuduğunda
anlayan, onun mana ve mefhumu üzerinde düşünen kaç insanımız vardır? İslam
dininin temelini, Kur’an ve Sünnet oluşturmaktadır. Bunu bilmeliyiz, bu
anlaşılmalıdır ve titizlikle hayata geçirilmelidir. Bütün bunları yapma gayreti
içinde olmaya çalışalım aksi halde sorumluluklarımızı yerine getirmemiş oluruz.
Tağutların hışmına ve zulmüne maruz kalmış Müslümanlardan önemli bir kesim,
Kur’an’a ve Sünnete sarılarak, ayakta kalma ve İslami hayatlarını muhafaza etme
mücadelesini vermişlerdir. Bu tür İslami toplumların önemli bir kısmı, Kur’an’ı
hıfz etmişlerdir. Oralarda Kur’an’ı hıfz etmek, normal adetten sayılmaktaymış.
Kur’an’la beraber binlerce hadis ezberleyen Müslümanlar mevcutmuş. Üzerlerindeki
zulüm biraz hafifleyince bu Müslümanların, Kur’an’ın etrafında nasıl
kenetlendikleri, tağutları ve sistemlerini nasıl tarihin çöplüğüne attıklarına
şahit olmaktayız. Heyhat ki toplumumuz, Kur’an’a karşı hala bir mehcuriyyet/onu
terk edip ondan uzak durma halini yaşamaktadırlar. Kur’an’a olan bu
yabancılıktan artık kurtulmak gerekiyor. Kur’an’la aramızdaki buzları eritip,
bütün varlığımızla ona sarılmak gerekiyor. Onun rahmetiyle kuşatılma ve
öğütleriyle uyanma zamanıdır.
Hacı İNAN
|