Bismillâhirrahmânirrahîm!
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! (O) insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku,
Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O (Rab) ki, kalemle (yazı yazmayı) öğretti.
İnsana bilmediğini öğretti.” (Alak Sûresi: 1-5)
Hira
dağında Resulullah (sav)’a inen ilk ayetlerin, Alak Sûresinin bu ilk beş ayeti
celilesi olduğu konusunda âlimlerin ittifakı vardır. Böylece İslam dininin ilk
emri, “Oku!” şeklinde okumayla ilgili olarak ilk sırada yerini almış oluyordu.
Gök semanın kapıları, tarihin bu kesitinde vahyin nuruyla yeniden açılmış
oluyordu. Allah (cc), o engin keremini yeniden insanlığın üstüne
boşaltıveriyordu. Cebrail (as), insanlığa rahmet için yeniden kanatlarını
çırpıyor ve yeryüzüne yeniden teşrif buyuruyordu. İnsanlığa önder, rehber ve
peygamber olacak Muhammed’ül- Emini kucaklıyor, bağrına basıyor ve vahyin ilk
sözcüklerini kendisine terennüm ediyordu.
Yeryüzü vahyin bu ilk huzmeleriyle yeniden nura boğuluyor, batıl dinlerin ve
sapık düşüncelerin kaderlerinin karardığının ilk işaretlerini de vermiş
oluyordu. Artık son din olan İslam’ın o rahmet dolu sayfaları açılmış oluyordu.
Resul-i Ekrem (sav) Rabbinden aldığı vahyin incileri ve risâletin ağır
sorumluluğuyla evine dönüyordu. Risâletin ağır sorumluğunun verdiği yorgunlukla
bitap düşmüş ve kendini yatağın kucağına atıyordu. Muhterem eşi olan Haticet’ül-Kübra’dan
teselli buluyor ve bir nebzecik yükü hafiflemiş oluyordu.
Resulullah (sav), inen bu ilk ayetlerle, aynı zamanda tebliğ sorumluluğunun
altına da girmiş oluyordu. İlk önce işi, eşinden başlatmış oluyordu. Başına
gelenleri ilk önce eşine anlatıyor ve inen ilk ayetleri de aynı şekilde ona
öğretmiş oluyordu. Yakın arkadaşı ve sırdaşı olan Ebu Bekir’e, azatlı kölesi
olan Zeyd ve akrabası olan ve henüz yedi yaşında olan Ali’ye de bu inen ayetleri
öğretiyor ve onları İslam dinine davet ediyordu.
Artık vahyin kapısı açılmış, ayetler ve sûreler peş peşe inmeye başlamıştı.
Resulullah (sav), inen ayetleri ilk başta kendisi ezberliyor ve muallimi olan
Cebrail (as)’dan mefhum ve mahiyetini öğreniyor ve hayatında yaşamaya
çalışıyordu. Daha sonra bu ayetleri, inanan müminlere öğretiyor, anlamalarını
sağlıyor ve hayatlarında yaşamaları konusunda onlara örnek olup destek
veriyordu. Bunun yanı sıra, inananların halkasına yenilerinin eklenmesi için
davetini diğer insanlara ulaştırmaya çalışıyordu.
Resulullah (sav)’in içinde yaşamış olduğu toplum, cahil ve putlara tapan bir
toplumdu. Toplumu idare edenler, zalim ve zorba insanlardı. Hak, hukuk bilmez ve
adaleti gözetmezlerdi. Yeni bir dinin doğmasına da asla izin vermeyeceklerdi.
Zira atalarından miras almış oldukları bu batıl din konusunda çok mutaassıp
idiler. Özellikle toplumun elit kesimi, bu dinleri sayesinde büyük menfaatler
elde ediyor ve saltanat sürdürüyorlardı. Dinlerinden kolay kolay
vazgeçmeyecekleri kesindi. Onun için de Resulullah (sav)’a büyük sıkıntılar
veriyor ve önüne engeller çıkarıyorlardı. İslam’ın açıktan tebliğ edilmesine ve
taliminin yapılmasına müsaade etmiyorlardı. Bin bir güçlük çıkarıyor ve işi
zorbalığa kadar götürüyorlardı. İslam’ın safına yeni katılanlara baskılar
uyguluyor ve onun eğitim halkasında yer alanları tehdit ediyor, hatta türlü
işkencelere maruz bırakıyorlardı.
Dinlerini öğrenme ve yaşama konusunda bu denli sıkıntı ve zahmetlere maruz kalan
Müslümanların bu durumu, belki de daha sonra gelecek Müslüman nesillere bir
bahane olmasın ve mazeretlerin arkasına saklanmasınlar diye Rabb’ül-Âlemin, bu
şartlar içinde İslam dininin tebliğ edilip yayılması ve eğitiminin
sürdürülmesini murad buyurmuştu. Resulullah (sav) ve ashabı, İslami eğitimi, çok
büyük güçlükler ve sıkıntılar içinde sürdürüyorlardı. Gece karanlıklarından
faydalanarak, en kuytu evlerde ve çok gizlilikler içinde ancak İslami eğitim
sağlanıyordu. Zira batıl ehli olanlar, İslam nûrunun yayılmasından
rahatsızlardı. İnsanların cehaletten kurtulup vahyin ilmiyle bilinçlenmelerine
müsaade etmiyorlardı. Bunların engelleri hiçbir zaman peygamber ve Müslümanları
İslami eğitimden alıkoymadı. Onlar, bütün şartları ve imkânları zorlayarak,
İslami eğitimlerini sürdürmekte kararlı idiler. İşte bu kararlılık neticesinde,
cahil ve putperest bir toplum içinde, İslam dininin öncüleri yetişti ve kıyamete
kadar insanlığa örnek olacak şahsiyetler ortaya çıktı.
İçinde yaşadığımız toplumun üzerine cehaletin kara bulutlarının bütünüyle
çöktüğü ve toplumu bir baştan öteki başa sardığı bir gerçektir. Asırlardır bu
toplumdan İslami eğitim esirgenmiş ve özellikle bu son bir asırlık dönemde de
zorla engellenmiştir. Eğitim kurumları lağv edilmiş ve binalarına el
konulmuştur. Evlerinde İslami kitap bulunduranlar, en ağır cezalarla
cezalandırılmışlardır. Resmi belgelerle de sabit olduğu üzere, cenaze namazı
kıldıracak insanlar bulunamamış ve günlerce cenazeler yerde kalmışlardır. Bugün
bile Müslümanlar, İslami eğitim konusunda birçok zorlukla karşılaşmakta, eskisi
gibi olmasa bile yine de birçok sıkıntılar yaşanmaktadır. Devlet, yeteri
derecede İslami eğitim için imkân sağlamadığı gibi, Müslümanların kendi
imkânlarıyla eğitim vermelerine de müsaade etmemektedir.
Gençliğin içinde bulunduğu bunalım ve toplumun bir bütün olarak yaşamış olduğu
travmayı da işin içine kattığımızda, Müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğu
daha açık bir şekilde anlaşılır. İçinde yaşamış olduğumuz toplumda, İslami ilim
kalkmış ve âlimler yokluğa kadem basmışlardır. Âlimi olmayan bir toplumun ölü
bir toplum olduğu gerçeğiyle meseleye baktığımızda, İslami hassasiyeti olan
Müslümanların, nasıl büyük güçlüklerle karşı karşıya oldukları bir gerçek olarak
karşılarına çıkar. Toplumun yeniden İslam’la dirilmesi, cehalet bulutlarının
dağıtılması, insanlarımızın yeniden İslami ilimlerle donatılması, Kur’an ve
Sünnetle yeniden ruh bulması için, Müslümanların İslami bir eğitim seferberliği
içine girmeleri, üzerlerine ilahi bir vazife ve sorumluluktur. Evet,
seferberlikten söz ediyoruz! Seferberlikten kastımız ise şudur: “Ya âlim ol ya
da müteallim (öğrenci)”. Yediden yetmişe bütün kardeşlerimizin –kadın, erkek,
yaşlı, genç- bu seferberlik ruhu ve eylemi içinde yer almalıdır. İmkânı olan
Müslümanların da, bu eğitim seferberliğine ciddi katkı sunmaları gerekir. En
temel ve zaruri ihtiyaçları dahi kısıp, imkânlarını bu hayırlı iş için
değerlendirmeleri lazımdır. Öyle ki, bütün evlerimiz, sokaklarımız,
mahallelerimiz, şehirlerimiz ve bir bütün olarak bölgemiz, Kur’an’ın nuru ile
aydınlansın, onun ruhu ile dirilsin.
Allah’a emanet olun.
Hacı İNAN |