Bismihi
Teala !
6 – İSLAM’DA DEVLET VAR MIDIR?
Devlet kavramı; günümüze değin farklı şekillerde tarif edilmiş ve buna farklı
anlamlar yüklenmiştir. Çünkü devlet kavramına yüklenen anlam, sahip olunan bakış
açısına ve devlet otoritesinin bina edildiği ideoloji ve değerlere göre
belirlenmiştir. Bu nedenle İslam’daki devlet tanımı ve beşeri ideolojilerdeki
devlet tanımı arasında çok fark vardır.
Eflatun, devleti; insanın yalnız başına kendi kendine yetmemesi sonucu,
ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturduğu topluluk olarak tarif eder.
(Eflatun, Devlet, Çev. M. Ali Cimcoz, S. Eyüboğlu, İstanbul 1958).
Aristo devleti şöyle tarif ediyor: “Kendi kendine yetmek iddiasında olan ve
yaşayabilmek için ihtiyacı bulunan her şeyi genellikle kendisi sağlayabilen bir
vatandaşlar topluluğudur. “ (Prof. Dr. İlhan Akın, Kamu Hukuku, İstanbul
1974, 12-13).
Augustin ise devleti; cennetten kovulan insanların yeryüzünde zorunluluktan
dolayı oluşturdukları teşkilatlanma olarak tarif etmektedir. (George Samine,
Siyasal Düşünceler Tarihi, Çev. Alp Öktem Ankara 1969, II, 22). ).
Devlet kavramına getirilen çağdaş tanımlar ise, devleti tüzel bir kişilik olarak
ele alır ve yasama, yürütme, yargı gibi çeşitli organlar üzerine bina eder. Bu
tanımlara göre devlet; bütün yönleriyle insan kaynaklı olup ilahi hiçbir unsuru
kedinde barındırmamaktadır. Kanun koyma yetkisi de, icra yetkisi ve şekli de
tamamen insana aittir.
İslami devlet ise; Müslümanların İslami esaslara göre teşkilatlanıp İslam
ahkamını tatbik etmek üzere oluşturdukları otoritedir.
İslam’da, devlet amaç değildir, aksine araçtır. Varlığının sebebi; “İ’layı
Kelimetullah” ve İslam ahkamının tatbikidir.
İslami devlet, ilahi kaynaklıdır. Burada yasa belirleyici insan değildir. Allah
(cc) ve Rasulünün (sav) bildirdiği hükümler esastır. Allah (cc) ve Rasulü (sav)
bir konuda hüküm vermişse, buna rağmen insanın başka bir hüküm vermesi söz
konusu değildir. “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir
erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah
ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. “ (Ahzap 36)
Ancak Kur’an ve Sünnette açıkça yer verilmeyip günün şartlarına göre içtihadı
insana bırakılan hususiyetlerde, Kur’an ve Sünnet temel alınarak hükümler
çıkarılabilir. Bu, yasa koymak değil, ilahi yasayı esas alıp içtihat yapmaktır
ki, bu da yine İslam’ın gereğidir. Çünkü sürekli gelişen ve değişen toplum
hayatında yeni kullanım araçları, yeni sorunlar ve bunlara ait hüküm ve çözümler
söz konusudur. Zaten insana verilen içtihat yetkisi de bu sebepledir.
Bu izahattan sonra gelelim başlık konumuza. İslam’da devlet var mıdır?
Devlet; insanın tabiatı gereği gereklidir. Sosyal bir hayat yaşayan insan,
sosyal kural ve kaidelerden uzak kalamaz. İnsanı yaratan ve onu en iyi bilen
Allah (cc), onu kendi başına ve başıboş bırakır mı?.
Kur’an’ı Kerim’e ve Sünnete baktığımızda, insanın ferdi ve ailevi hayatı
yanında, sosyal hayatı düzenleyen bir sürü kural ve kaide ile karşılaşırız.
Evlilik, boşanma, karı-koca hakları, evlatların hak ve hukukları gibi aile
bireylerinin hak ve hukukunu düzenleyen kural ve kaideler…. Sosyal hayatı
düzenleyen kural ve kaidelerle beraber, bunları bozucu, ferdin veya toplumun hak
ve hukukuna yönelik suçların cezalarını düzenleyen cezai kural ve kaideler…
Müslüman toplum içinde bulunan ancak Müslüman olmamış azınlıkların hak ve
hukukunu düzenleyen zımmiler hukuku…. Müslümanların ve Müslüman toplumun
idarecilerinin, gayri Müslimlerle olan münasebetlerini, savaşlarını ve
barışlarını kaidelere bağlayan uluslar arası hukuk kuraları…
Yani;
a) Aile Hukuku
b) Sosyal Hukuk
c) Ticaret Hukuku
d) Ceza Hukuku
e) Uluslar arası Hukuk…. ile karşılaşırız.
Öte yandan, bütün bunları tatbik etme ile ilgili yetki ve sorumlulukları içeren
emir ve talimatlar…
Nisa suresi 92. ayette geçtiği üzere uygulanacak DİYET, Bakara suresi 178.
ayette geçtiği üzere uygulanacak olan KISAS, Nisa suresi 11 ve 12 ayetlerde
geçen MİRAS paylaşımı, Nur suresi 2. ayette geçen ve sahih hadis kaynaklarıyla
tarih kitaplarında geçtiği üzere sünnette sabit olduğu şekliyle zina suçuna
verilen HAD ve RECM cezaları, Bakara suresi 228 ve sonrasındaki ayetlerde
geçtiği üzere TALAK (boşanma) ile ilgili çıkabilecek sorunların halli, Tevbe
suresi 60. ayette geçtiği üzere ZEKAT konusunun icra edilmesi…gibi konuların
takip ve tatbiki devlet olmadan nasıl yapılabilir? Bunlar ferdin özel hayatıyla
sınırlı olmadığı gibi, ferdin kendisi tarafından da tatbik edilecek şeyler
değildir. Yine mesela; İslam devletinin diğer devletlerle olan münasebetleri,
savaş ve barış ile ilgili kaideler. . . tamamıyla devlet eliyle icra edilecek
hususlardır.
Diyet, Miras ve Zekat gibi konuları her ne kadar bireyler kendi aralarında icra
edilebiliyorlarsa da, bu konuların tatbik şekli ve yetkisi esasen devlete
aittir. Mesela Zekat ile ilgili ayette, zekat için görevli memurların tayin
edilmesi ve bunlar eliyle yine ayette belirlenen sınıflara dağıtılması
emredilmektedir. Eğer zekat müessesesi devlet eliyle kurulmaz ve işletilmezse,
ayette geçen zekat memurları belirlenemeyecek ve bunlar eliyle dağıtım
yapılamayacaktır. O zaman her kes kendi zekat memurluğunu yapıp bildiğine
verecektir. Ayrıca Miras ve Diyet konusunda anlaşmazlıklar çıktığında ve güçlü
tarafından güçsüzün hakkı gasp edildiğinde, Allah’ın (cc) bu konudaki hükmü
tatbik edilemeyecektir.
Bütün bunlar, devlet eliyle icra edilen hususlardır ve aynı zamanda bunların
tatbik edilebilmesi bakımından İslami devletin varlığı bir zarurettir.
Diğer taraftan İslami devlete delalet eden pek çok ayetten bir kaçını
sıralayacak olursak;
“Doğrusu, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye
Kitabı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma. “ (Nisa
105)
Bu ayet, Kitabın yani Kur’an’ın insanlar arasında tatbik edilmesi için ve
kendisiyle hükmedilmesi için indirildiğini açıkça beyan etmektedir. Buna benzer
ayetler çoktur.
“Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı
kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. “ (Hac 41)
Bu ayet; Allah’ın, Müslümanları toplumun idarecisi kıldığında, Allah’a
kulluklarını unutmadıklarını ve haktan ayrılmadıklarını ifade eder ki, toplumun
idaresinden kasıt devlet idaresidir.
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine
(idarecilere) itaat edin…” (Nisa 59)
Allah’ın (cc) bu emri, Müslümanların başkanına (halife, devlet başkanı, imam)
açıkça delalet etmektedir ki, bu da devletin varlığını ortaya koymaktadır.
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın…”
“Sizden; hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk olsun. .
. “ (Al-i İmran 103, 104)
Bu ayetler, Mü’minlerin birlik içinde bulunmalarını, toplu halde İslam dinini
yaşamalarını ve emri bil maruf, nehyi anil münker görevini yerine getirmelerini
istemektedir ki, bu da güç ve imkan isteyen bir iş olduğu gibi düzensiz ve
başsız olmaz.
Bütün bunlar, İslam’da devletin varlığını ifade etmektedir. Bu konuda hem Ehl-i
Sünnet ve hem de Şia arasında ihtilaf yoktur. İhtilaf edilen konu, Müslümanların
imamının seçimi ve kim olduğu konusudur. Aynı zamanda Müslümanların adil bir
yöneticisinin olması, aralarında İslam şeriatını tatbik etmesi ve Müslümanların
da kendisine itaat etmesi gerektiği konusunda bütün mezhepler ittifak
halindedir.
Rasulullah’ın (sav) uygulamalarına bakacak olursak;
Rasulullah (sav) Medine’ye hicret ettikten sonra orada ilk İslam devletini
kurmuş ve ilk İslam anayasasını yürürlüğü koymuştur. Müslümanların hem kendi
aralarındaki hem de Müslüman olmayanlarla olan münasebetlerini İslam ahkamına
göre beyan etmiş ve fiiliyata koymuştur. Evlilik, boşanma, miras, diyet, hadler,
alış-veriş, antlaşma, savaş, barış ve diğer bütün konularda İslam ahkamını
bizzat kendisi toplumda tatbik etmiş ve ettirmiştir. Mekke’nin fethinden sonra
Müslümanların büyük bir güç haline gelmesi ve ardından civar beldelerin İslam
hakimiyetine girmesiyle, bizzat Rasulullah (sav) tarafından o yerlere valiler
tayin edilmiş, valilerden İslam ahkamının tatbiki istenmiştir. Yönetim konusunda
asla taviz verilmemiş ve bu iş Müslümanların eliyle icra edilmiştir.
Haris b. Amr b. Ahil-Mugire b. Şu’be, Muaz b. Cebel’den (ra) naklen anlatıyor:
Rasulullah (sav) Muaz’ı Yemen’e vali olarak gönderdiği zaman kendisine sorar:
“Sana bir dava geldiği vakit nasıl hükmedeceksin?” Muaz: “Allah’ın kitabıyla
hükmedeceğim” der. “(Meseleyi Kitabullah’ta) bulamazsan?” “Rasulullah’ın
sünnetiyle hükmedeceğim. “ “Ne Kitabullah’ta ve ne de Rasulullah’ın sünnetinde
bulamazsan?” “Kendi reyimle ictihad edeceğim. “ Hz. Muaz der ki: “Bu cevabım
üzerine Rasulullah (sav) (memnun kaldı), göğsüme eliyle vurup: “Allah’ın
elçisinin elçisini, Allah’ın elçisini memnun edecek usulde muvaffak kılan
Allah’a hamdolsun!” buyurdular. “ (Ebu Davud, Akdiye; Tirmizi, Ahkam)
Hz. Ali (ra) anlatıyor: “Rasulullah (sav) beni Yemen’e kadı olarak gönderdi. O
sıralar henüz yaşım küçüktü, kazayı (hüküm vermeyi) bilmiyordum. (Beni takviye
için): “(Sen tereddüt etme, git. Bu vazife için) Allah kalbine hidayet koyacak
ve dilini de sabit kılacak. Yanına iki hasım geldiği vakit, birinciyi dinlediğin
gibi diğerini de dinlemeden sakın hüküm verme. Böyle yapman (daha isabetli)
karar vermen için gereklidir. “ Buyurdular. Hz. Ali (ra) der ki: “Ondan sonra
hep kadılık yaptım. Henüz, bir kerecik olsun hükümde tereddüde düşmedim. “ (Ebu
Davud, Akdiye; Tirmizi, Ahkam; İbnu Mace, Ahkam)
Bunun gibi; Tayyiler Müslüman olunca, Rasulullah (sav) Adiyy b. Hatim’i onlara
vali tayin etmişti (İbni İshak), Beni Haris ve Ka’blara Kays b. Husayn’ı vali
tayin etmişti (İbni İshak) ve hakeza.
Aynı şekilde Bedir gazvesine çıkılırken Ebu Lübabe b. Abdülaziz’i, ve Hudeybiye
seferine çıkılırken de İbni Ümmü Mektum’u Medine’ye kendi yerine vekil tayin
ettiği tarih kitaplarında kayıtlıdır. (İbni Sa’d Tabakat)
Bütün bunlar gösteriyor ki; Peygamber (sav) İslami yönetim ve İslam ahkamının
tatbiki konusunda hassas davranıyor, bunu insanların kendi reylerine
bırakmıyordu.
Rasulullah’ın (sav) terbiyesinde yetişen ve İslam’ı öğrenen sahabeler de, çok
iyi anlamışlardı ki İslam ahkamının toplumda tatbik edilmesi esastır ve bunun
için İslami devlet şarttır, dolayısıyla Müslümanlar halifesiz ve imamsız olamaz.
Çünkü Müslümanların halifesi ve imamı, İslami devletin temsilcisi, bütün
organların başı ve İslam ahkamının tatbikinin takipçisidir. Bu yüzden Rasulullah
(sav) vefat ettiğinde, daha toprağa defnedilmeden Hz. Ebubekir (ra) halife tayin
edilmiştir. Hz. Ebubekir (ra) daha hayattayken bu önemli iş hususunda gözü
arkada kalmasın diye Hz. Ömer’i (ra) önermiştir. Hz. Ömer (ra) da, vefat etmeden
önce bir şura oluşturmuş ve kendi aralarında bir halife tayin etmelerini ve
ardından halktan beyat almalarını istemiştir.
Hz. Ali (ra) nin Muaviye’ye karşı, Hz. Hüseyin’in (ra) Yezid’e karşı mücadele ve
savaşları, İslam ahkamının hakkıyla tatbik edilmesi içindi. Sorumlu olduklarının
bilincindeydiler. Çünkü Muaviye ve Yezid bid’atlara tevessül edip İslam ahkamını
hakkıyla tatbik etmiyorlardı. Aynı zamanda Muaviye’den sonra hilafet saltanata
tebdil edilmişti. Yoksa ne Muaviye ve ne de Yezid, Müslüman olmadıklarını
söylemiyorlardı.
Rasulullah (sav) ve İslam halifeleri; gerek Mekke ve Medine’de, gerekse
fethedilen yerlerde insanların inanç ve ibadetleri konusunda hiçbir zaman
zorlama yapmazken, yönetim ve idareyi, tayin ettikleri valilerden başkalarına
bırakmamış ve İslam ahkamından başka şeylerin tatbikine yol vermemişlerdir.
İnanç ve ibadetler konusunda insanlar bilgilendirilip İslami tebliğ yapmakla
yetinilirken, yönetim ve devlet idaresi konusunda taviz verilmemiştir. Çünkü
insanların inanç ve ibadetleri onların kendi tercihleri olup “dinde zorlama
yoktur” (Bakara 256). Ancak İslam ahkamının tatbiki için İslam’ın
hakimiyeti, Müslümanlarca yerine getirilmesi gereken bir vazife olup bu husus
insanın tercih ve inisiyatifine bırakılmamıştır. Eğer bu husus insanın kendi
tercihine bırakılmış olsaydı ve Müslümanların yerine getirmesi gerekli bir
vazife olmamış olsaydı, Peygamber (sav) ve Raşit halifeler (ra) hiçbir zaman
savaşa girişmez, insanların kurdukları iktidarlara ve yönetim işlerine karışmaz,
sadece İslam’ın inanç ve ibadetini tebliğ ile yetinirlerdi. Hz. Ali ve Hz.
Hüseyin (ra), karşılarındaki ordu Müslüman olduğu halde savaşa girişmez ve
Müslüman kanının akmasına müsaade etmezlerdi.
Bütün bunlar gösteriyor ki; İslam’da devlet vardır, İslam ahkamının tatbik
edilmesi için zaruridir ve Müslümanlar İslami devlet ve hükümeti tesis etmekle
mükelleftirler.
M. ALİYÊ XERZÎ
|