“Musa
ve Kardeşine; “Şehirde kavimleri için evler edinin, evlerinizi kıblegâh/namazgâh
yapın! Namaz kılın” diye vahyettik. Müminleri müjdele. “ (Yunus Suresi:
10/87)
Musa
(a. s) döneminde, Firavunun, Müslümanlar üzerindeki zulüm ve baskısı artınca ve
Müslümanlar İslami vecibelerini açıkça ifa etme imkânı bulamayınca, Allah (c.
c), Müslümanların daha güvenli mekânlarda ibadet etmeleri için Peygamberleri
olan Musa ve Harun (a. s)’a vahyedip, ibadetleri için evler edinmelerini ve o
evlerde dini vecibelerini yerine getirmelerini emretti. Bu ayeti kerimeden
anlıyoruz ki, Müslümanların, İslami sorumluluklarının ifası konusunda baskı ve
sıkıntılar, hiçbir zaman mazeret olarak kabul görmemektedir. Eğer rahat bir
ortamda ibadetlerini yapamıyorlarsa, daha güvenli ortamlar oluşturup o
ortamlarda Rablerine olan kulluk vazifelerini ifa edebilirler.
Bidayetinden günümüze kadar olan süre içerisinde mevcut sistemin, Müslümanlar
üzerindeki baskı ve zulmü kesintisiz devam etmiştir. Kimi dönemlerde bu şiddet
en ileri boyutlara varmıştır. Öyle ki Müslümanlara adeta nefes aldırtılmamıştır.
Namazgâhları olan cami ve mescitler, başka amaçlar için kullanılmış, açık
bırakılanlar ise gerçek manada işlevlerinin ifasına müsaade edilmemiştir. Bu
durum günümüze kadar devam etmiştir. Medreseler ise bütünüyle ilga edilmiş,
binaları ya müzeye çevrilmiş ya da daha kötü amaçlar için tahsis edilmiştir.
Daha bir yıl önce Mardin’deki Kasımiye medresesi ve mescidinin, mankenlerin
sahne almalarına ve defile düzenlemelerine tahsis edilmiştir. Bu yapılanları
hiçbir gayret sahibi Müslüman asla unutmamalıdır. Bu mukaddes mekanlarda Kokteyl
dahi düzenlenmiş ve içki servisi yapılmıştır.
Mevcut sistemin yasalarında devletin belirlediği alanların dışında Kur’an
eğitimi yapmak ciddi bir cezai müeyyide gerektirmektedir. Dünyanın geldiği
bugünkü noktada bile, -yaşadığımız topluma musallat olan mevcut sistem-
Müslümanlara İslami eğitimi halen yasaklamaktadır. Bu tür yasaların
çıkartılmasında, Müslümanların pasifliği ve dini emirlere karşı olan
duyarsızlıklarının katkısı da şüphesiz büyüktür. Eğer Müslümanlar İslami
vecibeleri konusunda gerçekten hassasiyet sahibi olsalardı, kanun çıkarıcılar
mutlaka bunun hesabını yaparlardı. Yahudiler bile kendilerine baskı yapıldığı
dönemlerde, hiçbir zaman gerek dini gerekse de sosyal gereksinimlerinden
vazgeçmemiş, hatta daha büyük bir hassasiyetle bunlara sarılmışlardır. Aynı şeyi
toplumumuz için de söylemek çok zordur.
Mevcut sistemin getirmiş olduğu bu baskı, zulüm ve Müslümanların da pasifliği
neticesinde böylesi İslami olmayan bir manzaranın çıkmasına sebep olmuştur.
Mağribî bir Müslüman Türkiye’ye gelmiş ve bir gazeteye vermiş olduğu röportajda
aynen şunları söylemiştir: “Türkiye’nin laik sistemle idare edildiğini ve
Müslüman toplumun ifsat edilmiş olduğunu duymuştum. Yalnız Müslüman bir toplumun
bu hale geleceğini asla tahayyül etmemiştim!”
Magripli Müslümanın da belirttiği gibi, gerçekten toplumun arz ettiği manzara
–İslam açısından- korkunçtur. Bu manzarayı müspete çevirmenin yolu, kuşkusuz
İslami eğitimden geçmektedir. Bu toplum her ne kadar İslam’dan uzaklaşmışsa da,
derinlerinden imanın kıvılcımlarının olduğu muhakkaktır. Yeter ki bu kıvılcımlar
çakılsın ve alevlendirilsin! Allah (c. c)’ın lütuf ve keremiyle imanın coşkusu
ve hareketi, mevcut manzarayı değiştirip imani bir görünüm vereceği muhakkaktır.
Toplum olarak, üzerimize bir karabasan gibi çöken cehaletten kurtulmanın yolu,
Hiç bir imkan olmasa bile Musa ve Harun (a. s)’ın, toplumları için uygulamış
oldukları yöntemi bir bütün olarak toplumda uygulamaktan geçer. Mevcut olan
bütün imkânlarımızı seferber ederek İslami eğitimin emrine vermekle mümkün olur.
Camiler bu işin merkezini oluşturmalıdır. Her Müslümanın, yakınında bulunan cami
ve mescidin bir eğitim merkezi haline gelmesi için katkı sunması ve buna önayak
olması gerekir. Mevcut Kur’an kursları ve diğer İslami eğitim kurumlarının en
faal ve etkili bir şekilde değerlendirilmesinin mücadelesi içinde olmalıdırlar.
Şuan birçok Kur’an kursu öğrencisizlikten dolayı boş kalmış ve atıl durumda
bırakılmıştır. Bunların canlandırılması için gerekli olan imkânlar harekete
geçirilmeli ve tekrar İslami eğitimin oralarda canlanılması sağlanmalıdır. İmam
Hatip okulları şu anki halleriyle, Allah korusun birer aşk ve ahlaksızlık yuvası
haline dönüştürüyorlar. İlahiyatların durumu da aynı vahameti arz etmektedir.
Toplumun bu vahim durumdan kurtulması için, Müslümanların öz be öz imkânlarıyla
inşa edilmiş ve faaliyete sokulmuş olan bu kurumların, ıslahı ve yararlı bir
hale getirilmesi için, hassasiyet sahibi Müslümanların bu kurumlara el atmaları
ve bu mevcut halden kurtarmaları gerekir. Netice itibarıyla buralarda okuyan
öğrenciler, dini hassasiyeti olan ailelerin çocuklarıdır. Bu saf ve temiz
duygularla çocuklarını bu okullara gönderen Müslümanlar, çocuklarının
hayallerini kıracak bir vaziyetle kendilerine dönmemeleri için, bu okulların
mevcut durumdan kurtarılması gerekir.
Belki Müslümanların yapmaları gereken en önemli işleri ise, evlerini birer
medreseye dönüştürmeleridir. Tabi ki bu durum, şüphesiz ciddi bir fedakarlığı
gerektirmektedir. Müslümanların, bu mevcut hayat programlarından kurtulup,
hayatlarının bütününü Allah’a ve O’na olan kulluğa tahsis etmeleri gerekir.
Düşününüz ki, Müslümanların evleri, bir bütün olarak Kur’an eğitimine ve İslami
tedrisata tahsis edilmiş! Her Müslümanın evinde öğrenciler, günün belirli
saatlerinde İslami eğitim görmekte ve İslami şahsiyet edinilmeye
çalışılmaktadır. Gerçekten hayali bile dehşet verici ve Müslümanları büyük
sürurlara gark edicidir. Eğer Müslümanlar evlerini birer cennet bahçesine
döndürmek istiyor ve evlerine şeytanın girmesini istemiyorlarsa, evlerini
mutlaka İslami tedrisatın hizmetine vermelidirler. İslam ve Kur’an eğitiminin
yapıldığı yerlerde şeytanın giremeyeceğini Resulullah (s. a. v) müjdelemiştir.
İslami eğitim seferberliğine bütün Müslümanların, iştirak etmesi gerektiğini
sıklıkla vurgulamaktayız. Şüphesiz bu durum, Allah (c. c)’ın, kullarından
dilediğine bağışlamış olduğu büyük bir lütuf ve ihsanıdır. Allah (c. c)’ın bu
yüce lütfuna mazhar olmak için her Müslüman kadın ve erkeğin, ciddi bir yarış
içinde olması gerekir. Müslümanların anlayışlarından, İslami değer ve kıymetler
büyük çapta tahrip edildiği için heyhat ki Müslümanlar, bu büyük İlahi lütfun
kadrini hakkıyla takdir edememektedirler.
Müslümanlardan niceleri, ömürleri boyunca Allah (c. c)’a kulluk ve ibadette
bulunmakla beraber, dinlerini öğrenme, anlama, hakkıyla yaşama ve insanlara
iletme noktasında, aynı hassasiyeti göstermedikleri görülmektedir. Oysa her
Müslüman erkek ve kadına, dinlerini imkân ve kabiliyetleri nispetinde, öğrenme
sorumluluk ve mükellefiyetleri vardır. En azından, İslam dinini kendilerine dava
edinmiş olan Müslümanlar, Kur’an’larını ve Resullerinin sünnetini öğrenip,
çocuklarına, aile ve akrabalarına öğretmeye çalışmaları durumunda bile, ne kadar
büyük ve hayırlı bir bereketin toplumda oluşacağı muhakkaktır. Bu durum,
toplumda –müspet yönde- ciddi dalgalanmalara sebep olacaktır. Müslümanların
yapmaları gereken işleri, açık ve net olarak önlerinde durmaktadır. Hal bu iken,
Müslümanların bu en önemli işleri konusunda bigâne kalmaları ve bu en önemli işe
yönelmemeleri, gerçekten hayret verici bir durumdur. Müslümanların bu haline
üzülmemek ve ıstırap çekmemek mümkün değildir. Müslümanların, biran önce bu
ataletten kurtulmaları ve dinlerinin eğitimi konusundaki sorumluluklarını
yüklenmeleri, kuşkusuz büyük bir aciliyet arz etmektedir.
Hacı İNAN
|