Bismihi Teala! 8-İSLAM’DA EVLİLİK Tarih kitaplarının kaydettiğine göre, İslam’dan önce hicaz bölgesinde birden çok evlilik çeşidi mevcuttu. Bunlardan biri, şu anda Müslümanların yaptığı ve İslam’ın meşru gördüğü evlilik çeşidiydi. İslam geldikten sonra Rasulullah (sav) bunun aslını muhafaza etmekle birlikte, ilahi emirler doğrultusunda düzene koydu. Bu çeşit evliliğin dışındakilerini ise yasakladı. Böylelikle bu toplumun edindiği gayri İslami evlilik adetleri tamamen kaldırılmış oldu. Bu evlilik çeşitlerinden diğeri şu şekildeydi. Fahişeliği ile tanınan bir kadın, evinin kapısına nişane olarak bir bez asar ve böylelikle erkekleri davet etmiş olurdu. Evine gelen erkeklerle yatar ve hamile kalırdı. Çocuk doğduktan sonra, nesepten anlayan birine gösterilirdi. Çocuk, daha önce kadınla yatanlardan birine benzetilerek ona isnad edilirdi ve böylece o adam da kadınla evlenir ve çocuğu sahiplenirdi. Bu evliliklerin bir başka çeşidi de şöyleydi. Evlenmek isteyen kadın, istediği erkeği davet eder ve davetini kabul edenlerle yatarak hamile kalırdı. Çocuk doğduktan sonra da onu, yattığı erkeklerden birine verir ve bu sendendir derdi. Böylece o erkek, kadınla evlenmek zorunda kalırdı. Bunlardan başka, evli halde bulunan karı-koca kendi aralarında anlaşır ve kendilerince soylu ve asaletli gördükleri birinden çocuk sahibi olabilmek için onun dölünden istifade ederlerdi. Bu amaçla adam kendi karısını asaletli gördüğü şahsa gönderir ve kadın bir müddet o şahısla yatardı. Kadın eski kocasına döndükten sonra, kocası onunla yatmaz ve çocuğun doğmasını beklerdi. Bu şekilde doğan çocuk, onlara göre asaletli olmuş olurdu. Ne tuhaftır ki; günümüzde bunların tümü aynen geri gelmiş ve kendilerine medeni diyen toplumlarda yaşanmaktadır. Nikahsız ve dolayısıyla evlilik akdi olmadan birlikte yaşamak, başta Avrupa olmak üzere pek çok yerde yaygındır. Sperm bankaları kurulmakta ve çocuk sahibi olamayanlar bu yolla çocuk sahibi kılınmaktadır. Böylelikle karı-koca oldukları halde, bir başkasının dölünü taşımak suretiyle çocuk sahibi olunmaktadır. Bu sperm bankalarından, aynı zamanda evli olmadığı halde çocuk sahibi olmak isteyen pek çok kadın da yararlanmaktadır. Kadına özgürlük adı altında yapılan pek çok çağrılar ve çalışmalar ile kadını evinden, örtüsünden ve de hayasından sıyırmak suretiyle sokaklara itmekte ve erkeklerle aynı ortamlarda her türlü fuhşu ve çirkefliği yaptırmaktadırlar. Kadını, vücudundan yararlanmak suretiyle neredeyse her alanda reklam malzemesi yapmakta ve seks pazarlarında bir meta olarak kullanmaktadırlar. Tabii ki bütün bunlar öncelikle ve özellikle gayri İslami toplumlarda yer etmiş bulunmakla birlikte, süratli bir şekilde Müslüman toplumların arasına da sokulmakta ve ne yazıktır ki birçok Müslüman memlekette buna muvaffak ta olmuşlardır. Şu anda bunların tümü bizim kendi toplumumuzda da görülmektedir. Her şeyi ile en güzel örnek olan Rasulullah (sav), kendi öz kızını ve amcası oğlu olan Hz. Ali’yi (k.v.) evlendirerek, evlilik konusunda da örneklik teşkil etmiş ve bu konuda Müslümanların dikkat edecekleri hususları kendi uygulamasıyla ortaya koymuştur. Dolayısıyla evlilik konusundaki bu uygulama, Rasulullah’ın (sav) sünneti ve İslam toplumuna yerleştirdiği bir adetidir. İslam tarihi kaynaklarının kaydettiğine göre Hz. Ali’nin kendi dilinden aktarılan bu evlilik vakası, özetle şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gün Hz. Ali’ye, neden gidip Hz. Fatıma’yı Rasulullah’tan (sav) istemediği söyleniyor ve bir çok kişinin onu istediği ifade ediliyor. Hz. Ali de: “yanımda onunla evlenebileceğim bir şeyim yok” diyor. Ancak Hz. Ali bu konuda sıkıştırılınca, Rasulullah’ın (sav) huzuruna çıkıyor. Fakat bir şey söylemeye utanıyor. Bu kısmını Hz. Ali’den dinleyelim: “Nihayet, Resulullah’ın (sav) huzuruna girdim. Kendisinin bütün manevi vakar ve heybeti üzerindeydi. Önüne oturdum, susup durdum, konuşmaya kadir olamadım. Bana: “Sen neye geldin, senin bir hacetin mi var? Herhalde Fatıma'yı istemeye geldin!” buyurdu. “Evet!' diyebildim." Bunun üzerine Rasulullah (sav) Hz Ali’ye : “Fatıma'ya mehir olarak verebileceğin, birşey var mı?” diye sordu. Hz. Ali de: “Atım ve küçük bir zırh gömleğim var!” dedi. Rasulullah (sav): “Atın sana lazımdır. Zırh gömleğini sat!” buyurdu. Hz. Ali denileni yaptıktan sonra Rasulullah’ın (sav) huzuruna geldi. Rasulullah (sav), Hz. Ali’nin getirdiği paranın bir miktarını Bilal-i Habeşi’ye verip koku almasını ve Hz. Fatıma’ya çeyiz hazırlamalarını emretti. Rasulullah (sav) tarafından emir buyurulanlar yerine getirilerek Hz. Fatıma’ya çeyiz ve ev eşyası hazırlandı. Bir müddet sonra nikah töreni yapılıyor ve velime yemeği veriliyor. Bu kısmını Enes b. Malik (ra) anlatıyor: “Günlerce sonra, Rasulullah (sav) beni yanına çağırıp: “Ey Enes! Git, bana Ebu Bekri's-Sıddık'ı, Ömer b. Hattab'ı, Osman b. Affan'ı, Abdurrahman b. Avf'ı, Sa'd b. Ebi Vakkas'ı, Talhayı, Zübeyr'i ve Ensardan bir hayli sayıda Ensarı benim yanıma çağır!” buyurdu. Ben de gidip onları çağırdım.”… Onlar Rasulullah’ın (sav) yanında toplandıkları zaman, Rasulullah (sav), Allah’a (cc) hamd ü senadan sonra bir hutbe verir ve hutbenin sonunda şunları buyurur: “Yüce Allah, Hatice'nin kızı Fatma'yı, Ebu Talib'in oğlu Ali'ye nikahlamamı bana emir buyurdu. Sizler şahit olunuz: Fatıma'yı 400 miskal gümüş mehirle Ali'ye nikahladım”… Sonra da velime yemeğini misafirlere ikram eder ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma hakkında şu şekilde dua eder: “Allah sizin dağınık işlerinizi toplasın! Nikahınızı mübarek kılsın! İkinizden güzel ve pek çok nesil çıkarsın! Allah'ım! Bu evliliği ikisi hakkında da mübarek kıl!” Daha sonra Hz. Fatıma, Hz. Ali ile kalacağı eve götürülür ve Rasulullah’ın (sav) ikisi hakkında yaptığı son duadan sonra gerdeğe girerler. Rasulullah (sav), velime yemeği konusunda Bila-i Habeşi’yi görevlendirirken şunları emir buyurmuştur: “Ey Bilal! Ben evlenme sırasında ümmetimin yemek yedirmelerini sünnet edinmelerini arzu ediyorum. Ali için bir velime ziyafeti gerekir!”. Bunun üzerine Müslümanlar da yardım ve katkıda bulunurlar. Kimi koyun getirir, kimi başka şeyler getirir. Yemek yapıldıktan sonra da Muhacirler ile Ensar takım takım gelerek yemek yerler ve dağılırlar. Bu evlilik, Hicretin 2. yılında, Bedir savaşından sonra yapıldı. Kur’an ve Sünnetin ortaya koyduğu evlilikte ve bu münasebetle yapılan tören ve uygulamalarda, Müslümanların uyması ve adet edinip tatbik etmesi gereken bir takım temel hususiyetler vardır. Bu hususiyetler fıkıh kitaplarında ve evlilik üzerine yazılan eserlerde izah edilmiştir. Bu nedenle teferruatına girmek yerine işaret etmekle yetineceğiz. Her şeyden önce, Müslüman olan bir kadın, ehl-i kitaptan biriyle veya dinden dönmüş ve mürted olmuş biriyle yada müşrik yada dinsiz biriyle evlenemez/evlendirilemez. Aynı şekilde, Müslüman olan bir erkek, müşrik veya putperest yada tamamen dinsiz bir kadın ile evlenemez/evlendirilemez. Ancak ehl-i kitaptan olup zina etmeyen ve iffetli olan kadınlarla evlenebilir/evlendirilebilir. “İman etmedikçe müşrik (ve putperest) kadınlarla evlenmeyin..... İman etmedikçe müşrik (ve putperest) erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin......”(Bakara 221) “.....İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları (zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde) size helaldir.....”(Maide 5) Yine, zina suçunu işlemiş ve fakat tevbe etmemiş olan biriyle, Müslümanın evlenmesi haram kılınmıştır. “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.” (Nur 3) Hakeza, hanımını üç talak ile boşadıktan sonra, kadın bir başkasıyla evlenmedikten ve onun da kadını boşamadıktan sonra bir Müslümanın tekrar eski hanımıyla evlenmesi haram kılınmıştır. “Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma yada iyilikle bırakmadır…………….Bundan sonra eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı kocanın birbirlerine dönmelerinde bir engel yoktur. Bunlar, bilen kimseler için Allah'ın açıkladığı yasalardır.”(Bakara 229,230) Ayrıca, gerek boşanmış ve gerekse kocası ölmüş bir kadın ile iddet döneminde evlenilmesi yasaklanmıştır. “Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler…..” (Bakara 228) “Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir…”………“Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikâh kıymaya kalkışmayın.....” (Bakara 234-235) Ayrıca, gerek Kur’an’da ve gerekse Rasulullah’ın (sav) uygulamasında yer edinen mehir, erkek tarafından kadına verilen bir haktır. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın nikahlarında da izah edildiği üzere, bizzat Rasulullah (sav) tarafından Hz. Ali’den mehir alındığı görülmektedir. “Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin, eğer ondan gönül rızasıyla size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin.” (Nisa 4) Yine, bizzat Rasulullah (sav) tarafından velime yemeği hazırlatılmış ve davetlilere sunulmuştur. Rasulullah (sav), velime yemeği konusunda Bila-i Habeşi’yi görevlendirirken şunları emir buyurmuştur :“Ey Bilal! Ben evlenme sırasında ümmetimin yemek yedirmelerini sünnet edinmelerini arzu ediyorum. Ali için bir velime ziyafeti gerekir!” Konu ile ilgili iki tane hadis şu şekildedir. Abdurrahman bin Avf’tan rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Bir koyun kesmekle de olsa düğün yemeği ver.” (Buhari-Nikah, Müslim-Nikah, Ebu Davut-Nikah) Ebu Hureyre (ra) şöyle rivayet etmiştir: “Zenginlerin davet edilip de fakirlerin çağrılmadığı düğün yemeği, ne kötü bir yemektir!......” (Müslim-Nikah). Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın nikah töreni, Rasulullah (sav) tarafından verilen hutbe ile başlamış ve hayır temennilerini içeren dua ve tebriklerle sona ermiştir. Her aşamada mahremiyete riayet edilmiş, kadın-erkek asla karışmamış ve gayri islami oyun ve eğlence tertip edilmemiştir. Yukarıda izah edilen hususları dikkate alarak günümüzde evlilik ile ilgili yapılan merasimler, törenler ve uygulamalara göz attığımızda, git gide İslami hususiyetlerden ve Rasulullah’ın (sav) ortaya koyduğu sünnetinden uzaklaşıldığını müşahede etmekteyiz. Evlilik öncesi gençlerin bir müddet birlikte gezip tozmaları bir hayli yaygınlık kazanmış ve neredeyse toplum içinde bir adet halini almıştır. Halbuki farklı cinsler arasında İslam’ın koymuş olduğu mahremiyete uymak esastır. Veliler hesaba bile katılmadan genç erkek ve kızlar kendi aralarında anlaşmakta, bir müddet birlikte kaldıktan sonra ya ayrılmakta veya evliliğe karar vermekte ve bunu da medeniyet, uygarlık ve hürriyet adına yapmaktadırlar. Nitekim Avrupa toplumunda nikahsız olarak birlikte yaşama, bir adet olarak yer edinmiştir. Ne yazıktır ki bu adet toplumumuza da yavaş yavaş sirayet etmektedir. “Zinaya yaklaşmayın. Muhakkak ki o, hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra 32) "Bir erkek, yanında mahremi bulunmayan (yabancı) bir kadınla yanlız kalmasın!"(Buhari-Nikah, Müslim-Hac) “……..Haberiniz olsun, bir erkek bir kadınla baş başa kaldı mı onların üçüncüsü mutlaka şeytandır……..” ( İbni Mace-Ahkam, Tirmizi-Fiten) Ayrıca toplumun büyük bir kesiminde, iddet konusu unutulmaya yüz tutmuş zaten. Nice boşanan kadın var ki bırakın iddet beklemeyi, daha kırkı dolmadan evlenmektedir. Bununla birlikte, aynı karı koca defalarca boşandıkları halde, tekrar tekrar evlenmekte, bu konuda ne iddeti ve ne de talak sayısını dikkate almamaktadırlar. İşin acı tarafı, bu durumun hem kadın ile evlenecek olan erkek tarafından ve hem de nikahı kıyacak ve şahit olacak olanlar tarafından bilinmesidir. Halbuki bu konuda Allah ve Rasulünün (sav) emirlerine uymak, Müslüman olarak hem bireyin ve hem de toplumun temel görevlerindendir. Yine, evlenenlerin inancı ve ameli neredeyse hiç hesaba katılmamakta ve ayetlerde belirtilen hususiyetler tamamen göz ardı edilmektedir. Allah’a inanmayan, dinsizliği kendisine bir inanç haline getirmiş, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık güden bir kişi, toplumumuzda rahatlıkla gidip Müslüman bir aileden kız isteyebilmekte ve onunla evlenebilmektedir. Aynı dili konuşma, aynı yörede yaşama ve aynı kavimden olma hasebiyle ekseriyetle red edilmemekte, inanç ve amel yönünden ne durumda olduğu pek dikkate alınmamaktadır. Aynı toplumun bireyi olması, buna yeterli görülmektedir sanırım. Belki de, ana-babası Müslüman olan birinin mürted ve İslam düşmanı haline geldiği kabullenilememekte yada bazıları tarafından idrak edilememektedir. Fakat maalesef bu durum toplumumuzda yaşanan bir gerçektir. Halbuki yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere Müslümanların, dinden dönmüş (mürted), müşrik, dinsiz (ateist) ve İslam düşmanlarıyla evlenmesi haramdır, nikahları batıldır. Velev ki bunların ana-babası Müslüman bile olsa, bunlar bu toplumda doğmuş, büyümüş ve bu toplumun bir bireyi gibi görünüyor bile olsa, aynı dili konuşuyor bile olsa. Diğer taraftan, Kur’an ayetlerinde ve Rasulullah’ın (sav) uygulamalarında sabit olduğu halde mehir konusu neredeyse unutulmuş, kimi yerlerde başlık parasına dönüştürülmüş ve bu konu adeta bir gelir kapısı haline getirilmiştir. Kız verilirken mal satar gibi başlık parası alınmaktadır. Diğer bazı yerlerde de mehir tamamen ortadan kaldırılmış ve kadın bu haktan mahrum edilirken, İslam’ın getirdiği bu uygulama rafa kaldırılmıştır. Ayrıca nikah merasimi adı altında bu gün belediyelerde, İslami bilgisi olmayan, namaz-niyaz nedir bilmeyen ve hatta ateist olan bazı kişilerin eliyle nikah kıyılmakta, şahitlerin Müslüman mı gayri Müslim mi bakılmadan ve ayırt da edilmeden bu işlemler kanun namına yapılmaktadır. Düğün merasimlerinde, gerek damat evinde ve gerekse gelin evinde bir sürü adetler uygulanmaktadır ki kaynağı nedir, nereden gelmektedir bilinmemektedir. Kadın şöyle giyinirse şu olur, şunu eline sürüp kapıdan çıktığında kapıya sürmezse şöyle olur, ayağının altına şu konmazsa bilmem ne olur, şunu kırmadan damat evine girerse şöyle şöyle olur vs. Kur’an’ın emri ve Rasulullah’ın (sav) sünneti unutulmak ve tatbik edilmemekle birlikte, bunların yerine; hayır, bereket, huzur ve mutluluk bu asılsız inanç ve adetlerde aranmaktadır. Düğün merasimi münasebetiyle yapılan eğlencelerde kadınlı erkekli karma toplantılar, danslar ve oyunlar sergilenmekte, bu arada gayri islami hal ve hareketler ortaya çıkmaktadır. Bunların tümü, toplumumuza dışarıdan sokulmuş gayri islami yaşayış biçimleri ve adetleridir. Başta cemaatleşmiş Müslümanlar olmak üzere bütün gayret sahibi Müslümanların, böylesi gayri islami yaşayış biçimlerinin toplumumuza girmesine engel olmaları, bu yönde çaba sarf etmeleri ve İslam’ın bu konuda sunduğu yaşam tarzının yerleşip yaygınlaşması ve adet haline gelmesi için ortam ve zemin hazırlamaları elzemdir ve İslam’i bir vecibedir. Allah’a emanet olun. M. ALİYÊ XERZÎ Yararlanılan Kaynaklar: Kaynaklar: 1-Tefhim-ül Kur’an (Mevdudi) 2-Şamil İslam Ansiklopedisi 3-Diyanet Vakfı Kur’an Meali 4-Siyer-i İbni Hişam 5-İslam Tarihi (İmam Zehebi) 6-İslam Tarihi (Asım Köksal) 7-Hadis Ansiklopedisi 8-Kütüb-i Sitte 9-Ahlak ve Adab-ı Muaşeret |