Bismihi Teala! 10-İSLAM’DA SOSYAL HAYAT Bireyin bir ahlaki yapısı ve bir yaşantısı olduğu gibi, toplumun da bir toplumsal ahlakı ve toplumsal yaşam biçimi vardır. İslam, bireyin yaşantısını düzene koyup şekil verdiği, ahlakını düzeltip güzelleştirdiği ve yön verdiği gibi, toplumun da yaşantısını düzenlemekte ve yön vermektedir. Dolayısıyla Müslüman toplumun kendisine has bir yapısı vardır. İslam’ın ortaya koyduğu toplumsal değerler, İslam toplumunu şekillendirir. Böylelikle bu değerler İslam toplumunda gelenek, görenek, örf ve adetleri meydana getirir ve böylece İslam toplumunun kültürü ve sosyal hayatı oluşur. İslam, gerek birey olarak ve gerekse toplum olarak yaşanmak içindir. Çünkü İslam, bir yaşam biçimidir, bir hayat nizamıdır. Koymuş olduğu kural ve kaidelerle, ortaya koyduğu yaşam biçimiyle bireye sorumluluk yükleyip bunları yaşamasını isterken, toplumdan da bunlara uymasını istemektedir. Bir ayeti Kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Hep birlikte (topluca) Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı yapışın. Tefrikaya girmeyin.” (Al-i İmran 103) Başka bir ayette yine şu şekilde emir buyurulmaktadır:“Ey iman edenler! Topluca İslam’a (barış ve emniyete) girin….”(Bakara 208) İnsanlar yalnız başlarına yaşama gücüne sahip değillerdir. Birbirlerine hayatın pek çok noktasında muhtaç durumdadırlar. Dolayısıyla sürekli toplum halinde yaşamaktadırlar. Bu nedenle sosyologlar insana; “sosyal varlık” adını vermiştir. Bu topluca yaşam ve sosyal hayat içinde cereyan eden çeşitli münasebetler, bir takım toplumsal teamülleri meydana getirir. Bu teamüller zamanla toplumda yerleşerek örf ve adetleri ortaya çıkarır. Çoğu kere bu örf ve adetler ilahi emirler doğrultusunda şekillenmediği için gayri İslami bir mahiyet kazanır, İslam’ın çirkin gördüğü ve Müslüman toplum ahlakına ve yapısına uymayan bir şekil alır. İslam geldiği zaman yaptığı önemli toplumsal inkılaplardan biri de, toplumdaki gayri İslami örf ve adetleri kaldırıp, yerine ilahi emirler doğrultusunda yeni adetler yerleştirmesi ve böylelikle sosyal hayatı şekillendirmesidir. Bu gün maalesef, tamamına yakını Müslümanlardan oluşan ve İslam toplumu diyebileceğimiz halk arasında öyle örf ve adetler vardır ki İslam ile hiçbir alakası yoktur. Hatta İslam akide ve ahlakına tamamen zıttır. Bunlar, İslam düşmanları tarafından bilinçli olarak Müslüman halk arasına yerleştirilmek istendiği halde, halkın bunları benimsemesi ve kabullenmesi son derece üzüntü vericidir. Bunlar Müslümanların kültürü ve sosyal hayat biçimi değildir. Ancak Müslümanlar arasına yerleştirilmek suretiyle, Müslümanları kendi öz kültür ve değerlerinden uzaklaştırmak ve koparmak istemektedirler. Böylece Müslümanlar toplum olarak yozlaşacak ve İslam’dan git gide kopacaktır. Bu nedenle Müslümanların İslam dışındaki cahiliye örf, adet ve uygulamalarını kabul etmeleri ve toplumlarında tatbik etmeleri Kur’an ve Sünnette reddedilmiştir. Bu konuda bir ayette şöyle buyurulmuştur: “Yoksa onlar cahiliyye hükmünü mü istiyorlar. Yakinen bilen bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide 50) Cahiliye İslam'ın zıddıdır. İslam’ın yolu ilahi öğretilerdir. İslam'ın yolundan ayrılan ve ona karşı olan her yol cahiliyetin yoludur. Arabistan'daki İslam öncesi döneme cahiliyye dönemi denmesinin sebebi; halkın yaşama yollarını sadece zan ve hevaya dayanarak kendilerinin icat etmiş olmasındandır. Aynı şekilde, İlahi bilgiyi hiçe sayarak, cüz'i bilginin yardımıyla oluşturulmuş heva ve hevese, zanna ve tahmine dayalı tüm hayat sistemleri; örf, adet, gelenek ve görenekleri, İslam öncesinde olduğu gibi cahili sistemler ve adetler olmaktan öteye geçmez. Bu nedenle elektrik, elektronik, tıp, fen, teknik vs. alanlarda ne kadar ileri düzeye ulaşmış olursa olsun, inanç, ahlak ve toplumsal yaşam biçimi itibariyle İslam dışında olan toplumlara özenmek, onları taklit etmek, onların yaşam biçimlerini benimsemek hem Kur’an’da ve hem de Sünnette nehyedilmiş ve kınanmıştır. Çünkü insanın fıtri yapısına en uygun ve ahlaken en güzel yaşam biçimini İslam’dan başkası sunamaz. Müslümanların, medeniyet ve ilerlemeyi gayri Müslimlerde görüp onların yaşam şekillerini taklit etmeleri, sahip oldukları iman açısından büyük bir çelişki ve basitliktir. Bu konuda bir ayette yine şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler! Eğer Ehl-i kitaptan bir kısmına uyacak olursanız, iyi bilin ki onlar sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler.” (Al-i İmran 100). Bir hadislerinde Rasulullah (sav) da şöyle buyurmuşlardır: “Sizler, kendinizden önceki milletlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine bile girseler oraya siz de gireceksiniz. Oradakilir, ey Allah’ın Rasulü! Onlar Yahudiler ve Hristiyanlar mı? Diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: “Bunlar değilse kimler olur?” buyurdular.” (Buhari, Müslim-Fiten bölümü) Hizbullahi bir Müslümanın sosyal hayata bakışı bu şekilde olmalıdır. İslam; insanın bireysel, ailevi ve içtimai bütün hayatını düzenleyen bir yaşam biçimi olduğuna göre, hayatın her alanı ve her basamağı ilahi öğretiler doğrultusunda şekil almalıdır. Kişinin hak ve hukukları, aile içi münasebetler, komşularla, akrabalarla, uzak komşularla, yakın çevre, uzak çevre ve nihayet toplumun diğer bütün kesimleriyle olan münasebetler, Allah (cc) ve Rasulünün (sav) belirlemiş olduğu kural ve kaideler çerçevesinde şekil almalıdır. Müslüman, buna inandığı ve kendi hayatında yaşama geçirdiği gibi, toplumda hayata geçirmekle de mükelleftir. Ta ki İslam adaleti bütün toplumda hissedilsin, cahili değerler ve cahili değerlerden kaynaklanan adaletsizlikler ve çirkinlikler bertaraf olsun. Allah’a emanet olun. M. ALİYÊ XERZÎ |