“Kasem
olsun ki, zikir için (okunsun, hıfz edilsin, anlaşılsın diye) Kur’an’ı
kolaylaştırdık, öğüt alan (üzerinde düşünen) yok mudur?” (Kamer Sûresi: 54/17)
İlk indiği günden beri, İslami eğitimle İlgili müfredatın omurgasını ve ana
mihverini hep Kur’an’ı Kerim oluşturmuştur. Müslümanlar eğitime ilk adımı hep
Kur’an’la atmışlardır. Kur’an’la eğitimlerinin temelini sağlamlaştırdıktan
sonra, diğer İslami ilimleri onun üzerinde inşa etmişlerdir. Bu doğru ve sahih
olan gelenek, içinde yaşamış olduğumuz toplumun kara bahtı olan mevcut sistemin
kuruluşuyla beraber, eğitim sisteminden kaldırılmıştır. Bir daha yaşanılmaması
ve asla gün yüzüne çıkmaması için de, tam bir asırdır İslam’la ve onun bütün
değerleriyle savaşılmaktadır. Bir Müslüman araştırmacının tabiriyle, “Bu
toplumda İslami eğitim felç edilmiş ve bütün hayat damarları koparılmıştır. “
Asırlarca
İslam ümmetinin öncülüğünü yapmış ve idarelerinin merkezini oluşturmuş olan bu
diyar, ne yazıktır ki bu bir asırlık süre içerisinde, Müslüman halkın,
eğitimlerini Kur’an temeli üzerinde yürütmelerine müsaade edilmemiştir. Müslüman
yavruların, İslam dininden koparılması ve dinlerinden nefret etmeleri için her
türlü gayri insani ve şeytani eğitim programları uygulanmıştır. Ve bu eğitim
programları neticesinde nice nesiller dinlerinden uzaklaştırılmış ve kendi öz
değerlerine yabancılaştırılmıştır. Bu sistemin ilk kurulduğu dönemde
Müslümanlar, kendi İslami eğitim programlarını sürdürmek için küçük çapta da
olsa mukavemet gösterip medrese geleneklerini sürdürmeye çalışmışlarsa da, zaman
içerisinde bu mukavemet gücü de zayıflamış ve yok denecek seviyeye düşmüştür.
Heyhat ki bu durum halen devam etmektedir. Şu an İslam’la barışık gibi görünen
mevcut hükümet, bu yönde birtakım küçük adımlar atıyor görünse de, bu adımlar,
Müslümanların gözlerini boyamaktan başka hiçbir kıymet ifade etmemektedir.
Yapılan birtakım çalıştaylardan ortaya çıkan raporlardan da açıkça
anlaşılmaktadır ki, bu atılan adımlar da, Kur’an ve Sünnet menşeli İslami
camiaların sahih ve müstakim olan eğitim süreçlerini sabote etmek ve önlerini
kesmek içinmiş. Yani daha öz bir ifadeyle bunların maksatları, artık tarihin
çöplüğüne atılmaya yüz tutmuş olan mevcut dinsiz sistemin ömrünün daha bir
uzatılmasıdır. Yoksa bunların amaçları, Müslüman yavruların Kur’an ve Sünnet
bilinciyle yetiştirilip İslami bir hayata kavuşturulmaları asla değildir. Bunun
artık Müslümanlar tarafından iyi bilinmesi gerekir.
Eğer bunların Müslümanların iyiliğine dönük bir amaçları olsaydı, yıllar yılı
tağuti sistemlere karşı mücadele vermiş ve kıyımlardan geçirilmiş olan
Müslümanlara, tıpkı komünizm gibi miladını doldurmuş olan dinsiz laiklik
sistemini benimsemelerini telkin etmezlerdi. Birazcık İslam’dan haberdar olan
herkes bilir ki, Allah ve Resulünden başka hiç kimse, hüküm koyma, helal ve
haram sınırlarını belirleme ve hayat sistemi oluşturma yetkisine sahip değildir.
“Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği zaman, mümin erkek ve kadınlara
-işleriyle ilgili- tercih etme hakları yoktur. Kim Allah ve Resulüne isyan
ederse, muhakkak açık bir sapıklıkla sapıtmış olur. “ (Ahzab Sûresi: 33/36)
Konumuzun başında zikrettiğimiz ayette de açıkça anlaşıldığı gibi Rabbimiz,
okumamız, anlamamız, üzerinde düşünüp ders ve ibret almamız ve özellikle de
yaşamamız için Kur’an’ı kolaylaştırmıştır. Eğer O’nun kolaylaştırması olmasaydı,
yeryüzünde bulunan bütün insanlar bir araya gelip ondan bir tek kelime okumaya
kalkışsalardı, buna asla güç yetiremeyeceklerdi. Rabbimizin kolaylaştırması
sayesinde, yedi yaşında bir Müslüman yavru bile, rahatlıkla Kur’an’ın bütününü
ezberleyebilmektedir. Kur’an eğitiminin yapıldığı ortamlarda okuyan Müslüman
gençler, rahatlıkla Kur’anlarını anlayabilmekte ve mucibince
yaşayabilmektedirler. Bugüne kadar Kur’an üzerinde yazılmış sayısızca tefsir ve
ciddi ilmi çalışmalar mevcut bulunmaktadır.
İşin vahametinin iyi anlaşılması ve bu konuda gafil olunmaması için, sıklıkla
dile getirilmektedir ki, “içinde yaşamış bulunduğumuz toplumda İslami eğitim yok
edilmiştir. Bunun doğal neticesi olarak da artık Müslüman âlimler
yetiştirilememektedir. Mevcut olan Kur’an kursları da bomboş kalmaktadır. Bugün
Kur’an kurslarına olan talep yok denecek hale gelmiştir. Hafızlık kursları ise
çok daha vahim bir duruma gelmiştir. Müslümanlar olarak bütün bu olumsuzlukları
görmek ve hal çareleri aramak durumundayız. Neslimizin eğitimini Kur’an temeli
üzerinde yeniden inşa etmek için ortamlar, şartlar ve imkânlar oluşturmak
durumundayız.
Elbette neslimizi fenni ilimlerle donatmak durumundayız. Ancak neslimizi
öncelikle Kur’an ve onun açıklayıcısı olan Sünnetle tanıştırmaz ve hayat
temellerini onun üzerinde oluşturmazsak, İslami şahsiyete sahip ve onun
değerleriyle barışık bir nesli beklememiz hayal olur. Önce evlatlarımıza Kur’an
dersi vermeli; mahrecini, tecvidini, kıraatını …… iyi belletmeli ve kusursuz bir
şekilde tilavet etmelerini sağlamalıyız. Ondan sonra da Kur’an’ın dili olan
Arapçayı öğretmeliyiz. Arapça sanıldığı gibi zor bir dil değildir. Rabbimiz,
Kur’an’ı kolaylaştırdığını haber vermektedir. Kur’an’ın dili olan Arapçanın zor
olması hiç doğru olabilir mi? Ama bu demek değildir ki Kur’an ve Arapça
kendiliğinden öğrenilir! Biraz ciddi çaba sarf edilmesi durumunda, Allah (c. c)’ın
inayetiyle çok rahat ve kısa bir süre içerisinde öğrenilebilir. Arapçanın ana
temel kuralları öğretilmesi durumunda, İslam’ın ana kaynaklarıyla bağlantı
kurmak ve o temel kaynaklardan dinimizi öğrenmek pekâlâ mümkün olur. İşi daha
derinlemesine öğrenmek isteyenler ise, bu konuyla ilgili ileri düzeydeki
kitapları devam ettirebilirler.
Toplumumuzun kahır ekserisi, ne yazık ki Kur’an ve Sünnetle direk iletişim
kuramamaktadır. İslami sorumluluğu yüklenenlerin, direk Kur’an ve Sünnete
müracaat edememelerinin hiçbir haklı mazeretleri olamaz. Biraz fedakârlık
yapılması durumunda, çok uygun bir zaman içinde bu müşkülat gibi görünen sorun
halledilebilir. Müslümanlar ve dava adamları olarak Kur’an’ımızı, Sünnetimizi,
Fıkhımızı, Siyerimizi ve diğer İslami ilimlerimizi öğrenmek ve direk temasta
bulunmak için ciddi çaba göstermek zorundayız. Bu ilimlerin taliminin yapıldığı
kurumları oluşturmak ve yaygın hale getirmek için büyük fedakârlıklar yapmak
durumundayız.
Diğer İslam beldelerinde hafızlık kurumları, canlılığını korumakta, yüzbinler ve
belki de milyonlar Kur’an hafızı yetiştirilmektedir. Özellikle bu son dönemlerde
memleketimizde hafız yetiştiren kurumların kapılarına kilit vurulmuş ve bu
kurumlara olan talep de yok denecek seviyeye düşmüştür. Müslümanlar olarak zeka
seviyesi yüksek olan yavrularımızı hafız yetiştirmek için imkan ve şartlar
oluşturmak durumundayız. Yeniden bu kurumu canlandırmak ve Allah’ın lütfuyla
binler ve hatta on binler hafız yetiştirmek için ciddi bir uğraşı içinde
olmalıyız. Rabbimiz, Kur’an’ı hıfz etmek isteyenlere kolaylık sağlayacağını
vadetmektedir. Özellikle hafızlığa, küçük yaştan başlanılmasının verim açısından
çok önemli olduğu muhakkaktır. Yaş ilerledikçe verimin de düşeceği bir
gerçektir.
Mürtetler ve zalimler istemese ve engellemeye çalışsalar da, Kur’an’ımıza bütün
varlığımızla sarılıp, yeniden eğitimimizin temelini oluşturması için,
fedakârlığın en büyüğünü yapmak ve bu yolda başa gelecek sıkıntıları göğüslemek,
İmani ve İslami bir vecibedir. Bu vecibeyi yerine getirmememiz durumunda,
Kur’an’ın bizden davacı olacağı kesindir. Kur’an’ın şikâyetçi olduğu bir
kimsenin kurtuluşunun kolay olmayacağı da yine inkâr edilmez bir hakikattir.
Yalnız Kur’an hafızı da değil, mesela Sahihi Buhari’yi veya Sahihi Müslüm’ü
ezberleyecek kardeşlerimiz için imkânlar ve ortamlar dahi oluşturmalıyız. Bu bir
yarıştır! Bu yarışa katılıp ciddi katkı sağlayanların, Firdevs cennetlerine
doğru ilerledikleri -Allah’ın lütfuyla- muhakkaktır. Unutmamamız gerekir ki
artık bu çağ Kur’an çağıdır! Zalimler istemese ve ifsatçılar fesat çıkarsalar
bile Rabbimiz, vadini muhakkak gerçekleştirecektir. Müslümanlar bununla
sevinmeli ve daha ciddi harekete geçmeli, şeytan ve taifesi de daha bir
kahrolmalıdır.
Hacı İNAN
|